Formula 1: Drive to Survive
Netflix’in yapımını üstlendiği, 3 sezon ve 30 bölümden oluşan Formula1: Drive to Survive, Formula 1’in ekranda gördüklerimizin hemen arkasındaki olayları bize sunuyor. Yarış esnasındaki arızalar, pilotlar pistteyken arka planda olup bitenler, gazeteci röportajları derken modern bir belgesel formatı oluşuyor. Ricciardo Verstappen, Fernando Alonso, Sergio Perez, Kevin Magnussen, Pierre Gasly, Marcus Ericsson, Charles Leclerc gibi isimler Drive to Survive belgesel dizisinde mevcut. Sürekli Ferrari ve Mercedes haberleri görmekten sıkıldıysanız, biraz da orta direği keşfedelim diyorsanız Drive to Survive belgeseli F1’e farklı gözlerle bakmanızı sağlayabilir.
The Carter Effect
NBA’in efsane oyuncusu Vince Carter’ın Kanada macerasına odaklanan, Steve Nash, Drake ve David Stern gibi isimlerin de konuk olduğu pozitif bir belgesel. 1998-2004 yılı arasında Toronto Raptors forması giyen Vince Carter’ın Toronto şehrinde yarattığı sükseye odaklanıyor. Sporun pazarlama tarafını kimsenin önemsizleştirdiğini sanmıyorum. Özellikle o dönemde yaşayan Kanada’daki gençlerin NBA’i tutkuyla benimsemesini temel alarak, Amerika Birleşik Devletleri vatandaşları ile Kanada vatandaşları arasındaki pürüzlere bile değiniyor. Basketbolun neleri değiştirebileceğini, nelere etki edebileceğini daha yakından görmeniz algılarınızı ve yargılarınızı değiştirebilir.
Ronaldo
Cristiano Ronaldo’yu uzun bir süredir gece hayatından uzakta, günlük yaşantısını bilmeden ekranlardan takip ediyoruz. 2015 yılında yayınlanan bu belgeselle Ronaldo’nun kırılma noktalarından belki de en önemlisi, Real Madrid’le 2013/14 sezonunda kazandığı ilk Şampiyonlar Ligi şampiyonluğuna tanık oluyoruz. Ev yaşantısı, menajeri Jorge Mendes ve geniş ailesiyle yaşadığı ilişkiyi, sakatlığıyla nasıl baş ettiğini, evde dahi spor disiplininden nasıl taviz vermediğini görüyoruz. Nihayetinde 2014 yılı için kazandığı Ballon d’Or ödülü ve Messi ile oğlunun tanışma sahnesi en ikonik sahnelerinden. Ronaldo gibi “şımarık ve ukala” etiketine sahip bir büyük futbol starının hayatının iç yüzünü merak ediyorsanız mutlaka izlemelisiniz.
Tyson
2008 Cannes Film Festivali’nde özel ödüle layık görülen belgesel, ağır siklet boks efsanesi Mike Tyson’ın sansasyonel hayatına ışık tutuyor. Söz konusu Mike Tyson olunca bilirsiniz, saha içinde ne kadar konuşuluyorsa bir o kadar da saha dışında konuşuluyor. Daha da derinlere inerek, çocukluk yaşantısı, evliliği, Tyson’ın magazinel yaşamına şahit olanların röportajları derken iş eğlenceli bir hal alıyor. Mike’ın yaşantısı dışarıdan gördüğünüz gibi olmaya da bilir. 1 saat 28 dakikanızı ayırmanıza değer.
Sunderland ‘Til I Die
Sunderland’in Premier Lig’den Championship’e düşüşünde yaşadığı sorunları konu merkezine alan belgesel, on dört bölümden oluşuyor. Sunderland’in sezon başından sonuna Premier Lig’e çıkmak için verdikleri mücadeleyi anlatıyor. Ama detayları bu kadar basit değil. Belgesel sayesinde taraftarları küreselleşen futbol takımlarının hüküm sürdüğü futbol piyasasında şehir takımlarının önemini bir kez daha anlıyoruz. Pandemi döneminde de iyice özlenen “taraftarlık” duygusunu depreştirdiği için midir bilemem, bana Green Street Hooligans filmini hatırlattı. İngiltere Premier Ligi’nde Sunderland’in ezeli düşmanı Newcastle United’ı desteklememe rağmen, futbola dair ön yargınız varsa Sunderland ‘Till I Die’ın “futbol sadece futbol değilmiş” dedirteceğini düşünüyorum.