Habersiz ortadan kaybolmak, mesajlara ya da aramalara yanıt vermemek, hiçbir açıklama yapmadan tüm iletişimi koparmak: ghosting, ya da sessizlik, modern ayrılıkların artık klasikleşmiş bir yöntemi haline geldi. Duygusal bir “fırlatma düğmesi” gibi görülebilecek bu yöntem, özellikle ilişkilerin başında, günümüz ilişkilerinde giderek daha sık tercih ediliyor.
Bu olgu, genellikle mağduru kadınlar olan bir durum gibi görünse de, erkekler tarafından da yoğun biçimde uygulanıyor. Hatta bazıları için bu, adeta bir ilişki yönetim yöntemi haline gelmiş durumda. Radikal bir yöntem olsa da, kimi zaman daha basit bir çözüm olarak algılanıyor.
Cesaret mi? Fazla zahmet. Ekranın arkasında, zor bir konuşmanın rahatsızlığından kaçmak kolaydır. “Bu yürümeyecek” demek yerine sessizlik tercih edilir. Avantajı? Hiçbir yüzleşme yok. Dezavantajı? Çoğu zaman anlam veremeyen ve ortada kalan kişi için kalıcı bir huzursuzluk.
Görüşler bölünmüş durumda. Miss Eve sitesinin aktardığı (ihtiyatla yaklaşılması gereken) bir ankete göre, katılımcıların %35’i bu seçimi anlayışla karşılıyor, %40’ı sinir bozucu buluyor, %25’i ise kayıtsız olduklarını söylüyor. Çalışmanın bilimsel sağlamlığı tartışmalı olsa da, yine de bir gerçeği yansıtıyor: ghosting artık sıradan bir kelime, ilişkilerde çağın bir refleksi haline gelmiş durumda. Özellikle de Z kuşağında.
Sosyal medyada ise bu konu tartışmaları ve itirafları besliyor. Swipe kültürünün hüküm sürdüğü, ilişkilerin çalma listeleri gibi hızla geçildiği bir çağda, derin bağ kurmak neredeyse önemsizleşiyor. En ufak bir sorun ya da kuşku anında, zaten başka bir profil çoktan bekliyor. O halde neden bir konuşmayla uğraşsın ki insan, ortadan kaybolup yoluna devam edebilecekken?
Erkeklerin sessizlik hakkındaki görüşü ilginç; çünkü bazıları için ghosting aynı zamanda kendini korumanın bir yolu. “Çoğu zaman sessizlik ya da ghosting, olgunluk ve saygı eksikliği olarak algılanıyor,” diyor 26 yaşındaki Marc*. “Ama mesela toksik bir ilişkide geri adım atmanın da bir yolu olabilir,” diye ekliyor, sessizlik hakkındaki fikrini aktarırken.
Fakat burada başka bir soru ortaya çıkıyor: Söz konusu uzun bir ilişkiye son vermek olduğunda, buna gerçekten ghosting diyebilir miyiz? Bu olgu aslında yalnızca taze başlayan ilişkiler, kırılgan flörtler için mi geçerlidir? İşte bu belirsizlik, huzursuzluğu besliyor: herkes ghosting’den bahsediyor, ama kimse tam olarak nerede başlayıp nerede bittiğini bilmiyor.
Bu davranışın ardında bazen daha derin duygusal kalıplar yatabiliyor. Ghosting ile sıkça ilişkilendirilen profillerden biri: kaçıngan bağlanma tarzına sahip kişiler. Çoğunlukla duyguların ne ifade edildiği ne de karşılık bulduğu ortamlarda büyümüş oluyorlar. Ne krizler, ne sarılmalar, ne de paylaşımlar… Sonuç? Yetişkinlikte ya hiçbir şey hissetmeyi öğreniyorlar ya da en azından öyleymiş gibi davranmayı.
Psikologies dergisine konuşan psikolog Gwenaëlle Persiaux şöyle açıklıyor: “Çocuklukta duygusal kayıtsızlık, çocuğu her şeyi içinde tutmaya iter. Okulda ya da arkadaşlarıyla yaşadığı şeyleri anne babasına anlatmaz. Onu kalbinin en derinine gömer, kapsülleyip unutmaya çalışır.” Duygusal kontrolün ustası haline gelen bu yetişkinler için ortadan kaybolmak zor değildir. Bunu acımasızlıktan değil, öğrendikleri baş etme biçimi bu olduğu için yaparlar: kaçarak.
Elbette ghosting yapan tüm erkekler çocukluk yaraları taşımıyor. Ama bazı davranışların kökleri, sanılandan daha gerilere uzanabiliyor. Bir duyguyla nasıl başa çıkacağını bilmemek, çoğu zaman ona hiç hazırlanılmamış olmasından kaynaklanıyor.
Bu durum kritik bir noktaya işaret ediyor: erkeklerde duygusal zeka. Çocukluktan itibaren erkeklere hep “dik durmaları”, “ağlamamaları”, “güçlü olmaları” öğretiliyor. Duygular mı? Onlar “kızlara ait”. Sonuç: kendi hislerinde yolunu bulacak donanımı olmayan erkekler. Öfke fazla olduğunda patlıyor, üzüntü fazla olduğunda susuyor. İlişkilerde ise kaçıyor.
Hissettiklerini ifade edememek, kayıtsız bir davranışı besleyebiliyor: hiçbir şey söylemeden gitmek, gidişinin büyük bir etkisi olmayacağına inanmak… Oysa ghosting aynı zamanda birini yok saymak, silmek anlamına geliyor. Ve karşı tarafta bunun izleri kalabiliyor: terk edilme duygusu, güven kaybı, kendini sorgulama… Yani, nadiren önemsiz bir şey.
Çoğu zaman ghosting ile karıştırılan “no contact” aslında bambaşka bir şeydir. Bu, genellikle açıkça ifade edilmiş bir ayrılıktan sonra, geri çekilmek ve yeniden toparlanmak amacıyla bilinçli ve kabul edilmiş bir kopuştur. Mesaj yok, arama yok, sosyal medya yok. Sağlıklı olabilen ve en önemlisi net bir şekilde belirtilmiş bir mesafe.
Ghosting ise habersiz gelir. İşte bu yüzden bu kadar serttir: Diğer taraf beklemeli mi, ısrar mı etmeli, yoksa unutmalı mı bilmez. Büyük ihtimalle hiç gelmeyecek bir cevabın peşinde askıda kalır.
Ghosting sadece önemsiz bir jest ya da modern bir korkaklık değil. Hislerimizi dile getirmekte, sınırlar koymakta, bitişlerin rahatsızlığıyla yüzleşmekte zorlandığımız bir çağın belirtisi. Erkeklerde ise bu, köhnemiş bir modelden miras kalmış duygusal eğitim eksikliğini de açığa çıkarıyor. Evet, kaçmak bazen daha kolaydır. Ama konuşmak, her zaman daha zariftir.
BU İÇERİK İLK OLARAK GQ FRANCE WEB SİTESİNDE YAYINLANMIŞTIR.