Efsaneler: Olmasalardı, olmazdık
Argüman

Efsaneler: Olmasalardı, olmazdık

Bir kitap okudum, bir film seyrettim, bir oyun oynadım, bir şarkı dinledim, bir yalana inandım; bütün hayatım değişti... Onlar değiştirdi. Don Corleone’nin oğluna verdiği öğüt, bir yaz günü doğan sakallı bebek, Michael Jordan’ın kaçırdığı son saniye şutu, tam o anda atılan tweet, İhsan Oktay Anar’ın romanına yazdığı ilk cümle... Halen okuyor, halen konuşuyor, halen geyiğini yapıyorsak sebebi var: Onlar birer efsane!

KADERİN EFSANE CİLVELERİ

Çuvallamasaydım başaramazdım

Gelmiş geçmiş en iyi basketbolcu Michael Jordan, lise takımında başarısız olup takımdan atılmıştı. Ama efsaneye giden yolda ilham veren de belki buydu. Jordan, ayakta kalmayı başarısızlıklarına borçlu olduğunu söylüyor: “Kariyerim boyunca 9 binden fazla şut kaçırdım. Yaklaşık 300 maç kaybettim. 26 defa maç sayısı için top bana geldi ve beceremedim. Hayatım boyunca defalarca çuvalladım. Ve bu sayede başarıya ulaştım.”

Hayal gücünden yoksun adam

Walt Disney, dünyayı sallamadan önce başarısızlığa doymamıştı. İlk gençliğinde çalıştığı Kansas City Star gazetesinden kovulma sebebi şunlardı mesela: Hayal gücü yoksunluğu ve masaya iyi fikir koyamama! Yine o yıllarda satın aldığı bir animasyon stüdyosunu (Laugh-O-Gram) kısa sürede batırmayı da becerdi. Sonra da Hollywood’a gidip bildiğimiz Walt Disney haline geldi!

Şeytan önce kovulur

Şeytan marka giyer tamam da, şeytan olana kadar biraz zaman geçiyor. Vogue dergisinin efsane editörü Anna Wintour’dan, çuvallamaktan korkanlar için gelsin: “Hepinize kovulmanızı öneririm!” Wintour’un bu önerisi esasen moda öğrencilerineydi. Kendisi genç yaşında Harper’s Bazaar’da işe girmiş, dokuz ay çalışmış, ardından da şutlanmıştı.

Başıma gelen en iyi şey

Benzer bir deneyim, Apple’ı zirveye taşımak için geri dönmeden önce şirketten kovulmayı da tadan Steve Jobs’un başından geçmiş: “O zamanlar anlamamıştım ama Apple’dan kovulmak meğer başıma gelebilecek en iyi şeymiş. Başarılı olmanın ağırlığı gitti, yerine yeniden başlayan birinin hafifliği geldi; özgürleştim ve sonra da en yaratıcı dönemlerimden birine girdim.”

Kimse Seinfeld’i takmıyor

Jerry Seinfeld, kariyerinin henüz başındayken Benson isimli bir sit-com’da ufak bir rol kapmıştı. Üç bölüm oynadı ama yapımcılar performansından hiç memnun kalmadı. Onu diziden çıkarmaya karar verdiler. Çıkardılar da. Sorun, kimsenin bu yeni durumu Seinfeld’e iletmemesiydi. Genç komedyen okuma provasına geldiğinde kendi kısmının senaryodan çıkarılmış olduğunu gördü. Ezildi. Ardından da kös kös geldiği gece kulüplerine, stand-up yapmaya döndü. İyi ki de döndü. Tonight Show’un yetenek avcıları onu orada keşfedecekti.

Şarkısı sıfır, dansı zayıf

Bunu okurken zihninizde Cheek to Cheek’in melodisi çalsın. Dünyanın en iyi dans eden iki adamından biri olan Fred Astaire (diğeri de Gene Kelly elbette), MGM Stüdyoları’nda deneme çekimine gittiğinde, sorumlu yönetmen onun hakkında şu notu yazacaktı: “Oynayamıyor. Şarkı söyleyemiyor. Kelleşmek üzere. Yakışıklı değil. Azıcık dans edebiliyor.” Astaire, döneminin en ünlü sanatçısı haline geldiğinde o notu evinin en görünür köşesine astı. Sebebi, inat etmeyi unutmamaktı!

Trafikte sıkışanlar

“Sektör öldü”, “Devir değişti”, “Artık işler eski günlerdeki gibi değil” diyenlere... Devir aslında tarihin her döneminde olduğu gibi adaptasyon devri. Örneğin, Traf-O-Data isimli bir şirket duymuş muydunuz? İki hevesli girişimci, şehirlerin dört yanındaki trafik sayaçlarından bilgi çekip, altyapı uzmanlarına bilgi aktarmayı sağlamak için bu şirketi kurmuşlardı. Kısa sürede parayı vuracaklarını düşünüyorlardı. Sorun şu ki, devlet kısa zaman sonra bu bilgiyi bedavaya sağlamaya başladı. Yani koca yatırım yandı, hevesler kırıldı. Ama hikaye burada bitmedi... Bu iki girişimci, trafik işindeki modeli kullanarak yeni bir şirket kurdu. Bu defa çağın ruhunu yakalamışlardı. Adamların isimleri Bill Gates ve Paul Allen’dı; taze şirketlerinin ismiyse Microsoft. 

 

EFSANE REDDEDİŞLER

 

Reddedilmek efsane olmanın düsturunda var. Jack London’ın ilk hikayesinin 600 defa reddedildiğine dair rivayetler mevcut. Eski devirler tabii, her bilgiye güvenilmiyor. Ama Stephen King’in ilk kitabı Carrie’nin 30 defa reddedildiğini kesin olarak biliyoruz. J.K. Rowling’in Harry Potter serisini ancak 13’üncü yayınevinin bastığını da... Üstelik Rowling’e “Aman yazar olacağım diye işinden ayrılma” diye öğüt de vermişlerdi (Zaten Uluslararası Af Örgütü’ndeki işinden, gizli gizli hikayeler kaleme aldığı için kovuldu). Elvis Presley’e, bir konserinden sonra mekanın yöneticisi “Sen iyisi mi memleketine dön, kamyonlarda direksiyon sallamaya devam et” demişti. The Beatles üyeleri, tırmaladıkları günlerde, her kapının yüzlerine kapanması yetmiyormuş gibi, “Gitar müziğinin devri bitti”, “Sizin gelecekte yeriniz yok” gibi laflara muhatap olmak zorunda da kaldılar. 90’ların başında Jay-Z de hemen her plak şirketinden ret yemiş, bir de “yeterince sert olmamakla” ilgili öğütler dinlemişti (Sonra gitti kendi şirketini kurdu, kendi albümünü yayımladı; bugün milyar dolarlık serveti var ve adını bilmeyene iyi gözle bakmıyorlar; bu arada karısının adı da Beyoncé).

  

EFSANE ŞEHİR EFSANELERİ

 

Buz dolu küvette tek başına

Adam kadınla buluşur, bir şeyler içilir, sonra bir şeyler daha içilir, derken film kopar... Adam öğleye doğru bir ürpertiyle uyandığında kendini bir otel odasında, buz dolu bir küvette bulur. Bir yanı feci ağrıyordur, eğilip baktığında vücudunda derin bir kesik görür. Hastaneye kaldırıldığında böbreğinin çalındığını anlayacaktır. Hepiniz bu hikayeyi en az birkaç defa duydunuz. İçinizi ferahlatacaksa buradan da işin aslını duyun. Böyle bir şey yaşanmadı! Ya da en azından Las Vegas’ta, Londra’da, Moskova’da, Sydney’de, hep aynı anda yaşanmadı... Dünyanın en hızlı yayılan şehir efsanelerinden “böbrek mafyasının” ne zaman, nerede çıktığı bilinmiyor ama 90’ların sonunda tüm dünyada hız kazandığı kesin. Tanımadığı insanlarla buluşanlara bir ufak korku verdiği de!

Bu bebeğin tıraşı gelmiş

İşte bu, şehir efsanelerinin en efsanesi... Üstelik hakiki yerli malı. 1988’de Tan gazetesinde çıkan bir haber, o günleri hatırlayacak kadar aklı başında olan herkesin aklını başından almıştı. Kısacık olan haberin (o zaman herkes haber muamelesi yapmıştı da!) özeti şuydu: Sakallı doğan bir bebek Kurban Bayramı’nın ikinci günü kıyametin kopacağını söylemişti. 1982-83 bandından önce doğan kime isterseniz sorun, size bu hikayenin kendi versiyonunu anlatacaktır. Beğendiğinizi alın ama şunu sakın unutmayın: “Sakallı bebek” o günlerde dindarıyla, ateistiyle, batıla meyledeniyle, rasyoneliyle her vatandaşın aklına bir çizik attı.

Dünyanın en yayılmacı mektubu

Şimdi bu mail’i 10 kişiye forward’la; yaparsan dilediklerin olacak, yapmazsan başına kötü şeyler gelecek! “Mail zinciri” efsanesi internetin ilk dönemlerinin gözdesiydi. Posta kutularımız böyle ıvır zıvırla doldu taştı. Eh, bunda ne sıkıntı var, yaz adres kutusuna 10 kişiyi, gönder tuşuna bas, gitsin. Kolay! Zor olan, internet öncesi dönemdi. Sokak kapısının altından içeri itilen notlardaki yazının 10 defa kopyalanıp 10 ayrı kapının ardından tekrar itilmesi beklenirdi (rakamlar değişebilir elbette). İşte bu sistem, batıl inançları gerçekten besledi, üstelik mahalleler dolusu insanı harekete geçirip zahmete soktu... Her iki dönem de azalarak bitti şükür; şaşırtıcı olan, bunun dahi bize dışarıdan gelmesiydi. Aynı mevzu daha 1930’larda iyi veya kötü şans getiren bir mektup zinciri olarak bütün dünyayı dönüp duruyormuş. Batının teknolojisini değil, mektup zincirlerini de almışız demek.

 

 

EFSANE FİLM REPLİKLERİ

 

Bu da mı gol değil?

Yeşilçam’ın bir numaralı “loser”ı Ofsayt Osman (Sadri Alışık) mahkemede başına gelen talihsiz olaylar serisini, kendisinin bir can kurtarmaya çalışırken nasıl oyuna getirildiğini anlatıyor. Dünyanın en yanlış çalınan ofsaytını, en namussuzca çekilen bayrağını, iptal edilen en güzel golünü Türkiye sinemasının insanı en çok perişan eden sahnelerinden birinde anlatırken döktürüyor Alışık. Dilediğiniz kadar seyredin, “erkekler ağlamaz” klişesine ister inanın ister inanmayın; bu ofsayt ağlama garantili! Tek bir cümleye sıkıştırmayalım, Osman’ın konuşmasının finalini tekrar yaşayalım: “Hepiniz hakem olun abiler. Ya bu maç be, tıpkı bir maç, hayat sahasında oynanıyor, oyuncusu da bizleriz, topumuz da namusumuz, vicdanımız, insanlığımız. Ben Osman. Ofsayt Osman. Söyleyin be, Allah rızası için söyleyin be, gene mi atamadım golü? Bu da mı gol değil be?” Gol güzel kardeşim Osman, gol. Üstelik bu defa sadece hakem değil hakim bile veriyor golü!

Benim adım Tatar Ramazan, ben bu oyunu bozarım!

Eloğlunun insandan bozma, mutanttan olma süper kahramanları var; bizim Tatar Ramazan’ımız... Ama söyleyin, hangi süperin bu kadar süper repliği var? Adaletin olmadığı yerde, yani tüm dünyada, Tatar’ın, Kadir İnanır’ın ağzından cezaevi müdürüne karşı söylediği bu lafı ödünç alabilirsiniz: “Ben bu oyunu bozarım!” Harbiden bozuyor da üstelik.

Bu dünyanın bütün günahları bana mı yazılacak ulan!

Adam kötü, adam zalim, tamam da... Yine de bir zalimin bu kadar içten haykırışı ancak Türkiye’de mümkün olabilirdi. Salkım Hanım’ın Taneleri filminin baş kötüsü Durmuş’a (Zafer Algöz muhteşem oynuyor) kendi zulmü bile ağır gelmiş, haykırıyor: “Bu dünyanın bütün günahları bana mı yazılacak ulan!” Karar seyircinin...

İstanbul ne tarafta ağalar?

Komik değil. Hiçbir zaman da komik olmayacak ama gerçek. Hem de bir komedi filminde, absürt sinemanın kralı Arabesk’te... Ertem Eğilmez’in son eserinde Müjde Ar’ın repliği, baştan sona dram. Kamyoncunun tecavüzünden kaçan Müjde Ar, üzerinde gelinliğiyle yol üstündeki bir kahveye girip sorar: “Beyler ağalar, İstanbul ne tarafta?” Erkekler arsız arsız hep birden hem de uçkurlarını çözerek ayaklanır: “Gösterelim anam!” Sahne biter. Bu sahnenin gerçekten de gerçek anı, bütün kafalar Müjde Ar’a dönmüşken, bir erkeğin düşünce balonunun sese kavuşmasıdır: “Karı!” Halen de aynı noktadayız maalesef.

Geri döneceğim

Sadece bir temenni değil, aynı zamanda bir intikam yemini. Bir yandan da kavuşma arzusu... Aynı kısacık cümleye bu kadar anlam sıkışır mı? Olacak şey değil. Hem de popüler bir bilimkurguda. Hem de bir robotun ağzından. Ama olmuş işte. Önce Terminator serisinin birincisinde, sonra ikincisinde, derken cılkını çıkarmak pahasına hepsinde kullanıldı. Ama afili olanı Arnold’ın söylediği tabii. Üstelik biliyorsunuz, sözünü tutuyor. Her defasında geri dönüyor.

Dinle, kim sana Barzini’yle buluşalım diye gelirse, hain odur; bunu unutma!

Don Corleone (Marlon Brando), oğlu Michael’a (Al Pacino) hayatının öğüdünü veriyor. Michael, babası öldükten sonra bu öğüt sayesinde hayatta kalıyor ve ailenin başına gerçekten geçebiliyor. Mesele şu: Bir adam düşünün, girdisine çıktısına aldanmadan bütün bir âlemin fotoğrafını çekmiş, iki saniyede oğlunun önüne koymuş. Filmin isminin Baba olmasının birden çok anlamı var: Don Corleone öncelikle kendi oğlunun babası!

 

EFSANE ROMAN BAŞLANGIÇLARI

 

Yeni Hayat / Orhan Pamuk

Bir gün bir kitap okudum ve bütün hayatım değişti.

Muhteşem Gatsby / F. Scott Fitzgerald

Toy çağımda bir öğüt vermişti babam, hâlâ küpedir kulağıma. “Ne zaman” demişti, “birini tenkide davranacak olsan, hatırdan çıkarma, herkes senin imkanlarında gelmemiştir dünyaya!” (Çeviren: Can Yücel )

İhsan Oktay Anar / Puslu Kıtalar Atlası

Ulema, cühela ve ehli dubara; ehli namus, ehli işret ve erbab-ı livata rivayet ve ilan, hikâyet ve beyan etmişlerdir ki kun-ı kâinattan 7079 yıl, İsa Mesih'ten 1681 ve hicretten dahi 1092 yıl sonra, adına Konstantiniye derler tarrakası meşhur bir kent vardı.

Çavdar Tarlasında Çocuklar / J.D. Salinger

Anlatacaklarımı gerçekten dinleyecekseniz, herhalde önce nerede doğduğumu, rezil çocukluğumun nasıl geçtiğini, ben doğmadan önce annemle babamın nasıl tanıştıklarını, tüm o David Copperfield zırvalıklarını filan da bilmek istersiniz, ama ben pek anlatmak istemiyorum. (Çeviren: Coşkun Yerli)

Bir Düğün Gecesi / Adalet Ağaoğlu

İntihar etmeyeceksek içelim bari!

Anna Karenina / Leo Tolstoy

Mutlu aileler birbirlerine benzerler. Her mutsuz aileninse kendine özgü bir mutsuzluğu vardır. (Çeviren: Ergin Altay)

Lolita / Vladimir Nabokov

Lolita, hayatımın ışığı, kasıklarımın ateşi. Günahım, ruhum, Lo-Li-Ta; dilin ucu damaktan dişlere doğru üç basamaklık bir yol alır, üçüncüsünde gelir dişlere dayanır. Lo-Li-Ta. (Çeviren: Fatih Özgüven)

İnce Memed / Yaşar Kemal

Toros dağlarının etekleri ta Akdeniz’den başlar. Kıyıları döven ak köpüklerden sonra doruklara doğru yavaş yavaş yükselir. Akdeniz’in üstünde daima, top top ak bulutlar salınır. Kıyılar dümdüz, cilalanmış gibi düz killi topraklardır. Killi toprak et gibidir. Bu kıyılar saatlerce içe kadar deniz kokar, tuz kokar. Tuz keskindir. Düz, killi, sürülmüş topraklardan sonra Çukurova’nın bükleri başlar. Örülmüşçesine sık çalılar, kamışlar, böğürtlenler, yaban asmaları, sazlarla kaplı, koyu yeşil, ucu bucağı belirsiz alanlardır bunlar. Karanlık bir ormandan daha yabani, daha karanlık!

Sırça Fanus / Sylvia Plath

Rosenbergleri elektrikli sandalyede idam ettikleri yaz, garip, boğucu bir yazdı ve ben New York’ta ne aradığımı bilmiyordum. (Çeviren: Handan Saraç)

Az / Hakan Günday

Altı yaşındaydı ve altı yaşında ölecekti. Korkudan titriyor, gözlerini böcekten ayıramıyordu. Ay çekirdeği tarlası kadar bir tavana bakıyor ama sadece onu görüyordu. Ay çekirdeği kadar bir böcek.

Dönüşüm / Franz Kafka

Gregor Samsa bir sabah bunaltıcı düşlerden uyandığında, kendini yatağında dev bir böceğe dönüşmüş olarak buldu. (Çeviren: Ahmet Cemal)

Peter Pan / J.M. Barrie

Biri dışında, bütün çocuklar büyür ve büyüyeceklerini erken yaşta öğrenirler. (Çeviren: Betül Avunç)

 

 

SİNEMA TARİHİNİN EFSANE VİRAL KAMPANYALARI

 

The Blair Witch Project (Blair Cadısı)

Sinema tarihinin gelmiş geçmiş en etkili viral kampanyası. Bir kuşağın öncüsü. Ve itiraf edelim, hepimizi ürpertip kafalayan (ya da en azından gaza getiren) bir buluş... 1999 yazında, Blair Witch kampanyasının ardındaki isimler internet siteleri açarak, forumlara notlar bırakarak düşük bütçeli bir filmi uçurmayı becerdi. Belgesel çekmek için ormana giden gençlerin başına ne gelmişti? Dünya öğrenmek için sinemaya gittiğinde gişeye tam 249 milyon dolar bıraktı. Yapımcıların keyfi de yerine geldi.

Prometheus

Ridley Scott’ın hevesle beklenen (sonra o hevesleri tek tek kırıp döken) filmi Prometheus vizyona girmeden hemen önce, filmle bağlantılı bir reklam filmi izledik. Weyland şirketinin ürünü android reklamda ne iş yaptığını, nasıl biri olduğunu bir bir anlatıyordu. Son teknolojiydi, becerikliydi, itiraf ettiği üzere bazı konularda insanlar gibi davranmıyordu ve savaş, yoksulluk, zulüm ya da gereksiz şiddetle karşılaştığında bazılarımızın aksine çok üzülüyordu... Hepsinden iyisi, bu robot anlı şanlı Michael Fassbender’dan başkası değildi. Buraya kadar mükemmel. Peki film? Alien serisinin hatırına, reklam daha iyiydi deyip geçelim.

Fight Club (Dövüş Kulübü)

Direkten dönen efsaneleri de atlamayalım. Bileşenindeki her unsur ayrı bir güzellik olan Fight Club, film vizyona girmeden çok önce yayılıp gidecekti ama olmadı. Kelli felli yapımcılar araya girdi, oldurmadılar! Hikaye şöyle: Yönetmen David Fincher, filmin promosyonu için kısa ve sürprizli “kamu spotları” hazırlamıştı. Sinemalarda reklamlarla gösterilmesi planlanan spotlarda filmin yıldızları Brad Pitt ve Edward Norton, bir devlet adamı titizliğiyle konuşmayı elden bırakmıyor ama seyircileri bazı hassas konularda uyarmaktan da geri kalmıyordu. Norton’ın spotunda “Dikkat edin, kimse size sinemada dokunmasın” mesajı patlarken, Pitt “çiş hijyeni” konusunda ahkam kesiyordu. Bu spotlardan son anda vazgeçildi, şimdi YouTube’da yaşıyorlar. Bilenler bilmeyenlere göstersin!

 

EFSANE VİDEO OYUNU KARAKTERLERİ

 

Lara Croft

Angelina Jolie nerede bitiyor, Lara Croft nerede başlıyor; muamma. Bildiğimiz, PlayStation’ın 1996’da çıkardığı Lara Croft karakterinin devrim yaptığı. Croft, erkeklere uygun bulunan tüm o define avcılığının, serseriliğin, hazırcevaplığın altını oydu; kendine video oyunu sahasında bileğinin hakkıyla yer açtı. Bu tazyikle oyunun ardından gelen filmler için Angelina Jolie’nin seçilmesi kimin fikriyse bravo; Croft karakteri, Jolie’ye eldiven gibi oturmuştu. Filmleri de iyi çekselerdi keşke ama o ayrı konu...

Pac-Man

Bu kategoride kimi saysak, biri çıkar “O değil bu” der, kaçış yok. Ama Pac-Man’e itiraz edecek bir Allah’ın kulunu bulmak zor. Kendisi piyasaya sürüldüğü 1980’den beri gönlümüzde. O tarihten bugüne yiyor da yiyor, kaçıyor da kaçıyor... Arada sahibine 2.5 milyar dolar da kazandırıyor. Şimdiki gençler bilmez belki; işte o servet, bizim harçlıklar sayesinde birikti ama helal ettik gitti Pac-Man’e.

Max Payne

Yanlış hikaye doğru yaşanmaz. New York Polis Departmanı’nın loser dedektifi Max Payne’in esas problemi buydu. Ama bir şekilde video oyunu kahramanı olduğunu bize unutturup hikayenin tadını çıkarıyordu. 2001’de Windows için üretilen, ardından tüm platformlara yayılan Max Payne’de kara polisiye janrının klişeleri topyekun kullanıldı. “Paltomu giydim ve dışarı çıktım, usul usul bir yağmur yağıyordu” diyen boğuk dış ses de vardı, birdenbire beliriveren mistik güzeller de. Alkol, sigara, dumanlı ortamlar; üstüne biraz mitoloji, çizgi roman estetiği, bir tutam da Matrix usulü dövüş sahnesi... Eyvallah Max. Özledik!

 

 

EFSANE TWEETLER

 

*** Ben aslında tıp istiyordum. - Mimar Sinan @MimarrSinan

 

*** İlk ders beden eğitimi ise okula eşofmanla giden, son ders beden eğitimi ise eve eşofmanla dönen bir millet olarak Olimpiyat hakkımız. - Faruk Kaya @musmulafaruk

 

*** GS-Chelsea maçını netten izleyeyim dedim ama yayın o kadar geriden geliyor ki bir ara Didier Drogba’yı Chelsea formasıyla gördüm. - Modernarabesknöncüsü @BarkThe

 

*** Kutlamaya hazır mısınız? Sıkı durun: BUZ bulduk!!!!! Evet, BUZ! Mars’ta *SU BUZU* Vayyy be! Gelmiş geçmiş en iyi gün!! - MarsPhoenix @MarsPhoenix

*** Sevdiğiniz filmleri sevmeyen biriyle sakın evlenmeyin. Eninde sonunda, o kişi sizi de sevmeyecektir. - Roger Ebert @ebertchicago 

 

EFSANE SORULAR

 

BBC’nin internet sitesinin en çok sorulan 101 soruya 2009’da verdiği cevaplardan seçilmiştir.

Sıcak içecekler harareti alır mı?

Evet. Bunları içtiğinizde vücudunuz olduğundan daha sıcak olduğunu zanneder ve bu yüzden daha çok terlersiniz. Bu da ısı kaybına yol açar.

Sadece suyla ve vitamin/mineral takviyesiyle yaşanır mı?

Hayır. Enerji ve hücrelerin tamiri için yağ, karbonhidrat ve proteine ihtiyacımız var.

Bitkiler yaşlanınca mı ölür?

İyi bakılırsa, iyi ortam bulursa bazı bitkiler sonsuza dek yaşayabilir.

OK kelimesi nereden geliyor?

İki açıklama var. İlki, “all correct”in “oll korrect” olarak yanlış yazılmış versiyonun kısaltması olma ihtimali (Rivayet o ki, komik olsun diye öyle söylenmeye devam edilmiş). Bir senaryoya göre de zamanının ABD başkan adayı Martin Van Buren’in lakabının (Old Kinderhook) kısaltılmış hali. Siyasi kampanya için kullanıldığı söyleniyor.

İlgili Başlıklar
Daha Fazlası