
Kasım, Halloween ve Noel arasındaki tuhaf bir ara dönem; sonbahar ile kış arasında kalmış bir zaman. Henüz tam bir kışa kapanma dönemi değil ama dışarısı da pek parlak ve iç açıcı sayılmaz. Netflix’in bu ay ekledikleri ise bu muğlaklığın hiçbirini taşımıyor: Platforma, kısaca söylemek gerekirse, çok iyi yapımlar geliyor. Havanın ne hafif ne de kalın montlara uygun olmadığı bu günlerde, kararsızlığı tamamen devre dışı bırakıp ekran karşısına geçerek çözebilirsiniz.
Kasım ayı, Netflix’in kendi yapımları için büyük bir ay: Çok beklenen Stranger Things’in beşinci ve final sezonunun ilk “volume”ü geliyor. Bunun yanında Guillermo del Toro’nun Frankenstein uyarlaması, Jacob Elordi’nin canavarı canlandırdığı yapım, platformda yerini alıyor. Tesadüf bu ya, David Tennant hayranları için de harika bir ay; oyuncunun başrolünde olduğu iki ITV dizisi – Des ve Broadchurch – Netflix’e ekleniyor. Sonuçta Kasım’dan daha çok “kasvetli bir İngiliz drama ayı” diye bir şey olabilir mi? İşte bu ay Netflix’te izleme listenize almanız gereken yapımlar.

ABD başkanlarına yönelik suikast girişimlerinin – başarılı olsun ya da olmasın – şu sıralar oldukça güncel bir konu olduğunu söylememize gerek yok. İşte tam bu noktada yıldızlarla dolu bir Netflix mini dizisi devreye giriyor: Death by Lightning, James A. Garfield’ın hayatını ve ölümünü dramatize ediyor. Temmuz 1881’de, ABD başkanlığı görevine daha yeni başlamışken Garfield, Charles J. Guiteau adlı biri tarafından vurulmuş ve birkaç ay sonra yaralarından dolayı hayatını kaybetmişti. Garfield’ın önce destekçisi, sonra ise takıntılı bir takipçisine dönüşen Guiteau, çok ses getiren davasında akıl sağlığının yerinde olmadığı iddiasında bulunmaya çalışmıştı. Dizide Michael Shannon, Garfield’ı; Matthew Macfadyen ise Guiteau’yu canlandırıyor. Nick Offerman da kadroda yer alıyor. Kısacası: sağlam, kaliteli bir dönem dramasından söz ediyoruz.

Hip-hop dinleyicileri bilir ki, Vince Staples yalnızca çok ama çok iyi rap yapmakla kalmaz; aynı zamanda keskin ve kupkuru bir mizah anlayışının da ustasıdır. Bu mizahı sadece röportajlarda kullanmak yerine daha geniş bir alana taşımak onun için kaçınılmaz bir kariyer hamlesiydi — ve The Vince Staples Show’un ilk sezonu da, Atlanta tarzında tuhaf ve karanlık bir komedi olarak, Staples’ın kendisinin kurmaca bir versiyonunu canlandırdığı hâliyle, beklentileri fazlasıyla karşıladı. Dizi geri döndü; yani o tuhaf, ayrıksı dehanın daha fazlasını bekleyebilirsiniz.

Sinema salonlarında sınırlı bir gösterimin ardından, Guillermo del Toro’nun Frankenstein’ı Kasım ayında Netflix’e geliyor. Bu film uzun süredir yapım aşamasındaydı — yönetmen, Mary Shelley’nin klasik romanına dayanan bir film yapma fikrini en az 2007’den beri dile getiriyordu — fakat artık karşımızda: Oscar Isaac Victor Frankenstein’ı, Jacob Elordi ise onun (ve dikkat çekici derecede yakışıklı) yaratığını canlandırıyor. Mia Goth ise Frankenstein’ın küçük kardeşinin nişanlısı rolünde. Baştan sona görkemli bir Gotik tutku projesi; del Toro hayranlarının kesinlikle kaçırmaması gereken bir yapım.

David Tennant geri dönüşü, birinci bölüm. Des, 2020 yapımı bir ITV dizisi ve seri katil Dennis Nilsen’ı konu alıyor. İskoçya doğumlu, Londra’da yaşayan Nilsen, 1970’lerin sonu ve 1980’lerin başında en az on iki erkek ve çocuğu öldürdü, sonra da cesetleri yıkadı ve… yani, o cümlenin sonunu getirmesek daha iyi. Her neyse, Tennant bu performansıyla Uluslararası Emmy Ödülü kazandı ve haklı olarak. Nilsen’ı canlandırırken sergilediği ürkütücü derecede sıradan ve soğukkanlı tavır, Nilsen’ın tarif edilemez suçlarının yarattığı o bulmacayı daha da çarpıcı hale getiriyor (ve Des dizisini de çok daha etkileyici kılıyor).

Nouvelle Vague, yani Yeni Dalga, 1950’ler ve 60’larda Fransız sinemasını kasıp kavuran sanat sineması hareketi demek. Richard Linklater’ın (Dazed and Confused, Boyhood) yönettiği bu film de tam olarak bunun üzerine — özellikle de yönetmen Jean-Luc Godard’ın ilk filmi Breathless’ın (À bout de souffle) yapım süreci üzerine. Film siyah-beyaz; Fransızca ve altyazılı, François Truffaut ve Agnès Varda gibi başka büyük yönetmenler filmde karakter olarak yer alıyor — tam anlamıyla cinephile / film bro cenneti. Bu isimleri saygı dolu retrospektif belgesellerin ağırbaşlılığından çıkarıp, bir zamanlar oldukları atışan, flört eden, sahnenin içinde yaşayan yaratıcı tipler olarak izlemek gerçekten çok keyifli.

Gelelim ikinci David Tennant geçmiş yolculuğuna. Broadchurch, 2010’ların ortasında bir televizyonun yakınındaysanız — özellikle de anne-babanızın televizyonunun — mutlaka bildiğiniz bir dizi. Sahildeki Dorset kasabasında geçen, Tennant ve Olivia Colman’ın cinayet ve tecavüz vakalarını soruşturan iki dedektif olarak gerçekten döktürdüğü, atmosferi çok güçlü bir suç draması. Broadchurch’ün üç sezonu da İngiliz suç dramasının adeta ideal formu: gergin konuşmalar, soluk ve yıkanmış renklere sahip sahneler, karmaşık geçmişler.

Ve sıra geldi en büyüğüne... Öyle büyük ki, Netflix’i bugün olduğu devasa platforma dönüştürmeye yardımcı oldu. Ama her şeyin bir sonu var. Stranger Things’in beşinci ve final sezonunun ilk bölümü (ya da “ilk kısmı”), dört bölümden oluşuyor; geri kalan bölümler ise Aralık ayının sonlarında gelecek. Dördüncü sezonun ardından bir yıl sonrasına yerleştirilen hikâye, tanıdığımız ekibin Upside Down’ın hükümdarı Vecna’yı bulup öldürmeye çalışmasını konu alıyor; Vecna, Hawkins’i canavarlarla dolu bir cehenneme çevirmiş durumda. İlk sezonun yayınlanmasının üzerinden neredeyse on yıl geçmişken, Stranger Things’in bu final perdesi çok uzun zamandır bekleniyordu — muhtemelen de yılın en büyük TV olayı olmaya aday.
BU İÇERİK İLK OLARAK BRITISH GQ WEB SİTESİNDE YAYINLANMIŞTIR.