Selahattin Paşalı: Kendisini Nasıl Yüksek Tutuyor?
Hype

Selahattin Paşalı: Kendisini Nasıl Yüksek Tutuyor?

Dönemsel yaşadığımız dalgalanmaların içinde bazılarımız pes ederken, bazılarımız daha yükseklere dikiyor kafayı, hedefi, gözü... Selahattin Paşalı, ikinci ekipten; kendine sürekli yeni hedefler belirleyen, aynı anda 3 işi yapacak kadar üretebilen, olan biteni biraz da olsa çözmeye çalışanlardan. Biz susalım, o anlatsın...

Bize biraz ufak kaçışlarından bahseder misin? Kargaşanın içerisinde kendini nasıl yükseltirsin?

Şu an iki sette birden çalışıyorum. Bir de oyun vardı, o iptal oldu. Provaya gidip geliyorum, arada dergi çekimi oluyor... Şehirden uzaklaşmak, doğaya gitmek beni ferahlatıyor. Geçen bir fırsat buldum, hemen Ağva'ya gittim mesela. Şehir içindeysem kendimi tekrardan yükseğe çekebilmek için bir restorana gider, kendimi ödüllendiririm. Güzel bir yemek ve iyi bir şişe şarap söylerim, evde kendime kahvaltı hazırlamayı severim. Sabah klasik müzik dinlerim. Biraz olsun uzaklaşmamı sağlar. Doğaya kaçmak, seyahat etmek de çok iyi geliyor. En  sevdiğim mevsim, sonbahar. Kafamda, ilk fırsatta şömineli bir dağ evine gitmek var. Meditasyon ve yogayı merak ettim, araştırdım ama henüz hayatıma entegre edemiyorum. Obsesif kompulsif olduğumu düşünüyorum. Takıntılıyım. Stresle beraber bu durumlar beni daha çok sıkıyor. Gece yatarken sete kalkmak için alarmımı kurdum mu diye 16 kere bakıyorum! Rahatlamak için illa başka yere gitmem lazım.

 

Rahatlamayı konfor alanının dışına mı koyuyorsun?

Stresten besleniyorum. Dolayısıyla çok da rahatlamak istemiyorum aslında. Bu ‘Aman Allah’ım ben ne yapacağım?’ stresi değil. Eve geldim, yarım saat meditasyon yaptım, çıktım durumu olmuyor. Meditasyonda da yönlendirilmeye ihtiyacım var. Meselem bu. Kalamam o kadar uzun süre aynı yerde. Bunu beceremediğim için de stresle dans edeyim bari diyorum kendime. Stres yönetimi, rahatlamaktan daha doğru bir yol olarak geliyor bana. Bu, benim kendi yolum tabii.

 

Stres dışında da zorlandığımız başka konularda enerjini nasıl yükseltiyorsun?

Oyunculuk yaptığım için sürekli bu anları kullanıyorum hayatta. Motivasyonlarım var. Kapandığım anlarda hedeflerimi, yapmak istediklerimi düşünüyorum: Neden bu işe başladım, neden bu işin içindeyim, bu sahneyi nasıl bitiririz ... ‘Hadi oğlum, sabret oğlum’ diye motive ederim kendimi. Günün sonunda ekranda görüleceğiniz için zaten öyle ya da böyle 3-2-1 denildiği andan itibaren size adrenalin geliyor. “Aman” deyip boş verme lüksü yok. Çok yorulduysam biraz uzaklaşırım. Yerimde zıplarım, enerjimi yükseltip dönerim sahneye.

 

Stressiz günlerden bahsedelim... İdeal pazar günü nedir senin için?

Pazarları bir minik çilingir kurmayı severim. İmkânım varsa kaçırmam; rutindir. Evde kalıp vakit geçirmekten keyif alan biriyim. Evcil bir hayvanımdır. Yoğunluğum olmazsa spora giderim. Orayı gezeyim, bunları yapayımdan çok, sanat okuduğum için fırsat oldukça sergi, müze gezmeye çalışırım. Aşırı sosyal ya da kulağa havalı gelen ritüelleri olan bir adam değilim: Pazar sabahları at binerim üzerine deniz kenarında portakal suyu içerim gibi bir durumum yok. Sakinlik ve rahatlık hoşuma gidiyor.

 

Hepimizin alışmaya çalıştığı yeni bir düzen var artık. En çok neyi zorluyor seni?

Kabullenme sürecindeyim. Bir yere gittiğimde ateşimin ölçülmesine de maske takmaya da alıştım. Bulunduğun şartlara, her şeye alışıyorsun. Ona göre hayatını devam ettiriyorsun. “Bu daha ne kadar sürecek böyle?” diye düşünmemeye çalışıyorum. O beni karanlığa, kötü, düşük enerjiye götürüyor. Babil’in setinde Aslı (Enver) ile karşılaştık sarılamadık. Öyle samimi duyguları, paylaşımları özlüyorum işte. Süreç bu, yapacak bir şey yok. 

Selahattin-Pasali

İlk fırsatta nereye gitmek istiyorsun?

Budapeşte’de okudum. Yıllar sonra tekrar Budapeşte’ye gitmek de istiyorum ama mesela İzlanda çevresini merak ediyorum. Asya’yı merak ediyorum. Abimden dolayı Tayland’a da gittim ama Bali, hatta Hindistan olabilir mesela. Hem orada bir öğreti öğrenirim; bir inziva olur, kampa katılırım. Artık sadece içelim, gezelim, eğlenelim diye bir yere gitmek istemiyorum.

10 günlük sessizlik inzivası hikâyesi var ya... O olabilir mesela. Bilmiyorum yapabilir miyim? Akışı ve hayatımı kontrol etmeye çalışma çabası var hep. Hayat senden daha güçlü; kışta kalman lazım, fakat belki yaşımdan ya da eskiden gelen alışkanlıklarımdan dolayı olmuyor bu. Hep nasıl kontrol edebileceğimi, daha iyi yapabileceğimi düşünüyorum. Çakralarım, algılarım açık değil belki de bilmiyorum. Dolayısıyla akışla alakalı, spritüal bir eğitim ya da bir kampa katılıp bunlar üzerine çalışmak isterdim.

 

Hayat akışında setler de var. Kontrolü sende olmayan bir akışı nasıl aşabiliyorsun, yöntemin ne?

Bunu yavaş yavaş aşmaya başladım, kontrol etmiyorum. Hatta hayatın zamanlamasına güvenme evresine gelmeye başladım. Kaçıyorsa da kaçıyor. Daha iyisinin geleceğine inanıyorum, ya da gelmiyorsa da bir zamanlaması olduğuna inanmaya başladım. Bedelli askerlik çıktığında bir dizim vardı. Ya askerlik dizinin çekim haftasına denk gelirse diye bağışıklık sistemim çöktü, serumlar yedim. Halbuki olay benlik değildi. Enteresan tarafı da ben kendimi hayatın akışına bırakınca her şey art arda çözülmeye başladı. Bıraktım akışa... Yavaş yavaş o hastaneden, bağışıklık sistemi çökmesinden çıktım. Daha iyiyim.

 

Dizi mi tiyatro mu?

Dizi dünyasında çok acayip hız var. Herkes haklı, yatırım büyük ve yetişmesi gereken bir iş var. Tiyatroda böyle bir durum yok. Bir sahnenin iki ay boyunca provasını yapıyorsun bazen.Seyircinin ışığı bir alınıyor benim kalbim bir atmaya başlıyor sana anlatamam. Yaşadığımı hissediyorum. O adrenalin seni farklı bir şey yapıyor. Dizide bazen bu hızın içinde oyunculuğu çok mekanik bir yere konumlandırabiliyorsun. Tiyatroda duygular daha ön planda. Sadece sen varsın ve seyirciye bir his geçirmen gerekiyor. Tiyatronun prova süreci bence oyuncuyu çok geliştiriyor. Çok mutluyum ki “AŞK101” ve “Babil” dizileri benim Fotoğraf51 oyununa dahil olmam ve oradaki gelişimimden sonra gelen projeler. Oyunculuk anlamında tiyatro daha çok tatmin ediyor ama ekran karşısında sanki daha somut bir durum var. Bir de sinema var tabii... Hepsinin tadını almak istiyorum.

 

Oynadığın rollerle nasıl aran? Nasıl bürünüyorsun o karakterlere?

Şu ana kadar oynadığım iki karakter de benden çok bağımsız. O yüzden de seviyorum. Babil'de canlandırdığım Hakan karakteri karanlık ve psikopat bir çocuk. Ben dışarıda kibar, nazik bir adamken pasif agresifim aslında. İçimde o Hakan olmak isteyen birisi var. Değer yargılarımdan, ailemden, öğrendiklerimden dolayı bunu tutuyorum içimde. Sette hem içindekini salabilip hem de bunu mesleğin haline getirebiliyorsun. Bazı oyuncular oynadıkları karakteri kendine çekerler. O hataya düşmemek için elimden geleni yapıyorum.

 

En etkilendiğin, oynamayı en çok istediğin karakter kim?

Sol Ayağım (My Left Foot)’da Daniel Day Lewis’in canlandırdığı Christy Brown.

Selahattin-Pasali

Yeni bir şey öğrenmeyi mi tercih edersin yoksa yapmayı bildiğin bir şeyi çok iyi yapmayı mı?

Sanırım bildiğimi en iyi şekilde yapmayı tercih ederim ancak bu yeniliklere açık olmadığım anlamına da gelmiyor. Yok ya, ben garanticiyim. Yaptığım şeyi en iyi yapmayı tercih ederim!

 

Bir film sahnesini yaşıyor olmak isteseydin hangisi olurdu?

Özcan Alper’in Sonbahar filminde, Yusuf’un iskelede durduğu ve büyük dalgaların iskeleye çarptığını gördüğümüz sahne. Büyük dalgalara karşı dimdik durabildiğim bir hayatım, duruşum olsun isterdim.

 

En sevdiğin kitap?

Tanrılar Okulu.

 

Deneyene kadar saçma bulduğum ama denediğinde çok hoşuna giden bir şey?

Oyunculuk! İlk 25 yaşında denedim. Hiç hayalimde, aklımda yoktu. Bir deneyeyim, neymiş göreyim diye başladım.

 

Oyunculuk şu anda baktığında bir süre daha böyle böyle gider dediğin bir şey mi yoksa denemek istediğin başka şeyler de var mı?

İleriye yönelik düşünmüyorum. Kaç yaşına kadar bunu yaparım onu da bilmiyorum. Önümde rol almayı istediğim bir sinema filmi ve oyun var. Onları da halledersem belki yeni hayaller gelir, yeni insanlarla tanışırım, yeni kapılar açılır...

Selahattin-Pasali

Sana şu anda bir konu üzerinde 20 dakika konuş desem bu hangi konu olurdu?
Kendini ait hissetmemek!

 

Çocukluğundaki alışkanlıklarından şu anda devam ettirdiğin neler var?
Para biriktiririm, yatmadan önce dua ederim. Bir alışkanlık değil belki ama hala karanlıktan korkarım.

 

En garip alışkanlığın?
Evden çıkamıyorum bir türlü... Gaz açık mı, tuvaletin havalandırmasını kapattık mı, telefonum ve cüzdanım yanımda mı... Çıkamıyorum evden. Sürece dişlerimi fırçalarken havalandırmanın ışığına bakarak ve gazı kontrol ederek başlıyorum.

 

“Tipik Selahattin” nedir?
İyi salağa yatarım, hiçbir şey olmamış gibi takılırım ama alttan altta işi götürürüm!

 

Gerçekliğini sorgulamadan inandığın bir şey var mı?
İlahi bir gücün varlığına inanıyorum. Her neyse onun adı...

İZLE
Hakkında En Çok Konuşulan Bek: Valentin Rosier
İlgili Başlıklar
Daha Fazlası