André Aciman İle Kaldığımız Yerden
Hype

André Aciman İle Kaldığımız Yerden

Yıllar önce yazdığınız ve büyük ses getiren karakterlere bir yazar olarak geri dönseniz onlara nasıl bir hayat yaratırdınız? New York’lu yazar André Aciman, 2000’lerin en popüler kitaplarından birine dönüşen, 2017’de filme çekilerek en iyi uyarlama senaryo ödülü alan Call Me By Your Name’in ardından devamı niteliğinde Find Me’yi yayımlamıştı. Öykünün izinde, Aciman ile görüştük.

Telefonun diğer ucundaki yazar André Aciman, baharın haince davetkar ılık havasını, New York’un geri kalanı gibi evinde, şehrin yavaşlamanın ötesinde neredeyse sıfıra inen temposuyla karşılıyor. Proust’u bile tarifsiz bırakacak yeni zaman akışı çok hızlı ve çok yavaş arasında dans ederken, ne ısırılan bir madlen ne de ‘ele geçirilen’ bir şeftali dakikaların bu tuhaf düzenini açıklayamaz. Ama Aciman dünyada kült statüsüne ulaşan kitabı Call Me By Your Name ile kelimelerin ve nesnelerin alışılmadık bağını zaten bize 14 yıl önce öğretmişti. 

İtalyan yönetmen Luca Guadagnino, ergenlikle erkeklik arasında kendini arayan İtalyan delikanlı Elio’nun, Amerika’dan çıkıp gelen J. Crew modelinden farksız 20’lik Oliver’la yaşadığı yaz aşkını 2017’de filme dönüştürüp, bizleri Kuzey İtalya’da güzel olan her şeyle -erkekler, kadınlar, şaraplar, bağlar ve müzik- buluşturmuştu. Aciman bu yılın başında Elio ve Oliver’ın aşkına, Avrupa’nın Arnavut kaldırımlarına ve tutkunun gizemli yollarına Find Me ile geri döndü. 

Yeni hikâye, ilk olaylardan 10 yıl sonra Elio’nun babası sanat tarihi profesörü Samuel’in, piyanist oğlunu ziyaret etmek için Floransa’dan Roma’ya yaptığı tren yolculuğu ile başlıyor. Daha sonra Elio ve 10 yıl önceki ilk aşkı Oliver’a ayrılmış farklı bölümler okuyoruz. Kitapta sevdiğimiz ve haklarında daha fazla bilmeye can attığımız karakterlerin 1990’lı yıllarda ilişki, mutluluk ve hayal kırıklığı adına yaşadıkları kısa ama yoğun anlarla anlatılıyor. Tıpkı içinde bulunduğumuz sıra dışı zaman akışı gibi, karakterler de kısa sürelerde güçlü, hayat çizgisini değiştiren deneyimler yaşayıp, geri dönüşü olmayan kararlar alıyorlar kitap boyunca. 

“Türkçe konuşulan bir evde büyüdüm” diyor telefonun diğer ucundaki Aciman ve ekliyor: “Müzisyen dedemden ve anne babamdan duyduğum Türkçe küfürleri hâlâ hatırlıyorum.”  Büyüdüğü Şişli’den 17 yaşında ayrılan bir baba ile yarı Türk bir annenin oğlu olarak İskenderiye’de dikiş fabrikası işleten bir ailede doğmuş Aciman. Önce Roma’ya sonra da New York’a sürüklemiş hayat Musevi aileyi. “Ailemin yüzü her zaman Batı’ya dönüktü” diyen yazar 1980’lerin sonunda Harvard’dan Karşılaştırmalı Edebiyat doktorası ile mezun olmuş. Bugün Manhattan’da yaşayan yazar, Call Me By Your Name’in Türkiye’de gördüğü ilgiden dolayı şaşkın. “Hâlâ pek çok genç Türk’ten özellikle genç adamlardan e-postalar alıyorum” diyor ve gülerek ekliyor: “Tek şikayetim Türkçe baskının kapağı!” 

Aciman ile 2018’de En İyi Uyarlama Senaryo Oscar’ını kazanan ilk filmin devamının çekileceği, Timothée Chalamet ve Armie Hammer’ın özlenen çift olarak rollerine dönecekleri haberinin çıktığı günlerde görüştüm. Yazar, yeni filmde Guadagnino’nun Find Me’den bağımsız bir yol izleyip, karakterleri kitaptan farklı bir hikâyede anlatacağının altını çizdi ve filmi kendisinin de merakla beklediğini ekledi. 

 

Find Me, Elio’nun babası Samuel ile açılıyor ve uzun süre onun hikâyesi olarak ilerliyor. Bu beklenmedik sayılacak karara nasıl vardınız?  

Baba figürünü ilk kitapta çok hassas bir yerde bırakmıştık. Samuel inanılmaz açık görüşlü olmasıyla bana her zaman çok ilgi çekici geldi. Entelektüel çevrelerde kendini açık görüşlü tanımlayan adamlara rastlamak zor değil, fakat onun karikatürize olmayan içten, anlayışlı hali -hele ki 1980’ler İtalya’sında- bende en başlardan bu yana onu derinlemesine inceleme isteği uyandırmıştı. İkinci kitapta görece daha fazla önem kazanması doğal bir süreçte, benim yaptığım bir tren yolculuğu sonrasında gelişti. Yolculuk süresince bir kadınla sohbete daldım, ancak kitaptakinin aksine o birkaç durak sonra indi. Bu kısa deneyim bende seyahat eden bir adam imgesi oluşturdu. Samuel karakterine ilgim de eklenince kitabı onunla, Floransa’dan Roma’ya yaptığı bir tren yolcuğuyla başlatmak istedim. İlişki anlamında açık kapı bırakabilmek için onu eşinden ayırıp, orta yaşlarında bekar bir adama dönüştürdüm. Trende kendinden genç bir kadınla tanışıp, onun peşinden gidecek mi görmek istedim. Bakalım kendisi için de tahmin ettiğimiz kadar açık görüşlü mü?

Samuel ve Miranda’nin trende uzun bir sohbetle başlayan aşk hikâyesi bana Richard Linklater’in Before Sunrise filminde Viyana tren yolculuğu sırasında tanışan ve hızlıca bir çeşit ilişkiye dalan çifti anımsattı. 

Öncelikle şunu söyleyeyim ki şaşırtıcı olsa da aşk çok ilgi duyduğum bir kelime değil. Samuel ve Miranda’nın alıştığımız ya da düşündüğümüz şekilde aşık olmalarını beklemedim. İki insanın bir gün çevresinde birbirlerine çok yakınlaşması bu. Önlerinde çok zaman yok ve bu yüzden hızlı hareket etmek zorundalar. Biri diğerini evine, hatta babasıyla yemeğe davet ediyor ki bu günümüzde tanık olduğumuz bir hız ve kararlılık değil. Ama Samuel, yaşının getirdiği deneyimle şunun farkında: Yakaladığı bu heyecan bir daha onu bulmayabilir ya da kim bilir bir daha ne zaman olur?

Çiftler yaş, deneyim ve ilişkideki rolleri açısından birbirlerini yansıtır ve tamamlar nitelikte. 

Samuel dinamik ve genç bir kadınla mutlu olurken, aynı şekilde genç Elio kendinden büyük ve deneyim sahibi bir adamla, Michel ile oluyor. İki çiftin ilişkileri de kısa sayılabilecek bir ya da iki gün gibi süreçlerde gelişiyor, alevleniyor. Genç ve olgun dinamiğini ilginç bulmamın sebebi iki tarafın birbirine kazandırdıkları. Genç birisi olgun partnerine artık unuttuğu bir hissi ya da olguyu geri getirirken, genç birisi olgun bir sevgilide onu ileride bekleyen, aşina olmadığı gerçekleri buluyor.

10 yıldan fazla bir süre sonra karakterlere dönmek nasıl bir deneyimdi? Sizin de yaşınız değişti, belki yaşama bakışınız da farklılaştı. Bu durum karakterlerinize farklı bir anlayış ve eleştiri ile yaklaşmanıza yol açtı mı?

Bende bütün karakterlerden bir parça var; bu yüzden hepsini bir şekilde anlayışla karşılıyor, kararlarını yadırgamıyorum. Elio’yu en baştan beri kendi utangaçlığımla özdeşleştirdim ve o şekilde yarattım. Diğer yandan, Oliver asla tam olarak çözemediğim benden uzak kibirli bir güç. Başlardaki o kendine güven ve kibir, ikinci kitapta belirsizlik ve çekinceye dönüşüyor. Uzaklaşan gençlikle beraber ona her zaman istediğini elde ettiren güzellik kaybolmuş durumda. Artık ona kendimi daha yakın hissedebiliyorum. Bu yeni kitapta Miranda, Elio’nun ilk kitapta yaptığını yapıyor ve alacağı karşılığı bilmeden karşısındaki arzu nesnesini ilişkiye davet ediyor. 

Elio ilk kitapta kendi potansiyelinin farkına zamanla varan ve güven kazanan bir figürdü. Bu kitapta daha olgun bir Elio ve sanki daha bitkin, kafası karışık bir Oliver var.

Kendine güven doğru bir tespit. Kendini tanıdıkça insan bazı olguları geri çekip, başka tarafları mercek altına alabilir ve bunlar kişinin kendinde güçlü bulmadığı taraflar da olabilir. İnsanlar bana ne zaman Oliver’ın perspektifini sorsalar, cevabım “Bilemiyorum” oluyor çünkü bu genç adam benim için de bir gizem. Eğer ilk kitap onun gözünden anlatılsaydı inan bana ortaya çok kısa bir roman çıkardı.

Sevgiliye “Beni adınla çağır” diyerek aşk ilan etmek felsefi, insanın kendini geri çektiği bir sevgi anlayışı mı sizce? Karşı tarafa da kendi adınızla hitap etmek bir bütünü tamamlamak mı?   

Narsisizm çok çekindiğimiz bir olgu çünkü tam tersine kusurlara ve güçsüzlüğe kapı açan bir kişilik yapısı aslında. Bir ilişki boyunca farkında olmadan ya da bilinçli şekilde karşı taraftan bizi ele geçirmesini istiyoruz. Biliyoruz ki ancak bu şekilde biz de aynı şekilde onları fethedebilir, bir şekilde bize ait yapabiliriz. Bu tür aktif ve pasif denge neredeyse her ilişkide mevcut. Bir ilişkide gönüllü olarak o ya da bu şekilde teslim olmak ve ele geçirilmeyi kabullenmek oldukça cesur bir davranış ve ilk kitabın ismi tam da bunun üzerine.

İlgili Başlıklar
Daha Fazlası