Ocak 2023'te yayınlanan bir araştırma enstitüsü Inserm çalışmasına göre babaların %10'undan fazlası, çocuklarının doğumunu takip eden yıl içinde babalık hüznü (Daddy Blues) yaşayabilir. Gerçekten de, hayatlarının geri kalanında kendilerini baba olarak görmek durumundaki bu erkekler için, çocuklarının dünyaya gelişi düşündüklerinden çok daha dramatik olabilir. Hayal ile gerçek arasında bazen birden fazla adım vardır. Babalığa giden yolda depresyon, hayal kırıklığı ve suçluluk duygusu baş gösterebilir. GQ, bu yaygın durumun ardında yatanları, toplum hakkında neler söylediğini ve bu konuda neler yapılabileceğini öğrenmek için konunun uzmanlarıyla ve bu durumu yaşamış babalarla konuştu.
Ani Babalık
Eğer anne olarak doğmadıysanız, baba olarak da doğmazsınız. Tabii, ilk çocuk doğar doğmaz babalık sorumlulukları yüklenmeye hazırdır. Bir erkek, aniden, hiç tanımadığı ve hiçbir fiziksel bağ kuramadığı bir bebeğin babası olur. İlk görüşte aşkı savunan kurallardan çok uzakta… Bazıları için bu karşılaşma net değildir. İlk oğlu doğduğunda Daddy Blues'dan muzdarip bir baba olan Antoine* anlatıyor. "Bugün bunu söylemekten utanıyorum çünkü o zamandan bu yana her şey değişti ama ilk görüşte ondan hoşlanmadım. Bu kişiyi tanımıyordum. Benim için o, tanımam ve sevmem gereken bir yabancıydı. Bu çok çelişkili bir durum çünkü hamilelik döneminde çok mutlu ve sabırsızdım. Sevgi hemen oluşmadı ve tanışma geç oldu, 6 aylıkken. Onu nasıl tutacağımı bilemiyordum, çok ağlıyordu, kendimi çok işe yaramaz ve güçsüz hissediyordum çünkü sadece annesinin kollarında iyi olduğu izlenimine kapılmıştım. Bir günden diğerine hayatım alt üst oldu ve hatta kendime 'biz ne yaptık' diye sordum. Bir bebek sahibi olma fikrim, yaşadığım günlük hayatla uyumlu değildi" diye ekliyor.
Hamileliğin dokuz ayı boyunca baba adayı, gelecekte bir baba olarak yaşayacağı hayatı idealize eder. Kendisi, tüm ailesini geçindirmek için "mükemmel baba" tutumlarını benimseyerek bu yeni sorumlulukları tam olarak üstlenmeye hazır bir rolde olmaya çalışır. Ancak bu imgelem gerçeği yansıtmadığında, ortaya çıkan sonuç acımasızdır. France 2 kanalında yayınlanan bir programın bağımlılık uzmanı Laurent Karila, "Fantezi ile gerçek arasında bir uçurum var" diyor. Anne hamileliğini yaşar, gerçek bir dönüşüm deneyimler. Dahası, annede birçok hormonal ve hatta nörobiyolojik değişimler meydana gelir. Gerçek bir hazırlık söz konusudur. Ve bir de doğum var. Baba için bu daha karmaşıktır. Çocuğu hayalinde idealize eder. Baba olacaktır ama bunun ne olduğunu gerçekten bilmez. En azından ilk çocuk için. Ama bebek doğar doğmaz, her şey altüst olur. Ve tüm duygular iç içe geçer. İşe yaramazlık ve duygularla başa çıkmanın zorluğu başlar.
Çünkü baba duygularını yönetmekte zorlanıyorsa, anne ile bebek arasındaki bağda kendine bir yer bulmakta zorlanır. "Senkron" olarak adlandırılan bu bağ, gebelik anından itibaren kurulur. "Hamilelik sırasında fetüs annesinin biyokimyasını paylaşır. Senkron fizyolojik, hormonal ve duyusaldır," diye açıklıyor CNRS'de araştırmacı olan Jacqueline Nadel. Doğumdan sonra bu samimi diyalog zenginleşir: bebek annesinin kokusuna, sesine, bakışlarına ve duygularına tepki verir. Sevinç, üzüntü, şaşkınlık: Yeni doğan bebek çok erken yaşlarda annesinin yüzündeki ifadeleri ayırt eder, onları taklit eder ve onlara tepki verir. Jacqueline Nadel, "Anne ve bebeğin kalp ritimleri bile, etkileşim başladığında senkronize olur" diyor. Baba içinse her şey çok farklıdır ve zaten birbirine sıkı sıkıya bağlı olan bu ikili arasında kendine bir yer bulmak karmaşık olabilir.
"Baba, bu anne-bebek üçgeninin içine giriyor ve dengeyi sağlamak zor oluyor. Bu yüzden babalar için yavaş bir adaptasyon süresi var, aynı anda ikili arasındaki diyaloğu koparmamak önemli. Diyalog esastır" diyor Laurent Karila. Lyon'da klinik psikolog olan Anne-Thérèse Mignery de aynı fikirde. "Anne-baba ilişkisini desteklemek çok önemli. Bir takım olarak kalmalılar. Çünkü çocuk sahibi olmayı seçtiğimiz andan itibaren bu ortak bir seçimdi. Buradaki fikir, doğumdan önce ve sonra birlikte olmanız. Kendinize zaman tanımalı ve birbirinizle mümkün olduğunca çok konuşmalısınız. Ne hissettiğinizi söylemekten, utanç verici ve tabu bulsanız bile deneyimlerinizi paylaşmaktan korkmayın. Bazen diğerinin ne hissettiğini tam olarak anlamayan ebeveyne altyazı vermek gerekir. Ayrıca sabırlı olmalı ve kendinize baskı yapmamalısınız" diye açıklıyor.
Çiftin dikkatli olması ve ilişkinin her zaman yapıcı olması gerektiğini de ekliyor. Psikoloh, "Çift, zarar görmüş olsa bile aralarındaki bağ ve ortaklık kaybolmamalıdır. Partner her zaman en iyi müttefik olacaktır" diyor.
Babalık Hüznünün Yaygın Suçlusu: Ataerkillik
Bazen öğrenilmiş çaresizlikler ve ataerkil bir toplumun emirleri tüm bu idealleri tehlikeye atar. Bazıları için sıkıntıyı ifade etmek kırılganlıkla eş anlamlıdır. Güçlü aile reisi fikri, çoğu küçüklüğünden beri erkeklik fikriyle beslenmiş olan babalar arasında hala çok canlıdır. "Erkekler kendilerini bir mağaraya kapatma ve açığa vurmama eğilimindedir." diye açıklıyor Antoine. "Benim kötü olmaya bile hakkım yoktu. Buna uygun yaşamak, gerçek bir erkek olmak zorundaydım. Bunu söylemek aptalca ama bence pek çok erkek ve baba bugün hala böyle hissedebilir" diye itiraf ediyor. Babaları ve babalığı zayıflatan, erkeklerin kırılganlıklarını paylaşmalarını ve destek almalarını engelleyen buyruklar var. "Bugün duygular hakkında biraz daha fazla konuşuyor olsak bile, ataerkil imajı hala çok güçlü. 2000'li yılların erkekleri duygularını eskiye kıyasla daha kolay ifade ediyor. Ancak baskı hala çok fazla" diyor Laurent Karila.
Dahası, baba-çocuk bağının kurulmasını teşvik edecek çok az şey var. Örneğin babalık izni (makalenin yazıldığı Fransa'da da Türkiye'deki özel sektörde olduğu gibi) yalnızca 5 gün ( memurlar için 10 gün) , bebeğe hoşgeldin demek ve bebeğin ilk aylarının ağır zihinsel yükünü paylaşmak için zaman ayırmayı mümkün kılmıyor. Sağlanan pek çok ilerlemeye ve sürenin uzatılması konusundaki yaygın fikir birliğine rağmen, toplumun ataerkil mirası babalık izni üzerinde büyük bir baskı oluşturuyor. Her üç babadan biri kendisine babalık izni vermemektedir. Erkeğin para kazanmak için çalışması, kadının ise evde kalıp çocuklara bakması gerektiği yönündeki eski klişeler maalesef henüz tamamen ortadan kalkmış değil. “Oğlum bu yasadan önce doğdu, bu yüzden yasadan yararlanamadım, diyor bugün iki çocuk babası olan Antoine. İçtenlikle inanıyorum ki bebeğimle daha fazla zaman geçirseydim onu daha çabuk tanıyabilir ve gerçek bir bağ kurabilirdim. Ama kendimi kötü hissettiğim ve başa çıkamadığım için hayatımı işte geçirdim. Her türlü sorumluluktan kaçtım. Bu korkunçtu, çünkü evde olduğum çok az zamanda kendimi hiçbir şey yapamaz hissediyordum. Hiçbir şey anlamıyordum. Kendimi baba olmaya uygun olmadığıma ikna etmiştim. Gerçekten de hayatımın en büyük hatasını yaptığımı düşünüyordum."
Bu çaresizlik duyguları ne kadar çabuk ortaya çıkarsa, suçluluk duygusu da o kadar çabuk ortaya çıkar. Yeni doğan çocuklarını hayal ettikleri gibi yönetemediklerinin farkında olan bu babalar, suçluluk duygusuna kapılıyor. "Babalar kendi kendilerine bu durumda olmaya hakları olmadığını, çünkü kadının tüm işi yaptığını ve şimdi devralma sırasının kendilerinde olduğunu söylüyorlar. Mükemmel baba olmak, her şeyle ilgilenmek istiyorlar. Bırakın anne dinlensin ve iyileşsin. Ama pratikte durum daha karmaşık" diye açıklıyor Anne-Thérèse Mignery. Ancak psikolog için net olan bir şey var: "Daddy Blues, babanın doğum sonrası dönemdeki ve hatta hamilelikteki yeri ile ilgili bir sorundur. Toplumumuzda hala anne ve bebek arasında çok fazla iletişim var, oysa bunun üç yönlü olması çok önemli" diyor.
Daddy Blues'a Çare Olarak Babanın Yeri
Bu birlikteliğin oluşabilmesi için babaya seçim hakkı tanımak şart. Ve bu, hamileliğin en başından itibaren geçerli. Fiziksel bir bağ kurulamasa bile, onların varlığı doğum sonrası olası depresyon risklerini önceden önleyebilir. Bu, aile dengesinin kurulmasında ve babanın dahil edilmesinde önemli bir rol oynayan sağlık personelinin desteği ile sağlanabilir. "Herkesi dahil etmek ve babalara yer açmak çok önemlidir. Bebeğe çok fazla ilgi var, anneye çok az ilgi var ve babaya neredeyse hiç ilgi yok. Profesyoneller babanın yeri konusunda dikkatli olmalıdır, çünkü baba annenin en iyi müttefikidir. En önemli şey, istisnasız herkesin iyi durumda olmasıdır" diye açıklıyor Anne-Thérèse Mignery. Babaların varlığı hamilelik ve doğum sırasında önemliyse, doğum sonrası döneminde de anne ve çocuğunu "yatıştırmak" için çok önemlidir. Bu sayede anne hak ettiği yeri bulacak ve çiftteki kimliğinde de varlığını tekrar gösterecektir.
Babanın yeri de annenin ona vermeye istekli olduğu kısma bağlı olacaktır. Psikanalist Tony Anatrella bu fikrin ilk savunucusu. "Babanın yeri, annenin erkek hakkındaki olumlu imajı ve toplumun babalık işlevine verdiği değerle belirlenir" diyor. Babanın rolü ve işlevi toplumun evrimine paralel olarak gelişmekte. 1950'lerdeki ilk psikolojik çalışmalar esas olarak anne-çocuk etkileşimiyle ilgiliydi, babayı ve çocuğun çevresini tamamen göz ardı ediyordu ve babayı resme çok daha sonra, esasen otoriter bir rolde dahil ediyordu. Bugün toplum, özellikle ebeveyn otoritesinin paylaşılması, kadınların iş dünyasına girmesi ve cinsiyet eşitliğinin tanınması sayesinde güzel bir evrim gösterdi. Anne-Thérèse Mignery: "Birlikte çalışmak tüm aileye faydalı olacaktır; Babanın yerini almasını, annenin destek bulmasını ve bebeğin iki kişiye güvenebilmesini sağlayacak" diyor. Ebeveynlikteki bu tamamlayıcılık, çift içindeki değişimi de destekleyecektir. "Annelikte erkeklere yer açmak kadınlara da yardımcı olur. Onları, taşıması çok ağır olan anneliğin yükünden kurtarır" diye açıklıyor.
Erkeklerin, özellikle de genç babaların alçakgönüllülüğü, babanın güçlü ve sert olmasını isteyen ataerkil bir toplum tarafından zaten zedelenmiş olan iletişime zarar verdiği düşünülünce, bu yeni babaların tüm aile kozası için hayatı zorlaştıran kuralları terk etmeleri önemli. 2020'lerin babalarının, daha eşitlikçi bir ebeveynlik için annenin en iyi müttefiki olan mevcut ve ilgili bir baba rolünü nihayet üstlenmeleri gerekiyor.
*Kişinin ilk ismi, anonimliğini korumak için değiştirilmiştir.