Fotoğraf: Netflix
Bazı futbol severler size, dünyanın gelmiş geçmiş en büyük futbolcusunun Pelé olduğunu söyleyecektir. Ülkesi Brezilya’yı iki kez Dünya Kupası finaline taşıyan bir sporcu nasıl büyük olmayabilir ki? Ancak bazı otoriteler ise Pelé’nin sadece Brezilya içerisinde kaldığını ve oynadığı amatör takımlarla yüceldiğini savunacak. Netflix’in yeni belgeselinde ise bu konuların dışında daha farklı bir konuyu keşfediyoruz. Pelé’nin kendi iç dünyasını…
Pelé belki de günümüz futbolunda yer alsaydı, Messi ya da Cristiano Ronaldo’dan sonra ismi sayılacak üçüncü futbolcu olabilirdi. Öyle muazzam bir yeteneği vardı ki, futbolda en zor şey olan gol atmayı kolay gibi gösterebiliyordu. Ancak Pelé, 1950’lerin sonundaki Brezilya’ya aitti. Askeri diktatörlerin dönemine. Belgeselde Pelé’nin belki de duyduğumuz anda aklımıza kazınacak bir sözüne şahit oluyoruz. “Futbol, cesareti olanlar içindir”. Evet aslında Pelé’nin yakın çevresi de bu sözü Pelé’ye uygun görüyor. Pelé’nin gerçekten de hiçbir şeyden korkmadığını, korkuyu kendi içerisinde yaşadığını, ancak bunu dışa yansıtmadığı belgeselde açıkça dile getiriliyor. Ancak 60’ların ortalarında yaşanan askeri darbede ise Pelé’nin sessizliğe büründüğüne tanık oluyoruz. Dönemin hükümeti hakkında herhangi bir şey söylemediğini öğreniyoruz. Pelé’nin bir arkadaşı ise olayı Muhammed Ali örneği ile açıklıyor. Muhammed Ali’nin askere gitmek istemediği için yaşadığı sıkıntılar olduğunu, ancak mevcut hükümet tarafından asla işkence ya da benzeri müdahalelere maruz kalmadığını açıklıyor. Pele’nin böyle bir başkaldırısı olsa sonunun Muhammed Ali gibi olmayacağını, Brezilya’nın karanlık hapishanelerinde her türlü sıkıntıyı yaşacağını dile getiriyor. Peki kanlı siyasetin içerisinde yer almak istemeyen ancak Brezilya için sembol bir figür olan insan ne yapmalı?
Fotoğraf: Netflix
1958 Dünya Kupası zaferinde henüz 17 yaşındayken takım arkadaşlarının kollarında havalara kaldırılan Pelé, o günü hatırladığında hala gözleri doluyor. Şu anda 80 yaşında olsa da yaşadığı en büyük günlerden biri olduğunu açıkça belirtiyor. 1970’deki İtalya ile oynadıkları Dünya Kupası finalinin ise oyuncu için anlamı çok büyük. Pelé’yi bir anda elleri yüzünde ağlarken görebiliyoruz.
Pelé’nin aile yaşantısına baktığımız zaman ise belgeselde bizi çok büyük bir boşluk bekliyor. Sadakatsizlikleri, kendi kızını DNA testine rağmen reddedişi ve kara para aklayan oğluyla ilgili herhangi bir şey öğrenmiyoruz ya da duymuyoruz. Belgeselin yönetmenleri David Tryhorn ve Ben Nichols, bu konuları bilerek sınırlamış olabilir. Ancak Asif Kapadia tarafından çekilen Maradona belgeselinde oyuncunun neredeyse tüm dünyasına şahit olabiliyorduk. Deyim yerindeyse Maradona’nın tüm kirli geçmişi açık bir şekilde karşımızda yer alıyordu.
Netflix’in Pelé belgeseli oyuncunun iç dünyasınını ya da büyüklüğünü anlatmak için yeterli mi? Şu anlık baktığımızda yeterli gibi gözüküyor. Ancak ilerleyen dönemlerde belki de daha kapsamlı ve ses getirecek bir işe imza atılabilir.
Sporseverlerin izlemesi gereken 5 belgesel yazısı için linke tıklayın.