2007 yılını hatırlıyor musunuz? Dijital film platformlarının hayatımızın bir parçası olmadığı, Oscar gibi ödül törenlerinin aylarca konuşulduğu, herkesin televizyondaki sinema kanallarına üye olmaya çalıştığı, kısacası film sektörünün çok daha farklı olduğu yıllar. Kendinizi o yıllarda Tokyo’da bir kafede otururken hayal edin. Belki de olduğunuz yerin verdiği gazla canınız birden kült bir Uzak Doğu filmi izlemek istiyor. In the Mood of Love mesela, 2000 yapımı bir Hong Kong filmi. Fakat çok uğraşmanıza rağmen bu filmi internette bir türlü bulamıyorsunuz.
Bu can sıkıcı olay sonrası siz ne yapardınız bilemiyoruz, fakat Efe Çakarel tam da bu anı yaşadıktan sonra kendi streaming platformunu kurmaya karar vermiş. Kendi deyimiyle sadece iyi filmlerin yayınlanacağı, bu filmlerin işin erbabı sinema uzmanları tarafından özel olarak seçileceği, sinema kültürüne katkı sağlamayı amaçlayan bir platform. Aynı yıl Palo Alto semalarında harekete geçen bu girişim; bugün gümümüzün en büyük video akış platformlarından biri. Tüm dünyada jet hızıyla büyüyen, sinemaseverlerin kahramanı MUBI.
Efe Çakarel’in bu platformu kurması tesadüf değil. Kendisi sinema aşkıyla büyümüş, filmlere her zaman tutkuyla bağlı biri. Ona aşkının kaynağını sorduğumuzda bize önce ailesini işaret ediyor. “Kültüre ve sanata çok değer veren, çok küçük yaştan itibaren beni zenginleştiren bir anne-babaya sahip olduğum için çok şanslıyım. Kendimi bildim bileli filmlere ilgi duydum.” Diyen Efe’nin en büyük kırılma noktası ise ortaokul üçüncü sınıfta, tesadüf o ki bir çocuğun büyüyen sinema aşkını anlatan Cennet Sineması (Cinema Paradiso) filmini izlemesiyle yaşanmış. Annem elimden tutup bu filme götürdü beni ve o günden sonra hiçbir şey aynı olmadı. Benim sinemaya olan aşkım o cumartesi sabahı başladı. Beni bir o kadar allak bullak eden Chungking Ekspresi’ni görmem de, hemen birkaç yıl sonrasına, üniversite için Amerika’ya gittiğim döneme denk geliyor. Bu film aynı zamanda Wong Kar Wai ile tanışmamı ve dünya sinemasını çok daha büyük bir dikkatle takip etmeye başlamamı sağladı.” diyerek anlatıyor o zamanları. Sinemaya olan bu merakı Amerika’da üniversite okuduktan sonra önce New York’ta sonra da Londra’da artarak devam eden Efe Çakarel, Federico Fellini’den Lucrecia Martel’e, Hayao Miyazaki’den Pedro Almodóvar’a, her gün yeni yönetmenler ve filmler keşfederek bu tutkusunu geliştiriyor.
Ben o sırada, “Bugün meşgul bir iş insanı olarak eskisi kadar çok film izlemeye eskisi kadar vakit bulabiliyor musunuz? Diye soruyorum. Cevabı çok net; “Ne diyorsunuz? Her akşam!Sinema yalnızca işim değil, dünyam benim.”
MUBI’nin kuruluşuna geçiyoruz. Efe Çakarel’e “MUBI’yi ilk kurduğunda bu kadar büyüyeceğini hayal etmiş miydin?” diye sorduğumda, bana İzmir’de kendisiyle aynı hastanede dünyaya gelmiş Aristotle Onasis’in bir sözünü hatırlatıyor; “Başarılı olmak için büyük davranacak, büyük düşünecek ve büyük konuşacaksın”. “Doğru söylemiş…” diye devam ediyor; “MUBI’nin bu kadar büyüyebileceğini hayal etmedim. Çok daha fazla büyüyebileceğini hayal ettim. Ve büyüyecek de. MUBI, 20 yıl içinde Paramount, MGM gibi dünyanın en büyük film stüdyolarından biri olacak. Umarım hep birlikte göreceğiz o günleri.”
MUBI’de yer alan filmlerin birçoğu klasik, bağımsız ve sanat sinemasına ait filmler. Bu türler genelde daha küçük bir kitle tarafından takip edilmesine rağmen MUBI çok hızlı büyüyen bir platform. Başta Birleşik Krallık olmak üzere birçok bölgede MUBI artık en çok izlenilen platformlar arasında. Efe Çakarel’e MUBI’nin sanat filmleri gibi türleri ana akımlaştırma gibi bir amacı olup olmadığını soruyorum. Bana bu ayrımdan çok hoşlanmadığını ifade ediyor: “Biz sinemanın birleştirici gücüne inanıyoruz ve nerede, ne zaman, hangi koşullarda, hangi amaçlarla çekildiklerine bakmaksızın, iyi filmleri insanlarla buluşturmaya odaklanıyoruz. Filmleri ana akım ve sanat filmi diye keskin bir çizgiyle ikiye ayırmak doğru değil. MUBI büyüdükçe küçücük filmler bile seyircisini bulacak ve bağımsız sinema kazanacak. MUBI büyüdükçe gişede çok iş yaptığı için sinefillerin burun kıvırdığı filmlerin gerçek değeri ortaya çıkacak, ana akım sinema kazanacak. MUBI büyüdükçe sanat filmlerinin korkulacak şeyler olmadığı, aksine sinemaya lezzet ve anlam kattığı daha iyi anlaşılacak. İzlenen iyi film sayısı artacak ve sinema kültürü kazanacak.”
Filmleri türlerine ayırmaktan öte “iyi” filmlere odaklanan bir platform olan MUBI, bu filmleri usta yönetmenler ve uzmanlar yardımıyla özel olarak kürate ediyor. Daha önce birçok usta yönetmen, MUBI ile birlikte çalıştı. Martin Scorsese, Paul Thomas Anderson ve Nicolas Winding Refn gibi isimler bunlardan bazıları. Efe’ye bu ekibe bir gün mutlaka almak isteyeceği yönetmenleri sorunca bana “İlerleyen zamanlarda Wes Anderson, Park Chan-Wook ve Nuri Bilge Ceylan’ın seçkilerini MUBI’de görmeyi çok isterim. Sinema sanatının artık aramızda olmayan büyük yaratıcılarından Akira Kurosawa, Stanley Kubrick ve Andrey Tarkovski’nin seçkilerini üyelerimize sunabilmek de müthiş olurdu. Parazit, Büyük Budapeşte Oteli, Frances Ha gibi modern klasikler hakkında ne düşündüklerini öğrenebilmek, hangi yeni filmleri listelerine alacaklarını görmek…hayali bile güzel.” cevabını veriyor. Ne diyelim, yakışır!
Tabii ki koskoca Efe Çakarel’i film önerisi almadan bırakmazdık. 3 film istemimize rağmen, kendisi bize 5 film öneriyor. Kağıt ve kalemleriniz hazırsa, tabii ki MUBI de izleyebileceğiniz birbirinden güzel 5 film şu şekilde;
8 ½ (Federico Fellini, 1963)
Chungking Ekspresi / Chungking Express (Wong Kar Wai, 1994)
Köpek Dişi / Dogtooth (Yorgos Lanthimos, 2009)
La Jetée (Chris Marker, 1962)
Kare / The Square (Ruben Östlund, 2017)
Son olarak, meraklanıp kendisine ilk celebrity crushını soruyorum. Hiç düşünmeden cevabını veriyor; 60 ların ünlü İtalyan akrtisti Monica Vitti! “Yanlış zamanda doğmuşum. 1962’de bu yaşta olsam, Monica Vitti ile evlenir, Antonioni’yi Batan Güneş / L’Eclisse filminde Alain Delon yerine beni oynatması için ne yapıp edip ikna ederdim.” diyor, ne güzel hayaller Efe Bey...