Son dönemde tüm dünyada ön plana çıkan ve adeta bir trend haline gelen “bireyselleşme” aslında kapitalizmin yeni bir tüketici modeli oluşturmak adına bizlere empoze ettiği bir fikir mi? Eğer cevap evetse o halde bu fikir ve gerçek hayata yansıması kadın erkek ilişkilerini nasıl etkiliyor? Bireysel hareketi birincil hareket şekli kabul eden kapitalizm aslında hepimizin yalnız kalmasını mı istiyor?
60’lara, hatta belki de bir 10 yıl daha öncesine, 50’lere geri dönüp şöyle bir bakarsak; fikrin çıkış noktasını daha iyi anlayabiliriz. 50’ler çoğunlukla çekirdek ailenin ön plana çıktığı, topluluk halinde hareketin esas alındığı, nereye dönüp baksanız çiftler halinde dolaşan insanları gözlemlediğimiz bir dönemdi. Ta ki 60’lara kadar... O yıllardan itibaren “bekar olmak” popüler hale geldi. Başka bir deyişle “bekarlık sultanlıktır” dedik ve bu şekilde yaşamaya başladık. Bu fikir yani herkesin toplumdan önce kendisine yöneldiği yaşam şekli kimilerine göre kapitalist konformizme bir tepki olarak doğdu. Artık kadın ya da erkek herkes özgür olmalı; bir aile kurmak, evde koca beklemek, kadının ev işlerinden sorumlu olması ve erkeğin evi geçindirmek için çalışması gibi konvansiyonel alışkanlıklardan vazgeçilmeliydi.
Bu ani ve kökten değişikliğin etkisini bugün halen yaşıyoruz. Rakamlar bunun en iyi kanıtı: Modern ekonomilerde bekarların oluşturduğu piyasa giderek kendi başına bir sektöre dönüşüyor. Bekar bir erkek dört kişilik bir aileye kıyasla bugün yüzde 42 daha fazla paketlenmiş yiyecek ve içecek, yüzde 55 daha fazla elektrik ve yüzde 61 daha fazla doğalgaz tüketiyor. 25 – 34 yaşları arasındaki bekarların sayısı, evli çiftlere kıyasla yüzde 46 daha fazla. Ve tabii ki boşanma davaları ve yalnız yaşamaya başlayan insanlar; onlar bu koca canavarı besleyen can damarları. Ne de olsa iki ayrı ev demek; iki ayrı çamaşır makinesi, iki televizyon ve hatta iki araba demek. Reklam piyasası da bekarları ve yanlız yaşayan boşanmış bireyleri hedef tüketici grubu olarak kabul ediyor. Hamburgerden, spor otomobillere, tek başına çıkılan tatillerden spa seanslarına kadar her şey tek kişinin kullanması için var.
Kısacası tüketimcilik sizi bekarken daha çok seviyor; o yüzden bekar olmak özgürlüğün bir ifadesi olarak yansıtılıyor. Burdaki ironi ise şu: 50’lerde konvansiyonel olarak değerlendirilen “aile hayatı” bugünün radikal hareketleri arasında yer almaya başladı. Herkes o kadar yanlızlaştı, o kadar çok tüketir hale geldi ki sırtını birine yaslamak, geleceğe dair planlar yapmak ve hatta çocuk sahibi olmak bize bir çözüm gibi görünüyor. Bir “çift olmak” bize izole edilmiş, yalnız yaşayan, bütün gün televizyona bakan birbirinin aynı kopyalar olmaktan daha fazlasını sunuyor.