La Casa de Papel’in ikonik karakterini konu alan Berlin nihayet Netflix’de izleyicisiyle buluştu. Başrolünde Pedro Alonso’nun yer aldığı bu spin-off dizi için ben de gün sayıyordum.
En sıra dışı soygun planlarından birini hayata geçirerek bir gecede 44 milyon avro değerinde mücevher çalmak için Paris’te bir çeteyle bir araya gelen Berlin’i henüz hastalığından haberdar değilken ve İspanyol Kraliyet Darphanesi’ne sıkışıp kalmadan önceki altın yıllarında görüyoruz.
Soruyorum size, “Her şeyin mahvolması için aşk iyi bir neden midir? Ve kim rahat aşk ister ki?”
Kendi hayatınızı riske atıyorsunuz. Ya hep ya hiç üzerine bahse girmek gibi… “Arzu ve acının hız treninde bir aşağı bir yukarı gidip gelirsiniz ve sürdüğü sürece kalbin kolunda yaşarsınız” diyor aşkı anlatırken Andrés de Fonollosa. Shakespeare’in Othello’sunu hatırladım.
Berlin’i izlerken, dizi boyunca Paris sokaklarında keyifle dolaşacaksınız. Soygunu adeta sanata dönüştüren, bu aşık, hayalperest ve cesur karakterler karşılaştığınız en eğlenceli çete üyeleri olabilir. Sizin için Damian, Keila ve Bruce ile bir araya geldim. Damian’ı yani Berlin’in çok güvendiği filantropik profesörü Tristán Ulloa canlandırıyor. Tristán’ın oyunculuk yeteneği ve karizmasına hayran kaldım. Utangaç dahi, elektronik uzmanı Keila’ya hayat veren Michelle Jenner ise performansıyla izleyicilerden tam not aldı. İspanyol yapımcıların yeni projelerinde Jenner’ı çok daha sık göreceğimizden eminim. Lobo lobo lobo diye kızdırmak istiyorum O’nu, izleyince anlayacaksınız. Joel Sanchez’in yaramaz ve eylemci Bruce karakterini de çok sevdim, bakalım siz de sevecek misiniz?
Bu harika üçlüyü karşımda yan yana gördüğümde dizinin bölümlerini bitireli henüz birkaç saat olmuştu. Her karakteri ayrı sevmiştim ve sanki her birini çok eskiden tanıyor gibiydim.
Bana aşk’ın yaşamaya değer tek şey olduğunu hatırlattıkları için teşekkür ederek bitirdiğim röportajın en başına gidiyorum şimdi.
Berlin’in en değerli üç çetesinden birinin üyesini oynayacağınızı öğrendiğinizde ilk ne tepki verdiniz? Nasıl hissettiniz, o haber ilk kimden geldi, süreç nasıl gelişti?
JOEL SANCHEZ (BRUCE): Aslında, beni projenin bir parçası olacağım konusunda bilgilendiren kişi, projenin tüm cast direktörü olan Monica idi. Beni telefonla arayarak rolün bana ait olduğunu söyledi. Bu benim bir aktör olarak ilk projemdi, o yüzden ekstra bir değere sahipti.
MICHELLE JENNER (KEILA): Casting sürecini yaptığımızda sanırım bir buçuk yıl kadar sürdü. Keila rolü için başvurdum. Evet, casting, tamam. Ve sanırım kelime ‘sevinç’. Harika bir projede yer alacağınızı bilmek, bu muazzam ekibe sahip olan projenin parçası olacağınızı bilmek. Bu tür bir projede çalışmak harika.
TRISTAN ULLOA (DAMIAN): Benim için de aynı. Hayalinizin gerçekleştiğini görmek... Gerçek olması. Elbette, La Casa de Papel yüzünden büyük bir sorumluluğumuz var. Omuzlarımızdaki bu büyük sorumluluğu atlatmaya çalıştık, böylece özgür olabilir, yeni karakterler ve yeni şovlar yaratabiliriz.
Canlandırdığınız karakterle benzer özellikleriniz var mı? Varsa neler? Mesela, Tristan, senin de Damian ve tüm dahiler gibi kafan dağınık mıdır? Ve Michelle, Keila gibi iflah olmaz bir utangaçlığın var mıdır? Juan, Bruce gibi her şeyden anlar mısın?
TRISTAN ULLOA: Korkarım ki bir dahi değilim. En azından Damian kadar dahi değilim. Bir tür savunmasızlığı var; Damian’da kendimi görüyorum ama sanırım oldukça farklıyız. İyi ki.
MICHELLE JENNER: Sanırım utangaç biriyim ama Keila kadar değil. Ayrıca sanal dünyayı seviyorum, VR gözlüklerimi takmayı ve oyun oynamayı seviyorum, bu da benim tuhaf tarafım, ama sanırım bunun dışında pek bir benzerlik yok.
JOEL SANCHEZ: Benim için Bruce ile ortak olan şey, her gün hayattan keyif alıyor olmam, bilirsiniz. Örneğin, benim de var, nasıl derlerdi, gambero? Evet, yaramaz. Biraz yaramazım, eğlenmeyi severim ama sanırım hayattan her gün keyif alıyorum, anda yaşamaktan. Bu benim de sahip olduğum bir şey.
Berlin sizi bir araya getirmeseydi farklı bir şekilde karşılaşıp tanışsaydınız yine Bruce ve Keila anlaşır mıydı? Damien Cameron’la iyi anlaşır mıydı?
MICHELLE JENNER: Sanırım hayır. Bence aslında bu, içinde bulundukları durumdan kaynaklanıyor. Birbirleriyle etkileşimde bulunmak zorunda oldukları gerçeği, birbirlerini tanımalarına olanak tanıyor. Ancak çok farklı dünyalardan geliyorlar.
JOEL SANCHEZ: Evet, sanırım bağlantı noktaları bu. Keila, Bruce ve Damian’ın yolları asla kesişmezdi. Mesela ben okula gitmeyi sevmem.
Eğer dizinin bir parçası olmasaydınız bir arkadaşınıza bu diziyi izlemesini neden önerirdiniz?
MICHELLE JENNER: Evet, dizi izlemeyi önermek için nedenler; macera, eğlence, aşk, komedi, romantizm.
JOEL SANCHEZ: Komedi. Ve sanırım izlemesi kolay. İyi hissettiriyor, iyi enerjilere sahip.
TRISTAN ULLOA: Oldukça komik, bu bir komedi.
Her birinizin Berlin’le olan ilişkisi farklı. Berlin karakterini nasıl tasvir edersiniz?
TRISTAN ULLOA: Sorumsuz. Ve o, benim iyi bir arkadaşım, yani Damian’ın. Aynı zamanda Damian ona çok sinirleniyor çünkü o çok sorumsuz. Her zaman öne kendisini koyar... her şeyin önüne. Bir plan yapar. Ve sonra o plan yüzünden ilk düşen olur. Sorumsuzdur.
MICHELLE JENNER: Keila, O’nun patronu olduğunu biliyor ve O’na biraz hayranlık duyuyor ama aynı zamanda çok korkuyor. Çünkü o tahmin edilemez. Ve çok utangaç olduğu için, “tamam, buradayım ama fazla ses çıkartmak istemiyorum” gibi takılır.
JOEL SANCHEZ: Benim için, Bruce’un Berlin’e hayranlık duyması, bir yandan bu soygunun patronu olduğu için ama bir yandan da hayatını yaşamış ve zaten bir hayat kurmuş olmasına rağmen hala o adrenalin artışını aramak istemesini görmesinden kaynaklanıyor. Ve sanırım Berlin’in bu özelliğini seviyor çünkü Bruce da bu duyguları sürdürmek istiyor.
Dizinin bölümlerini çekerken unutamadığınız bir anınız var mı?
MICHELLE JENNER: Birçok unutulmaz an var. Gerçekten çok çok.
TRISTAN ULLOA: Katakomblar. Katakomb anları. Unutulmaz bir an.
MICHELLE JENNER: Evet. Bir testti.
JOEL SANCHEZ: Roma'da bir gün, Damian ve Berlin soygunu anlattılar, çok komikti. Çok komikti çünkü hep birlikteydik.
MICHELLE JENNER: Hep birlikte, evet.