Film Netflix kataloğuna girdiğine göre acımasız eleştirilere hazır mısın?
Ben Bir Denizim’in yapım şartları düşünüldüğünde, çok başarılı bir süreç geçirdiğine inanıyorum. Avrupa prömiyerini Cottbus Film Festivali'nde, Kanada prömiyerini Edmonton'da, Amerika prömiyerini Cinequest’de ,Türkiye prömiyerini en çok olmak istediğim Adana’da (Altın Koza’da) yaptı.
Şu an sinemaların kapalı olduğu bir dönemde olabilecek en iyi yerde yolculuğunu tamamladı.
Filmleri kategorileştirmek istemiyorum. Festival filmi vs diye.. Her filmin kendine göre dert ortakları olduğuna inanıyorum. Filmde gerçek ortamlarda, müzikle veya ağdalı diyaloglarla manipüle etmeden seyirciye ulaşmak istedim.
Ben izlediğim filmlerde çalışkan olmayı seven bir seyirciyim, bizim filmimiz de biraz öyle, sana çalışman için fırsat veriyor. Olumlu kadar olumsuz yorumlar da her zaman benim için bir ders. Yüksek lisans yaparken Feride Çiçekoğlu hocamdı (daha sonra beraber bir film de yazdık), acımasız eleştirilere hazırlığı en iyi yerde yaptım. :)
''Taşıdığın yükler gerçekten sana mı ait?’’ diye ilk kez ne zaman sorguladın?
Ben üniversiteyi bitirip İstanbul’a geldikten sonra bu kanalı açmaya başladım. Yapmak istediğim işi mi yapıyorum? Verdiğim tepkiler, aldığım kararlar gerçekten bana mı ait? Ne kadar özgürüm?
Bunlar huzurunuzu bir süre kaçırıyor ama daha sonra kimsenin yükünü taşımamanıza yardımcı oluyor. Ben de çok çözmüş gibi konuşmak istemem ama uzun süredir sorguluyorum.. Filmimizde Deniz, babasının annesiyle olan kopuk ilişkisinin mağduru...
Deniz’in gel-gitleri farklı sosyo-ekonomik sınıflarda kendini nasıl gösteriyor?
Travmanın gelirken bir sınıf ayırdığını düşünmüyorum. Deniz annesinin gidişinden dolayı, hayatına giren her insanda kaybetme korkusu yaşıyor. Baba da eşini kaybetmiş, ve bunu bütün kadınlara mal etmiş. Bu sebeple çocukluktan beri ilişkilere karşı önyargılı yetiştirilen Deniz’in sağlıklı bir ilişki kurması ya da onu doğru okuyabilmesi kolay olmuyor.
İlk uzun metraj deneyiminde fikir aklına geldiğinde film nasıldı, ortaya çıkana kadar ne kadar değişti?
Bir beyaz eşyacıda hamal olarak çalışan bir gençle çay içmemle oluşturmaya başladığım bir hikaye.. Aşık olduğu kadına hiç kavuşamamış bir gençti. Hem de aşık olduğu kadından bir çocuğu olduğunu çok sonra öğrenen bir gencin hikayesiydi. Babasına evlenmek istediğini söylediğinde tekme tokat dayak yiyen -spoiler vermeyeyim- ama babanın ders vereceğim diye yıllarını kaybetmesine sebep olan bir baba oğulun hikayesiydi. Sonra zamanla hangisi gerçek hangisi kurgu biz de unuttuk.
Veli (Kuzlu) dahil oldu sürece (görüntü yönetmenim). İlk kısa filmimde beraber çalışmıştık. Orda daha stilize daha estetik bir dünya kurmuştuk. Burda karton arabasının yolculuğundan ilham aldık ve bütün film kamera omuzda kullandık.. Anne travmasını su altı çekimleriyle yaşadık... Hayatına giren insanları Deniz, o suyun altında annesi gibi kaybedecek olduğuna inandı bütün film.
Bu baba-oğul ilişkisinin en acımasız tarafı sence neresi?
Serkan’ın oynadığı babamız kendine göre eminim ki çok iyi niyetli. Oğluna adaleti, güçlü olmayı, kendi başına ayakta durmayı öğretiyor. Sadece kendi hikayesini gördüğü için oğlunu kadınlardan uzak durmaya teşvik ediyor. Çünkü onun travmasına değiyor. Zaten bence en acımasız olan, filmdeki baba karakterimiz Deniz’in kendinden bağımsız bir birey olduklarını fark etmiyor. Onun kendi hikayesi olduğunu görmüyor. Ona hayatı öğreteceğim derken gençliğini kaybetmesine sebep oluyor.