Bağımsız dramalar, çizgi roman uyarlamaları, kenara çekilin! Sinemada yeni bir kötü var: korku filmi. Zach Cregger’ın Weapons’ı, vizyona girdiği hafta sonundan bu yana ABD gişesinde yıkıp geçmeye devam ediyor ve türün sinemaların yeni kralı olduğunu en komik haliyle yeniden ilan eden son korku şöleni oluyor. İnsanların çoğunlukla evde izlemeyi tercih ettiği, bilet satışlarının düştüğü ve koltukları doldurmanın zorlaştığı bu streaming çağında, korku alışılmadık derecede dirençli olduğunu kanıtladı.
Bunun nedenleri çok. Öncelikle, kalabalık ve karanlık bir salonda bir grup yabancıyla birlikte korku filmine çığlık atmanın ortak arınmasını hâlâ değerli buluyoruz. Ayrıca tür genellikle ucuz maliyetli olduğundan stüdyolar orijinal fikirlere yatırım yapmaya daha istekli oluyor ki bu da fikri mülkiyet çağında paradoksal biçimde büyük bir cazibe oluşturuyor. Dahası, bunu somut olarak kanıtlamak zor olsa da korku doğası gereği sinematik hissettiriyor. Bana tereyağlı patlamış mısır ve karton 3D gözlükleri hatırlatıyor.
Sebep ne olursa olsun tür 2020’den beri inanılmaz bir başarı oranına sahip. Belki de bu, 2010’ların ortasında It Follows, The Babadook, Get Out ve Hereditary ile başlayan “yüceltilmiş korku” trendiyle güç kazandı, ama on yılın başından bu yana sinema salonlarındaki hâkimiyeti tartışılmaz hale geldi. Hatta önümüzdeki yıl Oscar’da En İyi Film dalında iki korku filmi, Sinners ve Weapons’ın aday olması son derece olası bir senaryo. İşte son beş yılın favorilerimizden bazıları.
Yaşasın nepo bebekler! En azından böyle iyi filmler yaptıklarında. Brandon Cronenberg, vücut korkusunun kralı babası David’den aldığı karanlık mirası devralıyor. Bu “ellerinizin arasından izleyeceğiniz” korku gerilim, ultra rahatsız zihinler için yapılmış bir Inception gibi. Andrea Riseborough, uzay çağı teknolojisiyle başkalarının bedenlerini kontrol ederek suikastlarını gerçekleştiren yüksek profilli tetikçi Tasya Vos’u canlandırıyor. Bağlantıyı koparmak için ise onları intihara zorluyor. Biraz saçma olsa da son derece şık ve entelektüel bir fikir. Cronenberg bu fikirle iğrenç ama eğlenceli bir şekilde oynuyor. Riseborough ve Christopher Abbott’un performansları da filme ayrı bir güç katıyor.
Malignant’tan en çok hatırlayacağınız çılgın ve delice sahneler aslında filmin üçte ikisinden sonra başlıyor. Ama o noktaya kadar bile doğaüstü bir eğilime sahip, sürükleyici bir korku gizemi sunuyor. Kahramanımız Madison Mitchell (Annabelle Wallis), kötü niyetli kocasıyla (Jake Abel) yaşadığı bir olaydan sonra önsezi yetenekleri kazanıyor gibi görünüyor. Madison, kendisini Gabriel adını veren gizemli bir adamın işlediği cinayetlere şahit oluyor. Bu vizyonlar arasında kocasının öldürülmesi de var. Sürprizi bozmamak için fazla detaya girmemek gerek ama Malignant, 2010’larda türü domine eden yüceltilmiş korku trendine karşı muhteşem bir B-film panzehiri. Elbette film tematik yorumlara açık ama sonunda kanlı, çılgın ve eğlenceli bir gösteriye dönüşüyor.
Konu bakımından Titane’ın “neyi anlattığını” yeterince özetlemek pek kolay değil. Bir Cadillac ile cinsel ilişkiye girip onun titanyum çocuğunu doğuran bir araba fetişisti hakkında mı? Yoksa çevresinden kopmuş, travmalı bir sosyopatın, yaşadığı yabancılaşmanın onu cinayet işlemeye sürüklemesi hakkında mı, hem de bir saç tokasıyla? Ya da büyük bir ergenlik alegorisi mi, bedenimizin nasıl değiştiğini ve bizi nasıl hayal kırıklığına uğrattığını kabullenme sürecimiz üzerine mi? Açıkçası biraz delice, ama kendinizi bırakın ve kucaklayın. Julia Ducournau’nun bu acımasız vücut korkusu şimdiye kadar on yılın en iyi filmlerinden biri. Şüphesiz.
Weapons’ın yönetmeni Zach Cregger’ın Barbarian’ını ilk izlediğinizde film size ufak bir oyun oynuyor. Detroit’in kenar mahallelerinden birinde bulunan bir Airbnb’de geçtiği için, bunun geç kapitalizm üzerine zekice bir taşlama ya da finansal kriz sonrası hassas konut piyasasına dair bir eleştiri olacağını varsayıyorsunuz. Ve elbette, temaları ve fikirleri izleyenin gözünde farklı anlamlar taşıyabilir. Ama Barbarian’ın parlaklığı fazla düşünce gerektirmemesinde yatıyor. Aslında oldukça yanıltıcı, çünkü bu bir uygulama ya da konut piyasası hicvi değil, düpedüz kara mizahi bir canavar filmi. Karanlık bir geçmişe sahip kiralık evin bodrumundan salıverilen “Anne” adlı korkunç yaratık kurbanlarına musallat oluyor. Zavallı Justin Long.
Bir Jordan Peele filmini türün en iyileri listesine dahil etmek biraz hile gibi gelebilir, özellikle de Get Out ile korkuyu popüler seyirci için yeniden canlandırmadaki rolü düşünüldüğünde. (Elbette bu, türü derin fikirler ve temalarla birleştiren ilk “yüceltilmiş” korku filmi değildi, ama The Babadook’la birlikte en çok anılan örneği olmaya devam ediyor.) Yine de Nope, 2020 sonrası dönemde tamamen kendi başarısıyla türün en iyileri arasında yer alıyor. Öncelikle Spielberg tarzı uzaylı bilim kurgularına büyük bir saygı duruşu sunuyor. Close Encounters of the Third Kind ve E.T. gibi filmlerin uyandırdığı hayranlığı ve şaşkınlığı taşıyor. Ancak daha sonra tamamen başka bir şeye dönüşüyor. Yanlış anlaşılan ve kötü muamele gören bir yaratık üzerine bir canavar filmi oluyor. Tıpkı Jupe’u (Steven Yeun) rahatsız eden anılarıyla Gordy adlı saldırgan şempanze gibi. Bu yaratık insanları göğe çekip onları domates püresine dönüştürüyor mu ve bu nedenle çiftçi kardeşler OJ ve Em’in (Daniel Kaluuya ve Keke Palmer) müdahale etmesi gerekiyor mu? Evet. Ama derin anlam aynı kalıyor: doğayla uğraşma ve kesinlikle eğlence için sömürmeye kalkışma.
Smile son beş yılın en orijinal korku filmi mi? Muhtemelen değil. Hem The Ring’e hem de It Follows’a çok şey borçlu. Hikâye, kişiden kişiye geçen ölümcül bir lanet üzerine kurulu. Biraz da Final Destination etkisi var çünkü “ölümün bizzat bir karakter” olduğu fikrini işliyor. Temaları klişe, Jamie Lee Curtis’in favori tür sözcüğünü ödünç alırsak hepsi “travma” üzerine. Ama yine de korkutma sanatında ince ayarlanmış, etkili ve eğlencelik bir popüler korku. Yeterince ani korku sahnesi var ki kalp pili bile durdurabilir ve sürekli kaygı uyandıran bir atmosferi var. Sosie Bacon, Smile hastalığına yakalanan kahraman rolünde harika bir iş çıkarıyor ve filmin beklenmedik finali altın değerinde.
Başlangıçta YouTube’da Ronald McDonald’ın bir KFC’de müşterileri katlettiği gibi sert ve kışkırtıcı skeçler yapan iki kardeşin sinema çıkışının daha internet bağımlısı bir yapım gibi hissettireceğini düşünebilirsiniz. Ama Talk to Me aslında hayaletler tarafından ele geçirilmiş haldeyken birbirlerini filme alan bir grup genci konu almasına rağmen, yani çok TikTok, çok 2023 olmasına rağmen, bundan daha evrensel ve derin insani temalara sahip. Film yasla nasıl başa çıktığımızı ve bunun gerçekten mümkün olup olmadığını anlatıyor. Bunu da son derece rahatsız edici görsel efektlerle birleştiriyor ve ortaya kusursuz bir modern korku tarifi çıkıyor.
Ve geldik 2025’in diğer mükemmel korku filmine, Ryan Coogler’ın Sinners’ına. Bu tarihi vampir filmi yılın başında dünya çapında 366 milyon dolar gişe yaptı. Michael B. Jordan, Mississippi kırsalındaki evlerine dönüp bir juke joint açan Smoke ve Stack adındaki ikiz kardeşleri canlandırıyor. Ne var ki eğlence ve içki dolu gece kana bulanıyor, çünkü Jack O’Connell’ın canlandırdığı Remmick önderliğindeki vampirler misafirleri avlamaya başlıyor. Sinners, korku, aksiyon, komedi ve müziği tavizsiz bir özgünlükle harmanlıyor. Modern hip hop’tan halk hayalet hikâyelerine, western sinemasına kadar her şeyden ilham alan film izlemek için inanılmaz derecede enerjik. Sinemanın yıllardır ihtiyaç duyduğu tam anlamıyla güçlü ve orijinal bir film.
BU İÇERİK İLK OLARAK BRITISH GQ WEB SİTESİNDE YAYINLANMIŞTIR.