GQ DENEYİM’e Hoş Geldin
DAHASI+

GQ DENEYİM’e Hoş Geldin

Sefalar getirdin.

Burası ‘Hayat zaten kısa, her şeyi dene, her anın tadına bak, zaten bir kere yaşıyorsun’ köşesi değil.

Hayat bundan çok daha karmaşık, herkes farklı, her insan hayata farklı bir yerden bakıp, hayatın farklı bir yerinden alıyor.

Veya almak zorunda kalıyor. Ama bu karmaşıklık içinde deneyimlenebilecek çok şey var (seçtiklerin ve sana gelenlerle) ve senin deneyimini bir tek sen biliyorsun.

Gözlerinin şu an bu satırlarda gezdiği an bir deneyimdesin.

Ve belki bir yandan arkada bir müzik çalıyor, veya ağzında biraz önce içtiğin kahvenin tadı kalmış.

Gezdir dilini ağzında, evet evet gezdir şimdi, bırak yazıyı okumayı ve gözünü 5 saniyeliğine kapayıp gerçekten bul: o ağzındaki neyin tadı?

İlla bir şeyin tadı kalmıştır orada, gitti gibi gözükse de hiçbir şey bir yere gitmiyor biliyorsun. Özellikle de duyular, duygular ve deneyimler.

Her Çarşamba saat 19:00’da bir deneyimi konuşmak için burada buluşacağız.

Ben GQ Editörü Can Remzi Ergen, size sizin için seçtiğim ve deneyimlediğim konuları yazacağım.

Yazıya ek olarak başka bir şey yapıyor olursak onu da yine buradan haberleşiriz, olur mu?

Nasıl görünüyorsa öyle midir?

O anı hiç unutmuyorum. Paris Opera Binası. Benjamin Millepied'nin Daphnis ve Chloe'si prömiyerini yapıyor. Performans bitiyor ve izleyiciler salonu terk etmeye başlıyor. Salonun çıkış kapısıyla opera binasının çıkış kapısı arasında uzun bir koridor var. S şeklindeki bu uzun koridorun iki yanını bembeyaz parlak plastik plexi duvarlar oluşturuyor. Önünüze baktığınızda kıvrılarak giden bir yol var. Hemen önümde parıltılı elbiseleriyle uzun boylu iki güzel hanımefendi salınarak ilerliyor. Öyle yavaş yürüyorlar ki sanki bu koridordan çıkmayacaklar. Sağ taraftaki hanımefendi önce telefonuna bakıyor sonra da itecek hiçbir yanı veya tarafı olmayan beyaz duvarı ancak çok yaklaşınca görebileceğin incececik bir çizginin olduğu yerden, eliyle itiyor. Bir nevi Harry Potter filmindeki o koşularak girilen 'aslında olmayan' kapı, ama bu versiyonuna yavaş yürüyerek giriliyor sanırım. Duvar-kapı'yı itiyor ve oradan içeri giriyorlar, duvar - kapı 4 saniyelik bir zaman diliminde, onlar içeri girerken, geri kapanıyor.  

Kelebek etkisi gerçek mi?

Bu anın hayatımda hiç unutmayacağım bir anı olacak olmasının sebebi birazdan başıma gelecekler değil.  Bu olaya dair hafızama kazınan görseller tam da şu bahsedeceğim andan. Evet hayat bildiğimiz ve başımıza gelmesini istediğimiz ve beklediğimiz anlar kadar hayatın bir anda bize getirdiği, tahmin edemediğimiz anlardan ibaret. Evet John Lennon'un 'hayat biz planlar yaparken başımıza gelenlerdir' sözüne inanıyoruz ama bazen de hayatta bir seçim söz konusu. Denemeyi seçmek. Şu an anlatmaya başladığım ve birazdan başıma gelenleri duyacağınız bu klişe aksiyon filmvari sahne, o duvar-kapı’yı itmeseydim başıma gelmeyecekti. Yani önümdeki o iki hanımefendinin ittiği duvarı itmek mi itmemek mi? Diğer yandan da bu seçimi kendim yaptığımı düşünüyorum ama belki de zaten her halükarda başıma gelecek bu şeyin akışında bir seçim yaptığım yanılgısındayımdır. Hayat belki de bir şekilde beni o ana götürecekti ve belki kelebek etkisi diye bir şey yok.

Tarihte de smokin hep işe yaramıştır

Elimi duvar-kapıya koyuyorum. İtip içeri giriyorum. Önümde bir başka uzun koridor. Bu koridoru yürümeyi bitirdiğimde prömiyerini yapan oyunun sahnesindeyim, karşımda Natalie Portman, hemen yanında Benjamin Millepied ve etrafta yaklaşık bir 15 kişi daha var. Parıltılı elbiseli hanımefendiler de burada. Portman ve Millepied'nin elini sıkıp tebrik ediyorum. O an neredeyse oraya nasıl geldiğimin hiçbir önemi yok, sadece o andayım. Smokin hep hayatımı kurtarmıştır. Ve bu akşam da kurtarıyor. Zira Great Gatsby filmini izlediyeseniz, onun içeride olan versiyonundayız. Bilet alınıp gidilen, genel izleyici kitlesine açık bir gala gecesine kim smokinle gider ki diğer yandan. Herkese hafifçe öne eğilen başımla merhaba derken kruvaze ceketli bir beyefendi ‘hadi çıkalım artık’ diyor. Sahnenin yanındaki büyük asansörlere doğru yürüyoruz. Genelde bulunduğum ortamlara fena olmayan bir hızda adapte olabildiğimi söyleyebilirim ama şu an geriye baktığımda, orada tanımadığım insanlarla, davet edilmediğim bir yerdeki bu rahatlığımı o akşamki fazla kaçan özgüvenime borçluyum sanırım. Kocaman bir yük asansörüne hep beraber biniyoruz. Terasa çıktığımızda Great Gatsby filmini gerektiğinden önce aklıma getirdiğimi fark ediyorum. Kata gelmemizle şampanyalar patlamaya başlıyor. Millepied hazırlanan butik podyuma çıkıyor ve prömiyerini yapan gösterinin yaratıcı sürecini anlatmaya başlıyor. Paris Opera Binası’nın kutlama salonunda kaldığım iki saatin ardından(tabii ki arada Natalie Portman ile Black Swan üzerine sohbet ettim) salondan ayrılırken Portman ile tokalaşıyoruz. 'Tebrik ederim' diyor. Ya beni ekipten biri zannettiği için ya da bilmeden de olsa ‘crush edip’ deneyimlediğim bu akşamdaki becerimi takdir ediyor.

Hayatın herkes için, herkesin de kendisi için bir zamanlaması var

Bu hikaye Portman'ı gördüğüm anla başlamıyor, ve hatta belki de o anda bitiyordur. Natalie Portman ile sohbet etmek çok keyifli olmuş olsa da önemli olan aksiyon o akşamı denemeye karar verdiğim ve o duvar-kapı'yı ittiğim anda. Denemeye verilen değerde. O anın denemeye değecek, sadece buna yetecek kadar bir şeye sahip olmasında, bir şey beklemeden deneyimin sadece bir deneyim olmasıyla her şeye bedel tarafında. Bu bazen bizim seçtiğimiz anlarda bazense biz hiçbir şey yapmadan bizi gelip bulan dakikalarda. Bazen kaçtıklarımız sırasında başımıza gelenlerde, bazen merak ettiklerimizde. Hayat bu kadar karışık ve yapacak o kadar çok şey varken, ve her insan farklı ve dünya her insana farklı bir şey sunarken, her insan farklı bir hayat kurarken, sen şunu yapmalısın demek ne kadar anlamlı olur ki zaten? Veya birisine tavsiye vermek. Veya her şeyi dene, her anın tadına bak, zaten bir kere yaşıyorsun demek... Bununla birlikte her an bir deneyim. Evet burada sizler için seçtiklerimiz olacak ama hayatın da herkes için, herkesin de kendisi için bir zamanlaması var. Ama arayanın önüne çıkıyor. Ama bazen de gelmiş oluyor sana o deneyim sen görmüyorsun, bazen de hazır olmuyorsun, senin için o deneyimi yaşama zamanı gelmemiş oluyor henüz. Bu arada tam görünmüyor ama yukarıdaki kolajda, 'benim zamanım senin zamanın değildir' yazıyor.

Burada anlatılabilir mi?

Bunu burada anlatmaya kalkarken boyutlarımız farklı, peki bu boyutlar üzerinden, buradan birbirimize ne kadar geçebiliriz? Yazı üzerinden doğası gereği 5 duyu üzerine kurulu olan bir deneyimi ne kadar konuşabiliriz? İşin içine bir de dijital konusu giriyor, zira bu kağıtta da olsa anlatılması zor bir şeyken (deneyim daha çok yaşanır). Anlatılmaya kalkışılsa da bir kısmıyla anlatılabilir, bana katılırsın sanırım? Bunu dijital bir ortamda yapmaya çalışmak senin ve benim aramda bize nasıl bir dokunuş getirecek göreceğiz. Ne yaptığım, neyi deneyimlediğim kadar niye bunu yapmaya kalkıştığımı anlatmaya çalışacağım burada, her Çarşamba saat 19:00’da, neden özellikle 'o' konuyu yazdığımı.

O şaman sözü geliyor yine aklıma: ‘Gerçek mi değil mi etkisiden belli olur’. Sendeki etkisi illa ki farklı olur ama zaten önemli olan da senin ne yaşayacağın.

GQ DENEYİM'e hoş geldin.

İLGİLİ İÇERİKLER GQ DENEYİM
İlgili Başlıklar
Daha Fazlası