Avrupa Sayı Kralı Nasıl Başarılı Spor Yöneticisi Olur?
Röportaj

Avrupa Sayı Kralı Nasıl Başarılı Spor Yöneticisi Olur?

Türk basketbolunun yetiştirdiği en iyi şutörlerden biri. Basketbolu bıraktığında, sayı atmadan nasıl yaşayacak diye soruyor insan. İşin en mantıklı tedavisi, koç olmak gibi duruyor. Ama o, daha zor bir tedavi yolu seçti.

İbrahim Kutluay’ın lokal olmayan bir şanı var. Yunanistan’ın en değerli oyuncusu seçildi, NBA’e giden ilk Türk oyunculardan biri oldu. Attığı sayılar, kaptanı olduğu Fenerbahçe’ye 16 yıl sonra Türkiye Şampiyonluğu, Panathinaikos’a Avrupa Şampiyonluğu getirdi. 18 yıl hizmet ettiği milli takımımız için 3 binin üzerinde sayı attı. Hep o el yakan son saniye toplarının sorumluluğunu ala ala adrenalin bağımlısı olmuştur diye düşünüyor insan. Sayı atmak, adeta nefes almak gibi onun için. Parkenin en skorer oyuncusu basketbolu bıraktıktan sonra koç olur, yine çok sayı atan bir takım yaratır diye düşünmüştüm. Fakat şimdi karşımda Darüşşafaka Doğuş Kulübü İcradan Sorumlu Yönetim Kurulu Üyesi oturuyor. Onu spor yöneticisi olmaya iten motivasyonu anlamak için, biraz İbrahim Kutluay okumanız gerekiyor. 

HAYATIM BOYUNCA KENDİMLE YARIŞTIM

Çok istekli değildim basketbolcu olmaya. Çocuk yaşlarda mahalle arasında top oynardım. Futbola ilgim ailemin dikkatini çekince Fenerbahçe’de futbol oynamaya başladım. Fiziğimin basketbola daha yatkın olması, uzun boylu olmam beni basketbola yönlendirmelerine sebep oldu. Çok yakın bir arkadaşının tavsiyesiyle, babamın aldığı basketbol topuyla mahalle arasında oynamamla başladı her şey. Çok da başarılı olmadığım 10 kişilik basketbol seçmelerine, sadece 10 kişinin katılması ve benim 10’uncu oyuncu olarak seçilmem, insanın kader, şans dediği şeyler.

Önemli olan, basketbol oynamaya karar verdikten sonra o işe odaklanabilmek. Sporcuların hayatlarına bakınca, herkesten daha çok çalışmanın belirleyici olduğunu görürsünüz. Tabii ki oyuncu ve takım olarak rakiplerimiz vardı. Ama ben kendimle yarıştım hayatım boyunca. Kendimi geliştirip en iyi yaptığım şeyi daha da iyi yaptığım zaman, kimsenin beni tutamayacağını biliyordum.

Annemin karnından şutör doğmadım. Ama küçükken şut atmayı, özellikle skorer oyuncu olmayı hayal ederdim. Ortaokuldayken öğretmen ders anlatırken, ben sınıf camından baktığım basket sahasına dalar, kendimi Fenerbahçe’de, Milli Takım’da, dolu tribünlere karşı oynarken ve hep maçı kazandıran son saniye 3’lüğü atarken düşlerdim. Doğru şut mekaniğine sahip olmak güzel bir tekniktir ama bunu geliştirmek çok çalışmayı gerektirir. Savunma üzerinizdeyken, en yorgun anınızda, o son el yakan topu atabilmek, beceri ve özveri istiyor. Takıma, taraftara, insanlara karşı sorumluluğunuzun altında yatan güç, yüz binlerce kez şutu atmış olmanızın verdiği özgüvendir. Spor okulumdaki öğrencilere hep bunu söylüyorum, spor bir tekrar oyunudur. En iyi yaptığınız şey de olsa binlerce kez daha yapmanız lazım ki artık o bir alışkanlık haline gelsin. Şutunuzu su içer, nefes alır gibi atar konuma getirdiğiniz zaman fark yaratırsınız.

MESLEK OLARAK SEÇECEKSENİZ OKUL HAYATIYLA BİR ARADA GÖTÜRÜN

Gelişmiş toplumlar, sanatçısıyla ve sporcusuyla ön planda olur. Ülkenin tanınması, yurtdışında kendini ifade edebilmesi için elit sanatçı, sporcu ve bilim insanlarına ihtiyaç var. Spor din, dil, ırk, mezhep ayrımı gözetmeksizin, herkesin ilgilendiği bir konu. Sporla büyümeyi herkese tavsiye ediyorum. Orada öğrendiklerinize sosyal hayatınızda da ihtiyacınız var. Maalesef bizim ülkemizde sporcu yetiştirmek ve spor yapmak kolay değil. İstediğiniz kadar özverili ve becerili olun, bir yerde tıkanma yaşarsınız. Ülkemi yurtdışında başarıyla temsil edebilme şansına sahip olduğum için çok mutluyum. Bunu başaramayabilirdim de. O zaman, iyi bir akademik kariyer sahibi olmak isterdim. Başaramayan arkadaşlarıma baktığımda, sporun ne kadar riskli ve nankör bir meslek olduğunu da görüyorum. O yüzden meslek olarak seçmek isteyen gençlere en büyük tavsiyem, sporu okul hayatlarıyla beraber götürmeleri.

Hobiniz olan spor, meslek olarak seçilme noktasına geldiğinde Türkiye’de eğitim düzeyinde ciddi sıkıntılar yaşanıyor. Çocukların gelişmeye en ihtiyaç duydukları 13-15 yaşlarında, altı saat antrenman yapıp aynı zamanda yoğun müfredatla derslerinde başarılı olmalarını beklemek hayal. Genç sporcular seçim yapmaya zorlanıyor. Belli bir akademik kariyeri olan ailelerin çocukları da doğal olarak sporu ikinci plana atıp okullarını tercih ediyor. Halbuki bu çocukların da sporcu havuzumuza dahil edilmesi gerekli.

Diğer yandan, sporcu profilimize baktığımız zaman gelir düzeyi daha düşük ailelerin çocuklarının çoğunlukta olduğunu görüyoruz. Hayatlarının tek çıkış fırsatını sporda görüp odaklanıyorlar. Kaybedecek çok şeyleri olmuyor. Türkiye’deki spor sistemimiz yeterli sayıda elit sporcu yetiştirmeye müsaade etmiyor. Eğitim ve sporun bir arada yürütülmesini sağlayacak çalışmalar yapılmalı ve bunu destekleyecek kararlar alınmalı.

BİZİM KÜLTÜRÜMÜZDE HER ŞEY KAZANMAK ÜZERİNE KURULU

Yunanistan’da yaşadığım beş yıl, hayatımın belki de en iyi dönemiydi. Senelerce iç içe yaşamış, aşağı yukarı her türlü özelliği aynı olan iki ülkenin insanından bahsediyoruz. Çok arkadaş edindim. Kendimi evimde gibi hissederim orada. Benim için çok farklı ve önemlidir. Yunanistan’da Avrupa Şampiyonu oldum. Çok sevdiğim, çok sevildiğim, özel bir yer. Orada da en az buradaki kadar baskı hissediyorsunuz, müsabakalarda fanatizm hâkim. Tek fark, oradaki spor kültürü. Yunanistan’da sporcuya bakış, saygı çok farklı. Bizim insanımızın da sahada birçok zorlukla mücadele eden sporcuya daha anlayışlı bakmalarını isterim.

Maalesef bizim ülkemizde her şey kazanmaya endeksli. Kazandığınızda haklı, kaybettiğinizde haksız oluyorsunuz. Herkesin her maçı mutlaka kazanmak istemesi sebebiyle de ortaya kaos çıkıyor. Şampiyon olamayan sebebi hakemde, sahada, hava şartlarında arıyor. Halbuki sporun bir eğlence olduğunu benimsememiz lazım. Sporcular bu oyunun aktörleri. Oyuncuları parlatıp, defolarını gizleyip en iyi yanlarını ön plana çıkarabilirsek elimizdeki değeri o zaman görebiliriz. Bizde motive edici, yapıcı eleştiri yok. Kendimizi oyuncuların yerine koyup onları daha iyiye götürecek, yönlendirici eleştiriler yapmalıyız. Seyirci deşarj olmaya gidiyor. Üç senede bir genel kurul yapmak zorunda olunan bir başkanlık sistemi var. O koltuğa oturan bırakmak istemiyor. Tutunması için takımın kazanması lazım. Başkan antrenöre baskı yapıyor. Antrenörün de işi çok zor, hep kazanmak zorunda. İş yine oyuncuya yansıyor. Spor kültürümüzde her şey kazanmak üzerine kurulduğu için kısır döngü başlıyor.

SPORDA NEYİN MUTLU EDECEĞİNİN AYRIMINI İYİ YAPMAK LAZIM

NBA’de farklı bir sistem var. Tamamen bir “marketing” olayı. Orada oynayan herkese dünyanın en iyi oyuncusu gözüyle bakılıyor. Ne kadar farklı gösterilseler de onlar da insan. Avrupa’dan NBA’e giden bizlerden de çok başarılı olanlar oluyor. Orayı özel kılan, NBA oyuncularının bize ulaşılmaz olarak sunulması.

Amerika’da olduğu gibi NBA’de de her şey bireysellik üzerine kurulu. Herkes kendine iyi bakmak zorunda. Çünkü sahaya en iyisini veremezseniz, arkanızdaki oyuncu aç bir şekilde bekliyor. Otokontrole iten bir sistem var. İstersen sabaha kadar gez, istersen “junk food” ye; benim için sahada göstereceğin performans önemli diyor sistem sana. Onlar tiyatronun baş aktörlerinin oyuncular olduğunu kabul etmiş. Bu bir “show business”. Sahaya çıkan herkesten maksimum performansı alıp gelen izleyiciyi şovla mutlu etmek amaç. Bu yolla markayı büyütüp bu ticareti yönetmek hedefleniyor.

Bizde her şey kazanmak üzerine kurulu olunca, başkan da, antrenör de oyuncuyu kontrol etmek durumunda hissediyor. Atamadığınız bir golle kaçan şampiyonluk, müthiş maçlar oynanmış bir sezonu çöpe atıyor. Sporda neyin mutlu edeceğinin ayrımını iyi yapmak lazım. Biz Darüşşafaka Doğuş olarak sporun bir eğlence kültürü olduğunu vurgulamak istiyoruz. Maçlarımıza gelen izleyicilerimiz maç öncesi konserlerle, çocuklara özel etkinliklerle, maç atmosferiyle arenamızda ayrıcalıklı insanlar olduklarını hissetmeliler. Kazanılsa da, kaybedilse de mutlu bir şekilde evlerine dönüp bir dahaki maça gitmek için can atan bir izleyici yaratmak istiyoruz.

UNVAN KİŞİYİ DEĞİL, KİŞİ UNVANI YUKARI ÇEKMELİ

Titre çok önem veren biri değilim. Hayatım boyunca hiç kartvizitim olmadı. Kişilerin, unvanlarını yukarıya çekmelerinin doğru olduğuna inanıyorum. Türkiye’de unvanlar insanları yukarı taşıyor. Basketbol kariyerim boyunca yaptıklarımla o kartta sadece İbrahim Kutluay yazılı olması benim için yeterli.

Uzun yıllardır beraber olduğum Doğuş Grubu’nda üç yıldır Darüşşafaka Doğuş yönetim kurulu üyesi olarak basketbol operasyonunu yönetiyorum. Üç sene önce Darüşşafaka’yla bir işbirliği anlaşması yaptık. 2. Lig’de olan basketbol takımını şampiyon yapıp 1. Lig’e çıkardık. Sportif anlamda takımımızın en iyi performansı vermesi için yöneticiler olarak arka planda onlara destek olmaya çalışıyoruz. Takımın organizasyonundan sorumluyum. Koç seçimiyle başlayıp, koçla beraber oyuncuları belirleyip takımın bütçesini oluşturuyorum.

Sadece basketbol takımıyla bitmiyor sorumluluk. “Oyunda Kal” projesinin yüzüyüm. Hedefimiz, gençlerimize sporu sevdirmek, onları kötü alışkanlıklardan uzak tutarak gelişimlerine katkıda bulunabilmek. Zamanımın ciddi bir bölümünü bu platforma ayırıyorum. Türkiye’yi gezerek çocukların katılımıyla seminerler düzenliyor, seçmeler organize ediyoruz. Birçok okulun basketbol sahalarını yeniledik. Amacımız, Türkiye’nin her iline gitmek.

NBA’DEKİ GENEL MENAJERLİK SİSTEMİNİ TÜRKİYE’YE UYARLAMAK İSTİYORUM

İtiraf edeyim, kenarda oturmak kolay olmuyor. Sahada olduğunuz zaman kontrol tamamen sizin elinizde. Koç olsan, oyuncular kadar olmasa da skoru kontrol edebilecek özelliklere sahipsin. Ama benim, beş seneden fazla yurtdışında yaşamış bir basketbolcu olarak, Yunanistan’da edindiğim tecrübelerle NBA’de gördüklerimi kafamda canlandırdığımda, buraya bir sistem getirme düşüncem var. NBA’deki genel menajerlik sistemini Türkiye’ye uyarlamayı arzu ediyorum. Avrupa basketbolunda hâkimiyet genelde koçlarda. Yarın öbür gün koçlar değiştiğinde onların sorumluluğunda inşa edilmiş takımların sistemi çöküyor. Bunun yaşanmaması için takımın patronunun, koçun üstünde konumlanmış bir üst akla bağlı olması gerek. Kulübün oynamak istediği basketbol felsefesine göre bir koç belirlenip ona göre bir takım sistemi dizayn edilmeli.

Üç yıl önce Darüşşafaka’yla belirlediğimiz Avrupa kupalarında mücadele etme amacımıza kısa sürede ulaştık. Merdivenleri çok kısa sürede çıktık. 2. Lig’den devraldığımız takımımız şu anda Euroleague’de. Darüşşafaka Okulu’nun 150 senelik tarihinden aldığı güçle Doğuş Grubu’nun gücü birleştiğinde, bizi de Euroleague’i hedefler bir takım yapıyor. Parkede skora direkt katkı sağlayamasam da, bu takımın yöneticisi olmak beni tatmin yeterince ediyor.

İZLE
Shane Larkin: Hayatın İçinde Sakinliği Bulan Bir Şampiyon
İlgili Başlıklar
Daha Fazlası