Cem Yılmaz’la ilk röportajımı 2003 yılında tam da G.O.R.A’nın çıktığı günlerde yapmıştım. 20’li yaşlarımın başında bir Cem Yılmaz hayranıydım. Röportajın sonunda aşırı mutluydum ve harika bir iş çıkardığımı sanıyordum. Çuvalladığımı röportajı yazıya geçirirken anladım. Kaydın başından sonuna kikirdemiş, kahkahalar atmış; başta planladığım hiçbir şeyi sormadan stüdyoyu terk etmiştim. Cem Yılmaz neyi, ne kadar anlatmak istediyse o kadar anlatıp beni sepetlemişti.
Onun için bu sefer dersime çalıştım. Ortalığı yıkıp geçirecek bir röportaj yapmak için değil -Cem Yılmaz’ın kontrolünün dışında bir şeyi ondan alamayacağımı bilecek kadar tecrübelendim- iyi bir konu hazırlamak için.
HER ŞEY NE ZAMAN BAŞLADI
G.O.R.A 2004 yılında gösterime girdi. Cem Yılmaz 30, Ozan Güven 28 yaşındaydı. A.R.O.G çekildikten birkaç yıl sonra bu iki dostun arasında devam filmi sohbetleri başlıyor. Hatta çoğu zaman hikâyeyi animasyon olarak hayal ediyorlar. Son iki yıl içinde ise filmi çekme işi ciddiye biniyor ve sonunda bu yıl Cem Yılmaz ArifV216’yı yazmaya başlıyor. “Oğlum 5 yaşında, artık tanıdı beni. A4’ü çıkarınca, baba yeni film mi geliyor diyor.”
24 Mayıs 2017’de senaryo şu cümleyle bitiyor, “Bu film de burada biter, geriye bir tek çekmesi kalır.”
O tarihten sonra geçen kışı bizim ofisteki bütün 30 yaşlı erkeklerin idolü, kadınların kara prensi Can Manay olarak geçiren Ozan Güven kafasını kazıtıyor; yazı da kel, naif bir robot olarak geçiriyor. Biz sete gittiğimizde artık filmin son haftasıydı ve Ozan Güven kendi makyajını yapar, hatta 10 dakikada bitirir hale gelmişti.
ArifV216 bir çeşit Pinokyo hikayesi. 216’yı hatırlarsınız; naif, duygusal, Türk filmlerine hayran, aşka hasret bir robot. Bir gün kendini Superman gibi, bir kapsülle dünyaya, Arif’in yanına yolluyor. İnsan olmak, Türk filmlerindeki gibi bir aşk yaşamak istiyor. Arif o arada, ilk filmden hatırladığınız uyanık tüccarlığını geliştirmiş. Artık internet satışı, sosyal medya ve teknoloji de elinin altında. 216 hayattan umutlu, saf. Arif ise sarkastik ve realistik. Bir 60’lara ışınlanıyorlar, bir distopya İstanbul’una… Arada Arif’in dahiyane şöhret bulma yolları, girdiği kılıklar kırıp geçiriyor. Zekice tasarlanmış kurgusunda da çok duygusal anlar, göndermeler var. Küçük rollerde bile önemli, havalı isimler katkıda bulunuyor.
GQ ÇEKİMLERİ, BİRİNCİ KISIM
Çekimler için iki gün boyunca platoya dönüşen eski Netaş fabrikasındaydık. Uzay gemisi, 60’lardan kalma bir sokak ve stüdyo, disko, oyuncak fabrikası, Arif’in evi; distopya şehri çok şeyin kurulu olduğu yer… Sete girip büyülenmemek imkansız. Tabii 5 yaşındaki Kemal Yılmaz değilseniz. Cem Yılmaz onu sete ilk götürdüğünde verdiği tepkiyi anlatıyor; “Sanki her gün sette ve her şey sıradan. Şöyle bir göz gezdirdi, ‘Bu uzay gemisinin işi bitince eve getirir misin’ dedi ve konuyu kapadı.”
“Adam dört yaşında, hayatında ilk defa öyle acayip bir sete dalıyor. Zannedersin 100’üncü seti. Ve fikirleri doğru çıkıyor. ‘Babamın gülümsediği yeri uzatın’ falan diyor. Bu ne biçim bir bilgi, nasıl bu bilgiye sahipse” diyor Ozan Güven.
Set demişken… 60 yıllardan müthiş detaylar var filmde. Beni en etkileyen filmdeki kötü adam Besim Toker’in (Zafer Algöz) evi. Büyükada’daki orijinaline sadık kalınarak bir tanesini de sete inşa etmişler. Eve girince ikonik mimarisiyle tarihimizde yer eden Hilton İstanbul’u anımsadım. Meğerse orijinal evin mimarı, aynı zamanda otelin de mimarıymış (50’lerde Amerikalı meşhur mimarlık şirketi Skidmore, Owings, Merrill ile çalışan Sedat Hakkı Eldem). Eski güzel, kozmopolit günlerimizden hoş bir hatıra…
BİR DAHA ARİF VE 216 OLURLAR MI?
İlk filmde 30’larındalardı, şimdi 40’larındalar. İçlerindeki Arif ve 216 aşklarını ve bir devam hikâyesine daha girerler mi merak ediyorum…
Ozan:
“Biz galiba Cem ve Ozan olarak, Arif ve 216 tekrar karşılaşsın istedik. Bu filmin kökü de o galiba. İki karakterin DNA’sını çok iyi biliyor, sürekli kendi kendimize hikâyelerini geliştiriyorduk zaten.”
Cem:
“Senaryo aşamasından itibaren birlikte planladığımız onca şeye, provalara rağmen; filmin çekimleri başladığında, ben Arif kostümünü, Ozan 216 kostümünü giydiğinde gerçekten heyecanlandık. Setin ilk günü girdik karavanlara. Bir çıktık, yeniden Arif ve 216’ydık… Bir devam filmi için 15 yıl ara çok uzun aslında. Hakikaten gönülden istediğimizi de belli ediyor.”
HASSAS NOKTA: ESKİ TÜRK FİLMLERİ, ORTAK DEĞERLER
Filmde eski Türk filmlerine, dönemin yıldızlarına çokça gönderme var. Bu kısmı zaten basından, sosyal medyadan takip etmişsinizdir. Sette karşılaştığım Ediz Hun karşısında tüm ekip heyecan ve hürmet içindeydi. Her ikisinin de Türk sineması, kültür-sanat tarihiyle ilgili araştırmaları, yorumları, hatta felsefeleri ders olarak işlenebilir.
Ayrıca itiraf ediyorum yıllar sonra ilk kez bu röportajda kalem-kağıt çıkarıp notlar alıyorum. Mesela Zeki Müren’le ilgili harika bir kaynakça öğreniyorum; Şeyma Esroy Çak ve Şefika Şehvar Beşiroğlu’nun ‘Bir Muhabbet Kuşu, Postmodern Göndermeler Işığında Zeki Müren’ kitabından bahsediyorlar ya da Atıf Yılmaz’ın 1988 yapımı ‘Arkadaşım Şeytan’ filminin neden kült olduğuna dair bir sürü sebep daha anlatıyorlar laf arasında.
Ozan:
“Eski filmlerle ahbaplık etmiş olanlar bu filmde bir araya geldi sanki. Doğarsın, büyürsün; o arada genelde gelecekle ve gününle ilgilenirsin. Günümüzde artık çok zor 10 yaşında bir çocuğun Elvis’i, The Doors’u bilmesi... Bizim bilerek yaptığımız bir şey değildi ama ArifV216 için bir araya gelen bu insanlar hep Sadri Alışık’ın daha önceki hali nasıldı, ondan önceki hali nasıldı diye araştıran insanlardı...”
Cem:
“Hayatımda filmcilik meselesi gerçekleşince, bu 30 senelik birikim ve sorumluluk da geldi onunla birlikte. ‘Onlar gibi yapalım, onlar gibi olalım…’ Bak, yarın öbür gün bizi birileri izleyecek. İki tane çocuğa –zamanında bize olduğu gibi– ilham olacak. Biz o zamanlarda izlediğimiz bazı insanlarla tanışabildik, çalışabildik. Belki onlar da bizimle tanışacak… Kültürel bir zinciri devam ettirme duygusu taşıdık hep. Bu film, öyküsü itibariyle tam oraya ateş ediyor. Bu sebeple mutlu ediyor bizi. Hepimiz ‘bana çok dokundu bu hikâye, evet bana da dokundu’ diye diye ilerlettik öyküyü. Robotun eski Türk filmlerine olan hayranlığı, öyle bir dünyada yaşama hevesi aslında bizi tarif ediyor.”
Ozan:
“Biz o eski Türk filmlerinde ‘alay ettiğimiz’, çocukça şakalaştığımız şeye şimdi dönüp baktığımız zaman, aslında bize iyi niyet ve vicdanın miras kaldığını görüyoruz.”
Bu iki adamın dostluğunu hepimiz biliyoruz. Filmlerinde de, birbirilerinin işlerine yaptıkları hoşluklarda da izliyoruz. (‘Fi’ dizisinin dördüncü bölümünün Cem Yılmaz’ın konuk oyuncu olduğunu hatırlatalım. Aylar sonra Ozan Güven dizideki gibi ‘Yılın Adamı’ oldu :)
Merak ediyorum, Cem Yılmaz’dan kadın hikâyesi çıkar mı?
Cem:
“Sohbetlerimizde konuşuyorduk bu konuyu. Benim yazdığım filmlerde kadın hikayeleri, kadın karakterleri güçlenebilir. Doğrudur.”
Ozan:
“Kadınlarla daha fazla vakit geçirmemiz lazım abi söylüyorum.”
Ozan’ın oğlu Ali Ateş, 216’yı mı, Can Manay’ı mı daha ‘cool’ buluyor?
“Hangisi ona PlayStation oyunu getiriyorsa onu daha çok seviyor.”
Cem Yılmaz’ın ne kadar komik olduğu bizim en önemli meselemiz, biliyorsunuz. Sahnede ödül verir, takdim ederken komik miydi, ona bakarız. Film yapar; bütününe, hikâyesine, alt yapısına değil, espri adedine bakarız. Instagram’a sanat eseri post eder, altına “Hiç komik değilsin” yazarız. Bu komiklik meselesiyle ilgili insanların derdi ne olabilir, soruyorum.
Cem:
“Aslında komedyenlerin saldırgan olmasını beklersin ama tüketicisi daha saldırgan. Ben sahnede de yıllarca bunu gözlemledim. Yani siz neyin komik olup neyin olmadığıyla ilgili ömrünüzü harcıyorsunuz. Biri diyor ki ‘Bence o komik değil’. İyi de işte, adı üstünde, ‘sence’. Bu uzmanlık da böyle… Hani diyelim ki bir cinayet oldu, bir komedyen bir şakayla öldürülmüş. Bilir kişi olarak kimi çağırılar mesela? Beni çağırabilirler, değil mi? Yani daha adil olur herhalde. Cem Bey bakar mısınız hangi şakadan ölmüş dersiniz…”
Ozan:
“Git Cem’in gösterisine, ilk dakikadan son dakikasına kadar gül. Ama bir filmin de tüm amacı o mu olmalı? Bir filme para veriyorsun. Bir saat boyunca beni ağlat, güldür, heyecanlandır; bana bir şey yaşat diyorsun. Seyirciye saygı duymuş mu, özen göstermiş mi; bu da değerlendirilesi bir şey mesela. Her filmden çıkınca şunu yaşıyoruz: Yeterince komik değil! Ama 15 sene sonra gülüyorsun hâlâ.”
Cem:
“Bizim filmlerimiz Tarkan şarkıları gibidir, izledikçe seversin!”
FİLMİN KADINLARI
Sette yakalayıp çekmeyi başardıklarımızdan başlayayım: Filmde ağırlıklı olarak Pembeşeker rolünde izleyeceğiniz Seda Bakan, aynı zamanda bir araştırmacı olan doktor Alev’i ve 232’yi canlandırıyor. Ahu Yağtu, kötü adam Besim Toker’in küstah kardeşi Pervin rolünde. Farah Zeynep Abdullah ise Ajda Pekkan’ın gençliğini canlandırıyor. Besim Toker ona platonik aşık olduğu için evinin ve ofisinin her yerinde Foto Turgut imzalı dev potrelerini göreceksiniz (Bir başka özenli detay: Bu portreler fotoğrafçı Mehmet Turgut imzalı). Ahu Yağtu’ya filme nasıl dahil olduğunu soruyorum. “Filmin hikayesini neredeyse iki senedir dinliyordum. Öyküsü, nostaljisi, özellikle 60’lar dönemini anlatması beni çok etkilemişti. Bu projenin bir parçası olmayı gönülden istemiştim fakat kimseye bu isteğimi ve heyecanımı ifade etmemiştim. Kadronun ufak ufak netleşmeye başladığı günlerden birinde Cem aradı. Kemal’i okuldan almıştım. Bizi ofiste beklediğini söyledi. Benimle ilgili bir konu olduğu aklımın ucundan geçmedi. Ofise gittiğimde yönetmenimiz Kıvanç Baruönü ve Cem bana Pervin karakterini anlatmaya başladılar. Dediğim gibi, en başından beri hikâyenin içinde olduğum için bana bir teklifte bulunduklarını ‘Oynar mısın” diye sorduklarında ancak anlayabildim. İnanılmaz sevindim,”
Filmde Cekuy’u (Özge Özberk) facetime’dan göreceğiz. Tuba Ünsal, Zeki Müren’in arkadaşı rolünde, birkaç saniye görünüp gidecek. Maria Anastasyeva, Filiz Akın ve Ufuk Kaplan’sa Besim Toker’in hizmetlisi rolünde.
“BENİ SİZLER VAR ETTİNİZ”
Bu arada, yapımcıları filmin çekimleri başlamadan önce bizi bir ilkle buluşturdular. Oyuncular ve yönetmen Kıvanç Baruönü, ilk okuma provalarını tiyatro sahnesinde izleyicilerin önünde yaptılar. Seyirci ve ünlüler arasındaki bariyerin kalktığına ilk defa bu organizasyonda şahit oldum. Bu bariyer meselesi de röportajda derinleşiyor, konu sosyal medyaya kadar yayılıyor.
Cem:
“Her kim ki seyircisi, seveniyle bu bariyeri kaldırıp samimi olmaya çalışıyor, genel magazin tam da bu kişileri seyircisinden uzakmış gibi gösteriyor. İşini yapıp, insanlarla insani iletişim kurmaya çalışan, süslü püslü sözler etmeyenlerin durumu, tam tersi davrananlara göre daha zor. Olağan olan, makul olan saygı görmüyor. Bizim kuşak 90’larda bunu kırıyor gibiydi. Teoman mesela; lisede, üniversitede ne söylüyorsa onu söylüyordu. Nasılsa, öyleydi. Ama nedense bir ezber ‘ses’ olduğu zaman, bir ‘süs’ olduğu zaman herkes daha rahat ediyor."
Cem: Zeki Müren’in ‘beni sizler var ettiniz’ cümlesi bir laboratuvar sözü. Bu konuyu çok araştırdım. Zeki Bey aslında oraya çok güzel bir bariyer koymuş. Benim kanaatim o. Çünkü hiç kimsenin inkâr edemeyeceği kadar büyük bir kabiliyet söz konusu olduğu zaman orada zaten insanlarla aranda bir bariyer oluşuyor. O da diyor ki ‘Yok yok, o bariyer yok.’ Topumla arasında o kadar büyük bir uçurum var ki, bunu söyleyerek onu rahatlatıyor ve mesafesini de koruyor. İnsanlar oyundan hoşlanıyor, kurgulanmış şey daha kontrollü geliyor. ‘Beni sizler var ettiniz’ sözüyle sahnede ışıklar altında olan bir şey dirije ediyor. Diyor ki “ilişkimiz böyle”. İzleyen de konforlu bir şekilde diyor ki ‘evet’. Bilinçli bir tüketici, bu sözü onore edecek bir iltifat olarak alır. Bizim aldığımız kültür o. Ama bir de başka kültür var ki, gelir bu lafı giyer. Bunu iltifat değil, realite olarak alır. Zek Müren’i kendi yaptığını düşünür. Kötü birinin elinde bu iltifat bir silaha dönüşür.”
Ozan:
“Beni sizler var ettiniz, bir Instagram fenomeninin lafı olabilir.”
216, iyi kalpli, saf bir robot. Can Manay ise sağlıksız bir ruh. Ama kadınlar hep Can Manay’lara aşık. Hep kötüler mi kazanır?
Ozan:
“Valla sette hep Can Manay kazanıyor ama mahalleye gidince herkes ‘Ozan naber len’ diyor.”
Cem:
“‘Fi’ dizisi ilk yayınlandığı zaman bir sürü yenilik gördüm. Dinamik. Net, duru bir oyunculuk… Ben bir de şunu merak ediyorum: Acaba adamı böyle cazip kılmak için bazı numaralar yaptılar mı? Ya da yazarın öyle bir tasarımı var mı? Ya da bu karakter kitap zamanından itibaren kadınlar böyle bir adamdan hoşlanır diye tasarlanmış olabilir mi? Çünkü yazarı bir kadın.”
Ozan:
“Aslında kitaptaki Can Manay hiç sevilesi bir karakter değil. Çok itici. Başından sonuna kadar nefret ederek okuyacağın bir karakter.”
Cem:
“O zaman bu senin yorumun.”
Ozan:
“Yok öyle de demeyim. Bazı müdahalelerin oluyor tabii. Mesela kitaptaki Can Manay sürekli viski içen bir adam. Ben kötü adamların viski içmesinden sıkıldığım için, bu adam sürekli su içsin dedim. Bir karakteri kötü de olsa sen haklı gördüğün zaman, ister istemez onunla ilgili bazı şeyleri değiştiriyorsun. Oynuyorsun. Çünkü o karakter kötü de olsa sevilmeli, yoksa hikâye devam etmez. Çünkü hikâye onun üzerinden devam ediyor. Bir kitapta okuduğun karakteri hayal gücünle harmanlıyıp, onu kendine göre şekillendirebilirsin ama görsel bir şeyde bunu yapmak zordur; iş devam etmez… O yüzden mesela kitapta vicdanı eksikti, ben biraz vicdan ekledim. Denge kurdum.”
CEM YILMAZ, SERENAY SARIKAYA’YI KISKANIYOR MU?
Cem Yılmaz bu ara Ozan Güven’i Serenay Sarıkaya’yla paylaşıyor, biliyorsunuz. Ozan ‘Fi’den sonra ‘Çi’nin sezonu için yoğun bir şekilde çalışmaya devam ediyor. Acaba Cem, Seranay’ı kıskanıyor olabilir mi?
Cem:
“Serenay’ı kıskanmıyorum da Ozan’ı kıskanıyorum… Aktör olarak kıskanıyorum tabii. Rollerinde çizdiği kompozisyonu, karşısında oynayan yetenekleri... Düşünsene Serenay’la oynuyor, benimle oynuyor. Ne şanslı. O duyguyu çok merak ediyorum. Benimle oynamak!”
Ozan:
O kadar şanslısın ki bunu yaşamadığın için J
Peki Can Yılmaz diyorum; filme nasıl dahil oldu? (Filmde Besim Toker’in ‘adamı’ Çeto rolünde)
Cem:
“Ofiste oturarak. Tekkeyi bekleyen çorbayı içer.”
Ozan:
“Filmden altı ay önce peruğu takmış bekliyordu.”
Cem:
“Abim projenin başından beri işin içinde, oyuncu olarak girişi sonradan oldu. Gerçekten ona o kadar yük olabilecek bir mesai ki bu. O kostümle hazırlan, peruğu tak, bekle… Çok sevdi ama. Şimdi diyor ki ‘Ee Arif, 216 ve … Mesela Can?”