Futbolumuzun Karizmatik Panzeri Mario Gómez
Röportaj

Futbolumuzun Karizmatik Panzeri Mario Gómez

Onu dün zirvede olduğu için değil, bugün yeniden zirveye çıkmayı hedefleyecek kadar azimli olduğu için seviyoruz.

Yemyeşil bir ovada görkemli bir dağ gibi yükselir. Zirvesindeki kar kibirden değil ama oldukça mağrur. Sis perdesinin arkasına saklanır, sessizce “o anı” bekler. Göremeseniz de zamanı gelince, olması gereken yerde olacağını bilirsiniz. Dev cüssesinden beklenmedik bir şekilde hızlanır. Ne yapması gerektiğini düşünmez, bilir. Kaleye bakmaz, kaleciyle muhatap olmaz. Ayağından çıkan topun nereye gideceğinden şüphe duymaz. Gollerini boş kaleye atar Mario Gómez. Futbolda da, hayatta da boş kaleye gol atmak kolaydır. Kaleyi boş yakalamaksa maharetin doruk noktasıdır.

1.74 metre boya 80 kilo ağırlığı, gövdesinden kısa bacakları ve o kısacık bacakların taşıdığı kalın baldırlarıyla genç bir oyuncu getirdiler Bayern Münih tesislerine. “Başkan çok ısrar etti, mutlaka denemenizi istiyor” dediler. Dönemin antrenörü Zlatko Cajkovski, kendisine doğru yaklaşan genç adamı görür görmez bastı kahkahayı: “Çıldırdınız mı siz? Bundan futbolcu değil olsa olsa halterci olur, alın götürün şunu gözümün önünden.” 

Bu alaycı tavır, 20’nci yüzyılın en büyük golcüsünün kariyerinin başlangıcı oldu. Kariyeri boyunca 585 maçta 533 gol atan bu oyuncu, üstünden kırk yıl geçse kırılamayacak rekorlara imza attı. İkinci lig takımı Bayern Münih’i futbolun devlerinin arasına taşıdı. Kulübüne üç sezon arka arkaya Şampiyonlar Ligi Kupası kazandırırken, milli takımını dünyanın zirvesine çıkardı. Attığı gollerin nelere kadir olduğunu en iyi anlatan sözcükler, dönemin bir diğer efsanesi Franz Beckenbauer’e aittir: “Bayern Münih, bugün sahip olduğu her şeyi ona borçlu. Onun golleri olmasa hepimiz antrenman sahasında eski bir tahta sıranın üzerinde kariyerimizi tamamlardık.” 

Bu hikayenin kahramanı Gerd Müller, bugün hâlâ Almanya’nın yetiştirdiği gelmiş geçmiş en büyük golcü kabul edilir. Aynı takıma ve ülkeye kazandırdığı kupalarla onun veliahdı olmaya en çok yaklaşmış isimse bu sene ülkemizde arzı endam etmekte. Farklı devrin oyuncuları olduklarını ve fiziksel açıdan birbirlerinden çok farklı olduklarını söyleyebilirsiniz. Ceza sahası içi golcüsü olarak sınıflandırılsalar da oyun stillerinde öne çıkan detayların benzeşmediğine vurgu yapabilirsiniz. Ancak şuna itiraz edemeyeceğinizi biliyorum: Mario Gómez, aynı Gerd Müller gibi, topu iki kale direğinin arasından geçirmekle ilgili engellenemez bir dürtüye sahip. Bu, onun en büyük yeteneği ve o, bu yeteneğinin fazlasıyla farkında. 

Aslında insanın kendisine bahşedilen yeteneğin farkında olması tehlikelidir. Yeteneğini gözünde fazla büyütenler, zaman içinde küçülerek yok olur gider. Hayat sadece sahip olduğu yeteneğin bedelini ödeyebilmek için canla başla çalışanlara adil davranır. Karşınızda duran adam, tam da böyle biri. Yeteneğinden çok, yeteneğine layık olabilmek için yaptıklarıyla takdiri hak ediyor. Ve sahip olduklarını kaybetme korkusuyla yüzleştiği halde pes etmediği için.

16-01/28/mario-gomez-gq-subat-2016-1-1-1-1453973459.JPG

Ülkenin yeni yıldızı

Mario Gómez, 2009 yılında altı senelik Stuttgart kariyerini Bundesliga için rekor bir rakamla taçlandırdı. Futboluna yaşından büyük rakam biçilmiş; Bayern Münih, 24 yaşındaki oyuncu için 35 milyon euro’yu gözden çıkarmıştı. 

“Hayaller gerçekleşmez, gerçekleştirilir” derler. Gómez’in takımdaki ikinci sezonunda yaptığı tam da buydu. “Küçük takımların büyük golcüsü” etiketi yapıştırmaya heveslenenleri yerin dibine soktu. Ligde attığı 28 golle gol kralı olurken, Şampiyonlar Ligi’nde 8, Almanya Kupası’nda 3 defa fileleri havalandırdı. O sezon, tüm dünyaya özel bir yeteneği olduğunu resmi olarak ilan etti. Onu özel yapan şeyin ne olduğunu kendisinden duymak istiyorum: “Sanırım en güçlü yanım, sezgilerim. Topun ceza sahası içinde nereye geleceğini tahmin etmekte zorlanmıyorum, o nedenle nerede durmam gerektiğini biliyorum.”

 

16-03/07/mario-gomez-gq-kamera-arkasi.jpg

 

Sahada nerede durması gerektiğini bilen adamlar, hayatta da nerede duracağını bilen zeki adamlardır. Bu içgüdüsünü vuruş kalitesiyle birleştiremeyenlere takımın en gösterişli mevkiini emanet etmekse büyük bir kumardır.

Bayern Münih kumar oynayacak bir kulüp değildi. Uzun yıllar takip ettiği bir oyuncuyu transfer etmişti, yanılıyor olamazdı. Gómez’in üçüncü sezonundaki performansı, Gerd Müller’in takdirini kazanacak seviyedeydi. “Bu delikanlı benim rekorlarımı kıracak bir oyuncuya benziyor. Bunu Bayern Münih forması giyen bir oyuncunun yapması bana mutluluk verir” demişti efsane golcü.

Gol atmanın yaşattığı his

Zor olanı yapan; basit oynayan, o yüzden de gollerini bu kadar “kolay” atan bir oyuncuya gol atmanın nasıl bir his olduğunu soruyorum: “Sırtımdaki formanın da, rakibin de, pozisyonun da önemi yok. Attığım her golde aynı hissi yaşıyorum; önce bir anlık bir huzur, ardından mutluluk. Gol atmanın bana yaşattığı his, hayatımda olan biten her şeyi unutturabilecek kadar güçlü.”

Mario Gómez’in hikayesi, parladığı bu iki sezonun ardından, aniden yön değiştiriyor. Bayern Münih’teki dördüncü sezonunun ilk üç ayında sahada olamıyor. Takımın yeni teknik direktörü Pep Guardiola, Gómez’in yerini, Mario Mandzukic’i transfer ederek dolduruyor.

“Üst düzey kulüplerde sakatlık geçiren santraforlar için tehdit daha da fazla diyebilir miyiz? Ne de olsa her çocuk golcü olma hayaliyle geçiyor topun başına…” diye soruyorum. Bunu arkasına sığınılacak bir bahane gibi kullanmaya yeltenmiyor: “Bence bunun hangi bölgede oynadığınla bir alakası yok. Herkes için geçerli olan basit bir denklem var. Biri senden daha iyi olduğunu kanıtlayana kadar en iyisi sensin.”

“Bu sadece performansla alakalı olmayabilir. Futbol evrim geçiren bir oyun. Eskiden teknik direktörler ne yapacağından emin oldukları golcüleri tercih ederdi. Artık rakiplerin ne yapacağını öngöremediği isimleri tercih ediyorlar” diyorum. Nazikçe pivot santraforların eskisi kadar revaçta olmadığını ima ettiğimi fark edince kısa ama derin bir açıklama yapıyor: “Buna son yıllarda ortaya çıkmış bir akım gibi bakmak doğru olmaz. Geçmişte de ufak tefek ama çok iyi golcüler dünya futboluna damgasını vuran işler yaptılar. Mesela benim idolüm olan Romario. Ama bu nasıl ki benim profilimdeki golcülerin neler yaptığını gölgelemedi; bundan sonra da neler yapacağımızın önünde bir engel oluşturmaz. Çünkü bir futbolcunun kalitesi boyla bosla ölçülebilecek bir kavram değildir.”

Bana şans verilmesini talep etmem

Gómez, Bayern Münih’te tamamına yakınını yedek kulübesinde geçirdiği son sezonunda, nadiren şans bulduğu her dakikayı değerlendirmiş, takımın en golcü üçüncü oyuncusu olmuştu. Sezonun sonundaysa onu lig şampiyonluğu ve Şampiyonlar Ligi Kupası bekliyordu. “Böyle bir dönemde yedek oturmanın kolay olduğunu söyleyemem ama oyuna her girdiğimde gol atmak, huzurlu olmamı sağlıyordu” dediğinde, her an hazır olmasını neye borçlu olduğunu soruyorum. “Fiziksel ve zihinsel olarak o zamana kadar maçlara nasıl hazırlanıyorsam, o dönemde de aynı şekilde hazırlanıyordum. Zaten zihinsel olarak hiçbir zaman alışagelmişin dışında bir hazırlanma yöntemim olmadı. Futbol sonuçta sadece bir oyun” diyor. Aslında son cümlesiyle bazı futbolseverlerin “Biraz gamsız mı görünüyor ne?” sorusuna da cevap vermiş oluyor.

Yıldız oyuncunun Bayern Münih’ten ayrılmayı hiçbir zaman istemediğini tahmin etmek zor değil. Taraftarlar da onu çok seviyor, her ne kadar forma şansı bulamasa da onu başka bir takım formasıyla görmek istemiyorlardı. Ama takım arkadaşlarının “boğa” lakabını taktığı golcüyü, dünyanın en iyi kulübü bile olsanız yedek kulübesinde zaptetmeniz mümkün değildi. Gol atamadığı her maç zaman kaybıydı. Üstelik bir sezonu daha yedek kulübesinde geçirirse 2014 Dünya Kupası kadrosu açıklandığında hüsran yaşayacağının da farkındaydı.

Alman oyuncunun takımdan ayrılacağı haberleri basında yer almaya başlayınca, La Liga’yı tercih edeceği söylentileri hararetlendi. İspanyolların, yarı İspanyol olan ve gerçek anlamda rakip gördükleri tek ülke Almanya’da yetişen oyuncuya sevgi ve saygı beslediği biliniyordu. Ancak Gómez, tercihini tek başına sırtlayabileceği bir takımdan yana kullandı. Fiorentina kulübünün düzenlediği imza törenine 20 binden fazla taraftar katıldı. Sezona iyi başladı. Buradan iyi bir geri dönüş hikayesi çıkacak denmeye başlanmıştı ki, Cagliari ile oynanan maçta, dizinden çok ağır bir şekilde sakatlandı. Beş ay sahalardan uzak kalan golcünün sakatlığı, belki de olması gerekenden biraz erken sahalara dönmesinin de etkisiyle, Napoli maçında nüksetti. Sezonu kapatmak zorunda kaldı. Bu, Almanya’nın Brezilya’da düzenlenen Dünya Kupası’na onsuz gitmesi anlamına geliyordu. Ve malum, Almanya turnuvadan kupayla döndü.

Dünya Kupası’nı kazanana kadar Messi’nin bile dünyanın en büyük futbolcusu olarak gösterilemeyeceğinin iddia edildiği bu oyunda, hem Şampiyonlar Ligi hem de Dünya Kupası sahibi bir oyuncu olmayı kıl payı kaçırmanın büyük bir travma olduğu kesin. Yine de Gómez, geçmişte yaşadığı talihsizlikler üzerine fazla kafa yormuyor. Çünkü başına hiç gelmemiş olmasını arzuladığı sakatlıklar için hayıflanmanın, iç huzurundan ve geleceğinden çalmaktan başka bir işe yaramayacağının farkında. “İnsan kendine inandığı, içindeki gücü keşfettiği ve sahip olduğu yeteneğe güvendiği sürece er ya da geç başarıyı yakalar. Bunun aksi mümkün değil. Ben bu oyunu ve gol atmayı çok seviyorum. Ne kadar çok gol atarsam atayım yetmiyor, hep daha fazlasını istiyorum. Bir şeyi bu kadar çok istediğinizde hiçbir şey sizi yıldıramaz” diye anlatıyor yaşadığı sakatlıklarla nasıl mücadele ettiğini.

 

16-03/07/mario-gomez-gq-subat-2016-1.JPG

Atılgan ve aç bir adam

Aslında Fiorentina kulübü de oyuncusunun yılmayacağının farkındaydı, o yüzden de Gómez’den vazgeçmek istemiyordu. Ancak ünlü futbolcu, İtalya’da yaşadığı uzun sakatlık döneminin üzerinde yarattığı yükten tamamıyla sıyrılabilmek için, yeni bir sayfa açması gerektiğine inanıyordu. Maddi açıdan da kulübe ciddi bir yük getiren oyuncuyu kalmaya ikna edemeyeceğini fark eden Fiorentina yönetimi, transfer tekliflerini değerlendirmeye razı oldu. Beşiktaş yönetimi, çok büyük bir transfer başarısına imza atıyordu. Sohbet sırasında ne kadar kıymet verdiğini daha iyi anladığım Giovanni Trapattoni’nin de dediği gibi, İtalya çok büyük bir golcüyü kaybederken, Beşiktaş taraftarı meşalelerle havaalanına akın ediyordu.

Kariyerinde açtığı bu yeni sayfanın Gómez’e daha ilk günden iyi geldiği ortada. Bir takımı tarihinin en heyecan verici dönemlerinden birinde yakalamak, hangi düzeyde olursa olsun bir oyuncu için önemlidir. Arkasında fiziğine bu kadar yakışan gol sevincini sık sık sergilemesini sağlamaya hazır bir oyuncu grubu var. Bireysel performans yönetimi ve forma adaleti gibi yönetilmesi çok zor iki kavramı bu kadar iyi dengede tutabilen bir teknik direktörle yollarının kesişmiş olması da en büyük şansı.

Tabii Gómez’in de şampiyonluk kutlamalarını yeni stadı Vodafone Arena’da yapmayı hedefleyen Beşiktaş’a iyi geldiğini söylemeye gerek yok. Üstelik skora ve oyuna katkısı bir yana, hayat görüşü ve tecrübesiyle de “alana” çok şey vereceği aşikar. Sadece Beşiktaş altyapısının değil, günün birinde futbolcu olmayı hayal eden her gencin, onun sporcu disiplinini rol model alması şart. O gençler adına, golü koklayan santrafor olmanın sırrını soruyorum: “Öncelikle oyunu iyi okumanız lazım, topun size ulaşmasını sağlamak için nerede durmanız gerektiğini iyi bileceksiniz. Top size geldiğindeyse rakip takımın kalecisine iyi pozisyon alabilmesi için gereken zamanı tanımayacaksınız. Topa vururken de şunu aklınızdan çıkarmayın; kuvvet her şey değildir. Hedefi tutturma oranı, topa hızlı vurmaktan daha kıymetli bir özelliktir.” Gómez bu sözleriyle kolay gol atmakla, golü kolay atmak arasındaki farkın da altını çizmiş oluyor.

Son olarak, ilk profesyonel sözleşmesini imzaladığı yıllardaki halini gözünde canlandırmasını ve o genç delikanlıyı birkaç kelimeyle tarif etmesini istiyorum. Gülüyor. “Atılgan ve aç” diyor. Kendisiyle ilgili çıtayı nereye koyduğunu daha iyi anlamamızı sağlamak için de “Ve inanın hâlâ o zamanki kadar açım” diye ekliyor.

Onun hikayesi, güçlü bir adamın nasıl tökezlediğinin değil, tökezledikten sonra nasıl yeniden ayağa kalkacağının hikayesi. Ama bu sefer yolun sonuna odaklanmak yerine, yolculuğun tadını çıkarmaya da kararlı.

 

İZLE
Mario Gómez Kamera Arkası
İlgili Başlıklar
Daha Fazlası