“Hayallerinize bir büyük adımla değil, ancak çok sayıda küçük adımla ulaşabilirsiniz.”
“Hayallerinize bir büyük adımla değil, ancak çok sayıda küçük adımla ulaşabilirsiniz.”
1 / 11
21 yaşında hukuk fakültesini bırakıp oyuncu olmaya karar veren Matthew McConaughey, beyazperdedeki kariyerine 90’ların başında adım atsa da uzunca bir süre vasatın altındaki filmlerin ötesine geçemedi. Ağustos 1996’da Vanity Fair dergisinden gelen kapak çekimi teklifini biraz da şaşırarak kabul etti. Dergi ilk defa (henüz) dünyaca ünlü olmayan birini kapağına taşımaya karar vermişti. Öyle ki McConaughey, çıktığı gün sabahın erken saatlerinde süpermarkete giderek kapağında olduğu dergiden iki adet almış, heyecanını kasadaki görevliye sarılarak yaşamıştı.
2 / 11
O sayı, genç oyuncunun hayatını değiştiren şey oldu. Dergi piyasaya çıktıktan üç gün sonra annesi, ülkenin en çok izlenen magazin programında, oğlunu ilk kız arkadaşıyla nasıl bastığını anlatıyordu. Sokakta yürüyemez olmuştu. Popülaritesi Hollywood yapımcılarının dikkatini çekmeye yetti. 1997 yılında John Grisham romanından uyarlanan A Time to Kill filminin afişinde adını Sandra Bullock, Samuel Jackson ve Kevin Spacey gibi yolda görse imza isteyeceği isimlerin altına yazdırmayı başardı.
3 / 11
Sadece bir sene sonra, başrolü Jodie Foster’la paylaştığı Contact, hemen ardından da Morgan Freeman ve Anthony Hopkins’le birlikte rol aldığı Amistad vizyona girdi. Yapımcılar McConaughey’in beyazperdeye yakıştığı konusunda hemfikirdi ama oyunculuğu çok da ilgilerini çekmiyordu. Hatırı sayılır bir şöhret elde etmişti, o da bundan daha fazlasını yapabileceğini kanıtlamak yerine şöhretin tadını çıkarmayı tercih etti. En büyük eğlencesi, evinde verdiği marihuana partilerinde çırılçıplak bongo çalmaktı. En azından Teksas polisinin kayıtlarına göre…
4 / 11
90’ların sonunu kafası bulanık geçiren aktör, 2000’li yılların başında silkelendi. Kötü alışkanlıklarından kurtulmak için kendini düzenli spora ve vücut geliştirmeye adadı. Sahip olduğu mükemmel vücudu da kendine saklayacak değildi, yarı çıplak gezmesini talep eden her senaryoya gözü kapalı atladı. 2005 yılında People dergisi tarafından “Yaşayan En Seksi Adam” seçildi. Eğer gözümüzün önünde tescilli bir karakter oyuncusuna dönüşmemiş olsaydı Wedding Planner, Failure to Launch, How to Lose a Guy in 10 Days, Fool’s Gold, Ghosts of Girlfriends Past gibi romantik komedilerde kendini heba ettiğini düşünmeyecektik.
5 / 11
Oysa McConaughey, kariyerine bu tarz filmlerle başlamış olmaktan pişmanlık duymuyor. O günleri, yeryüzündeki bütün erkeklerin hayran olduğu kadınlarla özel anlar yaşamak zorunda bırakıldığı zamanlar olarak tarif ediyor. Söz konusu kadınlar Jennifer Lopez, Sarah Jessica Parker, Kate Hudson, Jennifer Garner olunca kendisine hak vermemek elde değil. Bir dönem bu filmlerdeki çıplaklığıyla ilgili o kadar çok sıkıştırılmış ki, herhangi bir röportajda kayıt cihazı açılır açılmaz ilk olarak, “Siz sormadan ben söyleyeyim. Romantik komedi filmi çekmek hiç de sanıldığı kadar kolay bir iş değil” diyormuş. Zorluktan kastettiği şey, oyunculuğun ön plana çıkamayacağı senaryolara başrol oyuncularının kendinden bir şeyler katmak zorunda kalması. Gerçekten de senaryo ne olursa olsun eninde sonunda “Beni affet sevgilim, ben sensiz bir hiçim” demek zorunda bırakılan bir karaktere kendinizden ne katabilirsiniz ki?
6 / 11
Üstelik bu filmler, sadece dünyanın dört yanındaki kadınların hayallerini süslemesine değil, aynı zamanda güzeller güzeli rol arkadaşlarıyla ilişki yaşamasına da aracı olmuş. Hayatının aşkını bulmasıysa 2006 yılına denk geliyor. Üstelik yakışıklı oyuncunun, eşi Camila Alves’le tanışma hikayesi de romantik komedi tadında. Hollywood’un ünlü kadınlarıyla yaşadığı sansasyonel ilişkilerinde bir türlü dikiş tutturamayan McConaughey, bir gece yakın arkadaşı Lance Armstrong’la kafa dağıtmak için dışarı çıkar. Gittikleri barda Brezilyalı bir güzelle göz göze gelir. Genç kadın, upuzun bir sakalı ve kafasında komik bir şapka olan adamı görür görmez etkilenir ancak kim olduğunu anlamaz. Göz süzmeler, mahcup gülüşmeler, işveler, cilveler derken beklenmedik bir şey olur. Lance Armstrong ünlü modelin yanına giderek kendisini tanıtır, ondan ne kadar etkilendiğini itiraf eder ve telefon numarasını ister. İşte o an, Camila Alves son yarım saattir flört ettiği adamın Matthew McConaughey olduğunu anlar. İki yakın arkadaşın arasında kalan kadın durumuna düşmemek için telefonunu vermeden apar topar mekandan ayrılır.
7 / 11
Alves’in bu hareketinden etkilenen McConaughey, güzel kadının peşini bırakmaz, yakın arkadaşını devreden çıkararak istediğini elde eder. Birlikteliklerinin ikinci yılında bir oğulları olur. Modellik yapan genç kadın, anne olacağı haberini aldıktan sonra mesleğini bırakır. Altı sene sonunda (hiç kolay olmadığını itiraf etmişliği var) sevdiği adamı evliliğe ikna eder. İmzalar atıldıktan sonra, önce güzel bir kızları, hemen ardından da bir oğulları daha olur.
8 / 11
Sekiz yaşından beri büyüyünce ne olacağı sorusuna “Baba olacağım” diye cevap veren McConaughey, hayalindeki kalabalık aileye kavuşmuştur. Oyuncunun baba olmakla ilgili hoş bir tespiti var: “Bir erkek, kucağına yeni doğmuş bebeğini almadığı sürece, gerçek bir adam olduğunu iddia edemez.” Baba olmanın onu hem daha iyi bir insan hem de daha iyi bir oyuncu yaptığını söyleyen başarılı aktör, kendindeki değişimi de şöyle tarif etmiş: “Uzun yıllar boyunca çocukluklarımla birlikte olabilme arzusu beni bencilleştirdi ama aynı zamanda çok daha merhametli bir insan yaptı.” Çocuk sahibi olmak onun inancını da beslemiş. Gençliğinde kilisenin yolunu bile bilmezken, her pazar sabahını çocuklarıyla kilisede geçiren aile bir babası olmuş.
9 / 11
2011 yılında oynadığı The Lincoln Lawyer, senaryosu çok da iyi olmayan ama başrolündeki oyuncuyu ön plana çıkaran bir filmdi. Aynı yıl Oscar’lı yönetmen William Friedkin’in en iyi gerilim filmlerinden biri olan Killer Joe’daki kiralık katil rolüyle, romantik komedilerin bebek yüzlü adamını hafızalarımızdan tamamen sildi. Bir sonraki sene, ıssız bir adada kanun kaçağı rolündeydi. Filme adını veren Mud karakteri, geç de olsa McConaughey’in kabuğunu kırmaya hazır olduğunu gösterdi.
10 / 11
2013 yılında önüne getirilen senaryo, bir gerçek hayat hikayesiydi; uyuşturucu bağımlısı Ron Woodroof’un HIV pozitif teşhisi konulduktan ve 30 gün ömür biçildikten sonra, tam 2 bin 191 gün süren yaşam mücadelesinden esinlenilmişti. McConaughey sıkı bir kampa alındı; rolü için dört ayda 18 kilo verdi. Film vizyona girmeden hemen önce havaalanında görüntülendiğinde kıyamet koptu. Ünlü oyuncunun kanser olduğu söylentileri yayıldı. Bunu yeni filmindeki rolü gereği bilinçli olarak yaptığı açıklanınca, bu sefer de sağlık otoritelerinden büyük tepki aldı. Katıldığı bir televizyon programında “Yerimde kim olsa aynı şeyi yapardı” diyerek tercihinin arkasında durdu: “İnsanların beni ilk gördüklerinde dehşete kapılmasını anlayabiliyorum ama o adamın 18 kilo vermiş bir Matthew McConaughey olmadığını, bir HIV hastası olduğunu anlamaları gerekiyor. Bu kadar iyi bir senaryoda başrolü kabul etmek, bedelini ödemeyi gerektirir; ben de üstüme düşeni yaptım, ödedim. Aksi halde hem izleyiciye saygısızlık yapmış hem de kendimi komik duruma düşürmüş olacaktım.”
11 / 11
Lise ve üniversitelerden en fazla davet alan ve bu davetlerin hiçbirini geri çevirmeyen oyuncuların da başında geliyor McConaughey. Bu okullardan birindeki konuşmalarından birinde çok sağlam bir tavsiyesine denk geldim. Son noktayı onunla koyalım: “Bizi biz yapan şey, verdiğimiz kararlardır. Ama hayat; doğru kararlar bizi mutlu eder, yanlış kararlar üzer şeklinde genelleme yapılmayacak kadar karmaşıktır. O yüzden ben her seferinde doğru karar vermek yerine, beni mutlu edecek kararı vermek için çabalıyorum. Ama bu, o kadar da kolay bir şey değil. Kendinizi iyi tanımalısınız. Anlık mutluluklarla idare edebilir misiniz, yoksa daha büyük mutluluklar yaşayabilmek için bazı küçük mutlulukları elinizin tersiyle itebilecek kadar cesur musunuz? Herhangi bir konuda karar vermeden önce esas karar vermeniz gereken şey bu.”