Bekledik ve değdi; yılın en güzel zamanı kapıda. Bahar aylarının başlangıcı ve gönül yaylarının titremesiyle yeni aşklara yelken açıldı. Yepyeni bir flörtle sil baştan tekrarlanan hikayelerin tadını hiç yaşanmamışçasına çıkarıyoruz. “Şu yeni restoranı deneyelim, sonra köşedeki kokteylciye bakalım, yarın akşamki oyuna bilet buldum, haydi sahilde yürüyüş yapalım,” derken o çağdaş sanat sergisi açılışına yakalanmayacağınızı zannetmeyin. Ancak endişeye mahal yok; zor gününüzde yine yanınızdayız. İster kendi rızanız ister sevdiceğinizin zoruyla olsun, asgari üç saatinizi bağlayacağınız bu mekanda yapılması/yapılmaması gerekenleri sıraladık, keyif almanızı sağlamak için elimizden geleni yaptık.
Kendi girizgahımıza ihanet etmek gibi olmasın ama söz konusu yeni aşkınız henüz daha gerçekleşmemiş bir hayalden ibaretse 1) Sabredin zira sabır her şeyin anahtarı; ve 2) Aslında bu, tek başına galeri gezmelerine başlamak için harika bir zaman. Etkinlik broşürlerine göz atın ve yeni sergilere tek başınıza gitmeyi bir alışkanlık haline getirin. Doğru, yalnız başına dikilmenin garipliği apayarı bir serüven ancak emin olun, etrafı keselim diye peşinize takılan adamla koyulacağınız serüven çok daha acılı olacak. Unutmayın; amacımız sanatı anlamak, anlamıyorsak da en azından ortama ayak uydurmak.
Öncelikle kıyafet. Evet, gösteriş meraklılarından kimse hoşlanmaz. Bilhassa sözde sanatçı gösterişi apayarı bir iticiliğe sahip. Ancak her mekanda olduğu gibi bu mekana da “Kapıdan geçerken bakıverdim,” diye bağıran bir kıyafetle girmek yakışık almaz. Bunun aksi durumu, yani “son üç günümü bu sergiden paylaşacağım selfie'leri ve kombinimi planlamakla geçirdim” görünümünün de bir o kadar yanlış olduğunu dile getirmeye gerek bile görmüyoruz. Abartıya kaçmadan kendiniz olun; nispeten rahat ayakkabılar giymeyi de unutmayın.
Girişimiz tamam, ikramlardan aldık bir kadeh, müsait bir köşeden işleri incelemeye koyulduk. Peki ya sırada ne var? Tabii ki tavır ve duruş. Karizmanın ilk kuralı, sergi mekanında da aynı şekilde geçerli, dostlar. Elinizin kolunuzun bir amacı olsun. İster birbirine kavuşsun ister çeneye dokunsun ama önünüzdeki işe konsantre olamadığınız, akşam nereye gitsek diye düşündüğünüz anlarda bile duruşunuz bozulmasın.
Bu demek değil ki bütün akşamı yarınki köşesinde serginin kritiğini yapacak sanat eleştirmeniymiş gibi kasılarak geçirin. Makul bir tavrı yakaladığınız anda rahat olun. Kimse sizi izlemiyor. Eserleri inceleme işini vakte yayın; mantıklı bir mesafeden bakıp farklı açılardan incelemeye çalışın. Ancak buranın bazı kuralları olduğunu da asla unutmayın.
İşlere dokunmamak gerektiğini artık tekrar etmeye lüzum yok. Fotoğraf konusunu ise ne kadar tekrarlasak az. Vakit ayırıp geldiniz; tabii ki beğendiğiniz üç beş işin fotoğrafını çekmek hakkınız. Check-in'leri limitlemek suretiyle birkaç sosyal medya paylaşımına da tamamız. Ama lütfen, lütfen selfie'yi aklınızdan bile geçirmeyin. Telefonu arkadaşınıza verip en popüler işle fotoğrafınızı çektirmeyin. Ne orası Paris ne de arkadaki Eyfel Kulesi.
Bazı temel kuralları aradan çıkardığımıza göre asıl işimize odaklanabiliriz. Sanatı anlamak konseptini sanatı deneyimlemek şeklinde değiştirmekle başlayalım. Önyargılarınızdan kurtulun. Gördüğünüz işleri anlamlandırıp kelimelere dökmek için kendinizi zorlamayın. İşlerin zihninizde yarattığı etki, zaten uzun bir süre “Ne var bunda; bunu ben de yaparım,” ile “Aa bak şuradan bakınca buluta benziyor,” arasında bir yerlerde gidip gelecek. Lafı açılmışken “Bak, şu köşesi tıpkı vesaireye benziyor,” minvalindeki amatör kahve falı denemelerine göz kırpan yorumları da kendinize saklamak en iyisi.
Anlamlandırma karmaşasından ve neden burada olduğunuza dair iç hesaplaşmalarınızdan kurtulduğunuz anda yapmanız gereken tek şey, serginin keyfini çıkarmak. Unutmayın ki güzel bir sergide sadece sanatçının emeğine maruz kalıp işlerini incelemek bile iç dünyanızı fazlasıyla zenginleştirecek; bu deneyimin sonunda vaktinizi en iyi şekilde değerlendirdiğinizi fark edeceksiniz. Sanatın illa ki bir anlamı olacak diye bir kaide yok. Bununla beraber eserin zihninizde ve bedeninizde yarattığı duyguların farkına varmaya çalışmak, akıllıca bir yöntem olacaktır. Ne düşündüğünüz önemli değil; gördüğünüz ve duyduğunuz şeylerle etkileşime geçmek ve bu etkileşimin farkına varmak yeterli.
Ne var ki tehlikeli sularda yüzdüğümüzü ve bu suları pek de tanımadığımızı unutmamak lazım. Açılan ortayı değerlendirip golümü atayım diye hiç beklemediğiniz anda gelen yorumlara bilinçsizce karşılık vermeye çalışmayın. İlla ki bir şey söylemeniz gerekiyorsa, önce işin ne olduğundan ziyade nerede ve ne zaman sergilendiğine dikkat edin. “Almış koymuş işte,” deyip geçmeyin; her bir objenin nereye neden yerleştirildiğini idrak etmeye çalışın. Sergide sunulan işler, sunuldukları mekan/zaman içerisinde çok farklı anlamlar kazanabilir.
Yorumlarınızı asla abartmayın. Karşınızdaki işi beğenip beğenmemenizden ziyade ilginizi çekmiş olması önemli. İşte bu noktada ilginizi dile getirmeniz, yani rol satmaktan ziyade basit biçimde ne olduğunu anlamaya çalıştığınızı ifade etmeniz yapılabilecek en iyi yorum olacaktır. “Sanatçı bunu neden buraya koymuş?” veya “Neden bu renkleri kullanmış?” ve en önemlisi flörtünüze yönelteceğiniz basit bir “Sen ne düşündün?” can simidi niteliğindedir.
Buraya kadar sıkıntı yaşamadan geldiysek, artık yapmanız gereken tek şey kendiniz olmak. Ne kadar söylesek az: Sanat dünyası ne yazık ki saatlerce oturup incelense içinden elle tutulur tek bir anlam çıkmayacak kelimelerin süslediği bir gösteriş takıntısıyla ağzına kadar dolmuş taşmış durumda. Gerçek sanatçının ve sanat öğrencilerinin ve eleştirmenlerinin bu güruhla zaten bir alakası yok, sizin de olmasın. Unutmayın; sanat her şeyden önce sizin için var.