Kaldır Ellerini! 2-3-2
Dergi Konuları

Kaldır Ellerini! 2-3-2

Dövüş sporu mu, yaşam biçimi mi? Kuvvet, dayanıklılık ve hız için cinsiyet ne kadar geçerli? Rakibiniz kim olsun istersiniz? Bir erkek mi yoksa bir kadın mı? Yoksa sadece kendiniz mi? Boks eldivenleri giymiş biriyseniz artık yenilmezsiniz.

Spor hayatım dün başlamadı. Hayatım boyunca önce ailemin ittirip kaktırmasıyla canım yaz tatillerimin kâbusu tenis ve yüzme kampları, ardından uzun boylu olmam sebebiyle okulda katıldığım basketbol takımı, kışların vazgeçilmezi ve o zamanlar yegâne sevdiğim spor olan kayak gibi birçok spor dalını denemişliğim var. Birçoğunu müthiş bir isteksizlikle yapmama rağmen son derece de başarılıydım; ancak o dönem hissettiğim tabirle ‘lanet’ bir fizik yapım ve buna bağlı bir beden zihin koordinasyonum vardı. Başarmak, becerebilmek elbette güzeldi fakat o yaşlarda disipline karşı müthiş bir alerji geliştirmiştim. Müsabık olacak kadar da hırslı biri değildim. En azından o topa girmek istemiyordum. Çocuktum işte, eğlenmek istiyordum. Bu yüzden de kayak, aralarında tek sevdiğim spor olarak senelerce benimle beraber geldi. Müsabık olmak zorunda değildim, tepeme gaddar eğitmenler dikmediler. Sağ olsunlar kayağı, kar ve doğayı bana bıraktılar.  

Gençlik, ergenlik, çılgın olma adına hayatımda korkunç değişiklikler yaptım. Bu noktaya ‘yatay hayata geçiş’ diyorum. Mesela asla spor yapmayıp, yürümeye bile üşenir hale gelmek gibi, televizyon karşısında saatlerce kıpırdamadan oturmak gibi, gençliğin faydalarından yararlanarak önüne gelen her tür sağlıksız besini tüketmek gibi. Sabah yatıp, öğleden sonra kalkmak gibi. Tanıdık geldi mi? Babamın anneme “Bu kız hasta mı acaba, bir şeyi mi var?” dediği günü bile hatırlıyorum; kendim de buna bir süre ikna olup tribe girmiştim. Tek aktivitem gece kulüplerinde gezmek ya da evde kendi kendime dans etmekti. O sayılır mı? Bu dönem birkaç sene sürdü. Üniversite dönüşü iş hayatım hakkında kararlar almak üzereyken pilates ve yogayla tanıştım. Pilatesi şaka maka 13 sene kadar devam ettirdim. Yoga ise arada daralıp kaçtığım, sonra tekrar heyecan duyduğum, ayrılamadığım tuhaf sevgilim gibi oldu. Aslına bakarsanız, nabzımı yükseltecek sporlardan kaçıyordum. Üşeniyordum, yorulmak istemiyordum, gereksiz buluyordum. Ben iyiydim, gençtim, bedenim iyi görünüyordu, neden ekstra çaba gösterecektim? Dikkat! Buraları iyi okuyun, bu bir boks yazısıdır!

 

21-02/03/4m3a1194.JPG

 

Yeni bir ‘ben’e doğru

Tabii sonraları zaman benim aleyhime işlemeye başladı. Diriliğimi kaybetmeye, kendimi yorgun hissetmeye, her şeye daha da üşenmeye başladım. Sabaha karşı yatıp, bölük pörçük uykular uyuyup, garip saatlerde beslenmek bedenimin de zihnimin de ihtiyaçlarını karşılayamaz hale geldi. Bu dönem, zihin konusunun henüz farkında değildim. O sıralarda önemsediğim tek şey bedenimin görüntüsüydü. Kendimi ‘muhafaza’ etmek ve eski formuma kavuşmak gibi aslında basit, fakat o zaman bana aşırı zor ve yorucu görünen bir denklemin içinde buldum kendimi. Ay ne yapayayım, bir spor hocasından haftada iki ders alayım bari! Ne zulüm ama. İlk ‘trainerım’ ders öncesinde benimle yürüyüş yapıp, sevip sevmediğim şeylerden konuşmayı teklif etti. Allah’ım şükürler olsun, ilk ders sadece yürüyeceğiz. Nereye kadar yürüyeceğiz? Kaç dakika yürüyeceğiz? Neyse, yürüyebilirim. Hem konuşursak vakit de çabuk geçer. Karşısına geçiyorum ve başlıyorum: “Ben koşmayı sevmem, zıplamayı sevmem, öyle aşırı bir şey değil zaten istediğim.” Beni bütün sabrıyla dinliyor. “Yavaş yavaş başlarız, merak etme.” Öyle de oluyor. Kendi bedenimin ağırlığıyla ‘minnak minnak’ ilerliyoruz. Ama ne ilerleme! Bir sene içerisinde ne bedenimi, ne kendimi tanıyabiliyorum. Koşmaya başlıyorum, yoga stüdyosunda herkesin kaçtığı eğitmenlerin derslerine giriyorum. Gün geçtikçe daha da kuvvetleniyorum. Sabaha karşı yatan ben, gün geçtikçe daha da erken kalkmaya başlıyorum. “İlk derste sabah 10’da ancak gelebilirim” diyen ben, “Saat 8’de olur” diyen benle yer değiştiriyor.

 

21-02/03/4m3a0469.JPG

 

Kan gövdeyi götürüyor, ne boksu!

Zamanla bu enerji, bedenimi yeni alanlarda keşfetme isteğiyle baş başa bırakıyor beni. Ne denesem, ne denesem? Thai Chi! Yok daha enerjik bir şey istiyorum. Jijitsu! Terli insanlarla yuvarlanmak istiyor muyum? Bilemedim. Sonra bir arkadaşım bana boksu öneriyor. Haydaaaa! Ben ne anlarım bokstan. Hayatımda bir yumruk atmışlığım yok. Hem o ne agresif şey öyle. Tamam Victoria’s Secret mankenleri falan da yapıyor ama ne bileyim ben. Yok yahu atamam ben yumruk. Sinirlensem ancak şaç falan çeker, tırmık atarım. Maksimum tekme! Hayatımda hiç tekme attım mı? Hayır. Hem benim boksla alakalı bütün bilgim Rocky Balboa yahu! Tamam Muhammed Ali ve Mike Tyson kim biliyorum ama maç izlemişliğim yok. Rocky filminde de maç sahnelerinde gözlerimi falan kapatıyordum. Kan gövdeyi götürüyor, ne boksu! İçimden söylene söylene ilk dersime gidiyorum. İçimde garip bir heyecan var ama iyi mi kötü mü emin olamıyorum çünkü bir tarafım da ‘rezil olacağım’ gibi hissediyor. İlk derste rezil olacağını düşünen ilk ben değilimdir umarım. Stüdyodan içeri girdiğimde, beni eğitmenim Furkan Kayış karşılıyor. Ne kadar genç, ne kadar güler yüzlü, nazik. Milli boksörmüş, Allah Allah. “Boksör” deyince aklıma sinirli adamlar geliyor, tüylerim diken diken. İlk derse hemen başlıyoruz. Eldivenleri takıyorum ve bana en temel iki vuruşu gösteriyor. Ellerindeki lapaları havaya kaldırıp, “Hadi Zeynep 1-2” diyor (sağ direk, sol direk). Ne var canım alt tarafı yumruk yani, bir şeyler yapacağız elbet. Vurmaya çalışıyorum ama uyarı üzerine uyarı alıyorum. Niye? Çünkü lapaları adeta tırmalamaya başlıyorum. Dedim size tırmalamayı biliyorum diye! “Tırmalama” diyor Furkan hoca. Ve sonra ekliyor: Boks estetik bir spordur. Sokak magandası gibi vurma. Eline, bedenine yakışsın! Ne diyor ya? Estetik yumruk. “Kaldır ellerini! Beni dinlerken bile düşürme!” Gülmeye başlıyorum. Sinirsel. O ‘vur’ dedikçe, ben: “Ay vuramam ben ehe ehe.” Sinirli biri değilim, agresif değilim, öyle pat diye vuramam ki. Yani en azından şu an sinirli değilim! “Boksun sinirle alakası yok” diye ekliyor Furkan hoca. Zamanla en iyi ve sert attığım yumrukların muhteşem bir kontrol içinde gerçekleştiğini fark edeceğim ama bu an, o an değil. Bu sıralar duymak istediğim tek şey, Furkan hocanın ağzından çıkacak olan o ‘aferin’. Ve ardından eklediği “Böyle devam et, hadi biraz daha hızlı, hadi biraz daha mesafeden, biraz daha sert.  Hadi Zeynep, sen yapabilirsin!” Tabii bunlar ilk başta söylenen tatlı sözler. Şimdi eğitim, daha iyisini yapabilecekken yapmadığımda “Bok gibi oldu” cümlesine evrildi. Şimdi aldığım aferinlerin kıymetini siz düşünün.

Dersler ilerledikçe lapalarla hafif hafif yanaklarıma, kafama değmeye başlıyor. İlk olduğunda gözlerimi kısıp arkamı dönüp kapanmıştım. “Ne yapıyorsun! Rakibin nerede Zeynep!” Ne bileyim nerede! Umurumda mı sanki. Tek derdim darbe almamak. Bana göre darbe o. Daha iyisini henüz bilmiyorum. Bilmediği bir kulvarda mücadele etmeye çalışan her insan gibi ben de kaçmayı tercih ediyorum ki bu, ringde de hayatta da hiçbir işe yaramayacak bir savunma biçimi. Tamam, kafanıza bir şey düşerken hariç. “İlk dersler sandığım kadar fena geçmiyor” diye düşünüyorum. “Asla yapamam” dediğim birçok şey yavaş yavaş derslere ekleniyor. Buradan sonrası öyle bir hızla ilerliyor ki, dört ay içerisinde yapamayacağımı sandığım birçok şeyi tıkır tıkır yapmaya başlıyorum. İlk 10 derste nefes bile almakta zorlandığım durumlar, benim için ısınma halini alıyor. Tabii ben ilerledikçe antrenmanlar daha da seri ve zorlayıcı oluyor. Bu spor beni öyle bir cezbediyor, kalbimi öyle bir çarptırıyor ki tabir yerinde ise âşık oluyorum. Furkan hocaya dediğimi hiç unutmuyorum: “Ben buraya fit olmak, kardiyovasküler egzersiz yapmak için gelmiyorum. Bana boks sporunu öğret.” 

 

21-02/03/4m3a9574.JPG

 

Başka bir evreye geçişimin miladı

Hayatımda ‘fit olma’ fikrinden başka bir evreye geçişimin tam tarihi, bu fikrin ilk aklıma düştüğü andır. “Benim için fit olmakla yaptığım sporda iyi olmak, iyi bilmek, bildiğini yapabileceğimin en iyi haliyle ortaya koymak her şeyin önüne geçti.” “Biliyorum...” diyor, “görüyorum.”  

İnternette boks maçlarını izleyip onlar gibi yumruk atmak, onlar kadar seri olmak, onlar kadar korkusuz olmak ve en önemlisi her düştüğümde ayağa kalkmak, yapamayacağımı sandığım yerde başarmak, tükendiğimi sandığım anlarda daha da ileriye gidebildiğimi görmek benim daha önce hiç tanımadığım ya da unuttuğum vasıflarımın tekrar ortaya çıkmasına ve hatta sınırlarım nerede sanıyorsam onlardan çok daha öteye gidebileceğim duygusunu iliklerime kadar hissettiriyor. Hissettirmekle kalmıyor, haftanın üç günü yaptığım antrenmanlarıma, bunları daha da pekiştirerek, her geçen gün daha ileriye taşıyarak devam ediyorum. Sonra işin en eğlenceli kısmı geliyor; Furkan hoca bir gün stüdyoya girip, “Bugün sana bir sürprizim var” diyor ve eldivenlerini giyiyor. Kafalık ve dişliği de yerleştiriyor: “Ringe geç!” 

Gerçek yumruklarla böyle tanışıyorum. Devamı, erkek öğrencilerle antrenman maçı (sparring) yaparak geliyor. “Yumruk yemeden, atmayı öğrenemezsin Zeynep.” Bu antrenmanlarda tabii ki maçlardaki gibi birbirimize hunharca girişmiyoruz. (Bilmeyenler için ufak bir detay.) Birkaç tatsız yumruk yemişliğim var ama tatsız olmasının hoşuma gider hale geldiği bir evreye de geçmedim değil. İlk başta onların deyimiyle ‘dokunsalar’ bile tepki verecek moddan, aslında hiçbir şey olmadığını fark ettiğim bir moda geçtim. Bilgi için yazıyorum: Henüz sağlam bir yumruk yemedim. Bunu ‘spor’ adı altında yapan kimse yemedi. Bir de işin o boyutu var. Fakat bilinmeli ki boks, yumruk atmaktan ziyade yumruk yememe sporudur. Ve çok zeki olmayı gerektirir. Bizler (faniler) maça çıkmaktan ziyade kendimizi geliştirmek adına bu antrenmanları yapıyoruz. Erkeklerle antrenman maçı yapma sebebim ise karşıma çıkacak yiğit bir kadın beklememden. Şaka! Belki de değildir. Bekliyorum sizi kızlar! İlk derslerde erkeklerden daha iyi yumruk atan kadınlar gördüm. Hatta boks torbasına vuramayan erkeklerle dolup taşıyor ortalık. Estetik yumruk meğer öğrendikçe ve en iyileri çokça izledikçe atılabilen bir şeymiş.  

Özellikle boksla keşfettiğim bu değişim, sadece bedenimde hissettiğim bir güç olmaktan çıkıp, hayatımın her yerinde kendini göstermeye başladı. Bir kere fiziksel kapasitemin maksimumunu yaşadığıma inanıyorum. Ama inanmamalıyım; çünkü bir çığ gibi katlanarak artan bir enerjiye sahip oldum. Yıllar geçtikçe bunun aksi olması gerekirken, benim için saat sanki tersine işler bir duruma geldi. 20’li yaşlarımdan çok daha fazla enerjiye ve yaşama gücüne sahip oldum. Kim bilir o zamandan bu zamana böyle gelseydim neler olurdu. Psikolojim hiç olmadığı kadar kuvvetlendi. Çünkü artık her şeyin altından kalkabileceğimi düşünüyorum. Herkesin her şeyin altından kalkabileceğine inanıyorum. İnsanların isterlerse değişebileceklerine inanıyorum ve biliyorum. Kendime bakmam yeterli oluyor. Ufak, dünyevi, hayatın her gün önümüze koyduğu boş üzüntülerim round arası kadar kısa sürüyor. Ne kadar düşersem düşeyim, ayağa çok hızlı bir şekilde kalkabiliyorum. En önemlisi kendime hiç inanmadığım kadar inanıyorum. Seneler de geçse her zaman daha iyiye gidebileceğimi biliyorum. En iyi versiyonuma ulaşmaya ölene kadar devam edeceğimden eminim. Pes etmemek hayatımda hiç bu kadar anlamlı olmamıştı. Sabahları saat 5’de uyanmaya başladım. Bunun neyle alakası olduğundan emin olmamakla beraber bir fikrim var elbet. Sabah 8,7,6 derken son 2 senedir sabah 5’te sanki uykudan değil de koltuktan kalkıyormuşçasına bir enerjiyle uyanmaya başladım. Hatta sabah kalktığım an, üzerime koşu kıyafetlerimi giyip sokağa çıkıyorum. En azından bir saat yürümeden eve girmiyorum. Kendimi iyi ve kuvvetli hissettiren gıdaları zaman içinde keşfettim. Vegan değilim, herhangi bir diyet uyguluyorsam, buna sadece ‘sağlıklı beslenme’ demek haksızlık olur. Bu, makinaya doğru benzini doğru zamanda koymakla alakalı. Bunların hepsi hem birbirini çağırmaya, desteklemeye, pekiştirmeye; hem de fiziksel, psikolojik inanılmaz bir güç ve farkındalık vermeye başladı. Bunu aşırı disiplinli bir hayat gibi algılamak doğru olmaz. Hiçbir insan çok iyi hissedebileceği bir şeyi reddedemez. Yeter ki onunla tanışma fırsatı olsun; kendine bu şansı tanısın.

 

Bu yazı GQ Türkiye Denge lansman sayısında yayınlanmıştır. 

İZLE
Ertan Balaban'la Challenge - Adem Kılıççı
İlgili Başlıklar
Daha Fazlası