Yasemin Yazıcı, GQ Hype ile sosyal medyanın kariyerine etkisinden psikolojiye olan ilgisine ve çevreye duyarlılığına kadar birçok farklı yönünü paylaştı.
Hiç tahmin edemeyeceğim veya istemeyeceğim derecede etkiliyormuş aslında. Özellikle de son zamanlarda sosyal medya platformlarımı beni takip edenlerin beklentileri doğrultusunda kullandığımı fark ettim. O nedenle bundan sonra tabii ki takipçilerimi ve isteklerini de göz ardı etmeden ama ilgili olduğum akıl sağlığı, psikoloji gibi alanlarla ya da aktivist duruş sergilediğim konularla alakalı da paylaşımlar yapmaya karar verdim.
Tiyatro sahnesindeyken yaşadığım mutluluğu ve bir sonraki gösterimi beklemenin heyecanını yeniden yaşamayı çok isterim. Orada başladım, bir gün mutlaka geri döneceğim.
Oyunculuğun yanı sıra psikoloji alanında yüksek lisans yapıyorum. Proje üzerinde çalışırken çok konsantre oluyorum. Artık sadece tezim kaldı ve bunu sosyal psikoloji alanında yapacağım. Eğitim dışında, bu günlerde yemek pişirirken, İtalyanca çalışırken ve günlüğüme yazarken zamanın nasıl geçtiğini anlamıyorum.
Eylül ayında bir kısa film sayesinde psikolojik gerilim türünü deneyimleme fırsatı buldum. O yüzden uzun metrajda da gerilim ya da korku çok keyifli olur. Yoksa senaryoyu okumadan, asla yapmam deyip reddedeceğim bir rol yok. Her şey hikayeye ve karakterin amacına bağlı.
Bu eğitim insanlık hakkında edindiğim ve edineceğim tüm bilgilerin temelini oluşturdu. Eğer oyunculuk kolektif deneyimler yoluyla katarsis yaşatmayı amaçlıyorsa, o da insanoğlunu tanımaya dayanıyor. Karakter sosyoekonomik, kültürel ya da psikolojik olarak bana uzak olsa da sosyal antropolojiye olan ilgim bana karakterle farklılıklarımızdan çok benzerliklerimizin olduğunu hatırlatıyor ve ona daha sıkı bağlanmamı sağlıyor.
Eğer Korona salgını olmasaydı Türkiye’ye dönüp oyuncu olmak yerine Londra’da yapımcılık üzerine yüksek lisans yapıyor olacaktım. Bir gün %100 inandığım, genç nesil tarafından yazılan ve yönetilen hikayeler üretmeme yetecek sermayeye sahip olacağımı umuyorum. Ayrıca çocukluk arkadaşımla birlikte yaz anılarımızdan ilham alan bir komedi dizisi senaryosu üzerinde çalışıyoruz.
Oyunculuğa genç yaşta başladığım doğru ama bu sektörde profesyonel anlamda ve ekranda dördüncü yılım olması beni daha erken sektöre atılmış arkadaşlarıma göre çaylak kılıyor. En büyük iyi kim, bir celebrity veya az da olsa tanınan bir isim yerine, benim gibi bir no name’e inanıp ilk işimde bana o şansı vermeleriydi. Yoksa keşkem yok, her şey olduğuna varır. Kadere inanıyorum. Hatta zaman zaman yaşadığım durgunluklar, haksızlıklar ve üzüntüler bile beni daha hayırlısına hazırlıyor ya da tehlikelerden koruyordu. Dedikleri gibi aynı nehre iki kez girilmez. Hem sektör hem de ben değişiyoruz.
Oynadığım her yeni karakteri incelemek biraz kendi içimde barındırdığım ama belki de çok tanımadığım bir parçamla yüzleşmek gibi geliyor. Özdeşleşmek de bu parçayı hataları ve kusurlarıyla kabul etmek aslında.
İstedikleri ve inandıkları rolleri özgürce oynayabilmek için film yapımcılığı da yapan Margot Robbie ve Reese Whiterspoon kariyer yolculuklarıyla bana ilham veren sanatçılar.
Küçükken Fred Astaire ile Ginger Rogers’ın videolarını izlediğimden beri eski Hollywood yıldızları gibi triple-threat olmak yani aynı zamanda dans etmek, şarkı söylemek ve oyunculuk yapmak en büyük hayallerimden biri.
Reef markasının felsefesinde olduğu gibi konfor benim kişisel tarzım için çok önemli.
Reef’in plajları temiz tutma taahhüdü, benim plastik kirliliğini en aza indirmeye yönelik günlük girişimim ile kesinlikle uyumlu. Plastik kullanmak zorunda kaldığımda, özellikle de mataramı unutup su şişeleri tükettiğimde, plastik kapakları mutlaka toplayıp tekerlekli sandalye bağışı için bir kuruma veriyorum.
Ayakkabının kıyafeti tamamladığını düşünüyorum. Bu yüzden ya monokrom devam etmeye ya da diğer renklerle uyumsuzluk yakalamaya çalışıyorum. Spor ayakkabılardan sandaletlere ve takunyalara kadar Reef’in tasarımları özellikle ‘rahat pazar sabahı’ hissi veren kombinlerime çok yakışıyor.
“Tüm kıtalara ayak basan en genç Türk” unvanına sahip olan Barkın Özdemir, yaptığı seyahatlerin hayatını ve kişiliğini nasıl dönüştürdüğünü, ideallerini gerçekleştirme serüvenini ve geleceğe yönelik yeni hayallerini GQ Hype’a anlattı.
Aslında, seyahat etmek benim için bir deneyim arayışı ve her yolculukta başka bir Barkın'a dönüşüp onu keşfediyorum diyebilirim. Seyahatte bir ‘skor’ anlayışını sevmiyorum; yeni yerleri keşfederken eski yerleri de yeniden ziyaret etmeyi seviyorum. Özellikle farklı koşullar ve deneyimlerle, daha önce gittiğim bir destinasyon tamamen farklı bir hale dönüşebiliyor. Zaten dünyayı keşfettikçe, dünyanın tahmin ettiğinizden de büyük olduğunu fark ediyorsunuz. Brezilya'ya kaç kez gitmiş olsam da hâlâ delicesine Brezilya’da gitmek istediğim birçok yer var. Son zamanlarda ise yavaş seyahate ilgi duymaya başladım; bir lokasyona gidip bir ay boyunca ev kiralayarak biraz da yerel yaşamak istiyorum. Biarritz, Sicilya ve Okinawa bu konuda harika seçenekler olur.
Kesinlikle. Yedi yaşıma bastığımda halamın hediye ettiği kırmızı kapaklı Büyük Atlas, hayatım boyunca en sevdiğim kitap oldu. Küçükken arkeolog ya da kaşif olup yeni yerler keşfetmek en büyük hayalimdi.
Aslında kitabım, Antarktika'da tuttuğum günlüğümdü. Bir ay boyunca internetin ve telefonun olmadığı, günün 20 saatinin güneşli geçtiği, bir noktadan diğerine geçmenin 3 gün sürdüğü bir gemide 100 kişiyle birlikte yaşadık; adeta yüzen bir açık hapishane gibiydi. Bir yanda Samanyolu'nu, balinaları, penguenleri ve devasa buzdağlarını görürken, diğer yanda dünyanın en dalgalı denizini geçerken yatmaktan başka bir şey yapamadığınız bir macera yaşıyordunuz. Bu, sadece bir Antarktika yolculuğu değildi; aynı zamanda içsel bir yolculuğa dönüşüyordu. Geçmişi, geleceği, arkadaşlıkları, aileyi ve ilişkileri sorguladığınız bir tür keşif süreciydi. Gemide ayrıca tarih ve doğa profesörlerinden bol bol ders aldım. Antarktika'ya gitmemden önce Antarktika hakkında Türkçe içerik neredeyse yoktu. Bu yüzden, benden sonra gidecekler için Antarktika hakkında Türkçe bilgi içeren bir kitap yazmak istedim. Tüm bu deneyimleri ve düşünceleri birleştirerek kitabımızı ortaya çıkardım.
Ben hayatta her zaman paylaşmayı sevmişimdir; belki bu biraz da tek çocuk olmamdan kaynaklanıyordur. Instagram da aslında benim görsel günlüğüm gibi; neşemi, hüznümü olabildiğince filtresiz anlatmaya çalıştığım bir mecra. Instagram'ı 10 yıldır kullanıyorum, 19 yaşındaki o çocuk çok değişti ve bu değişimi takipçilerimle birlikte yaşadık. Birlikte büyüdük. Tabii bazı şeyler değişti ama hikaye anlatıcılığım hep aynı kaldı.
İkisi de… Benim yönüm bellidir ama nerede duracağım hiç belli olmaz. Bazı şeyleri düzenli yapmayı severim ama arkadaşlarım da bilir, haftaya bir bavulla Japonya'ya taşınsam, bu asla şaşırtıcı olmaz.
Aslında bunu uzun zamandır içimde saklıyordum. Kendi kişisel sergimi açmak gibi bir hedefim var; ama sadece fotoğraf ve yazılardan oluşan klasik bir sergiden çok daha farklı bir şey hayal ediyorum. Sürükleyici bir deneyim tasarlamak, insanlara ilham verip onların da yeni yerler keşfetmelerini sağlayacak birkaç proje fikrim var.
İnsan aslında kendisiyle baş başa kalmadan kendini tam anlamıyla tanıyamıyor bence. Seyahatin en sevdiğim yanı da bu; sadece etrafı değil, aynı zamanda kendini de keşfetmeni sağlıyor ve bu en güzel solo seyahatlerde gerçekleşiyor. Bildiğimiz doğruların ve yanlışların neye göre belirlendiğini sorgulamaya başlıyorsun. Özellikle yalnız seyahat ettiğinde yeni insanlarla tanışma şansın artıyor, algın açılıyor, daha fazla öğrenmeye ve hızlı adapte olmaya başlıyorsun. Sonra, tek başına attığın o küçük adım, yeni insanlarla tanışarak kocaman bir hikayeye dönüşüyor. Başlangıçta yurtdışında tanıdığım sadece birkaç kişi vardı; şimdi ise dünyanın dört bir yanında, ailem diyebileceğim bir arkadaş grubuna sahibim ve hepsiyle solo seyahat ederken tanıştım.
Aslında ikisi de; gitmeden önce araştırmamı yaparım ama şehirlerin enerjisine inanırım ve gittiğim her yerde kendi enerjimi de bırakmayı severim. Bu aslında dalga sörfü yapmak gibi; bir kez tahtada nasıl ayağa kalkacağını öğrendikten sonra kendini dalgaya bırakman yeterli. O dalga seni en güzel yerlere götürecektir.
O şehirde bir takipçim ya da arkadaşım varsa, genelde ilk akşam onlarla buluşur ve yemeği birlikte yerim. Böylece şehre giriş dersini başarıyla tamamlarım ve diğer günlere daha hazır hissederim.
Özellikle seyahatlerde rahat ve şık olmayı seviyorum. Bavulu gereksiz doldurmayı da sevmem; bu yüzden çok fazla ayakkabı götürmem. Bir yeri keşfetmenin en iyi yöntemi yürümek ve işte bu yüzden Reef’ler benim yakın arkadaşım oldu. Günde 30 km yürürken, maceraperest Barkın için her tarza uyum sağlayan rahat bir parça haline geldi.
Özellikle Antarktika’ya bizzat gitmiş ve küresel ısınmanın yarattığı sorunları bire bir görmüş biri olarak, sürdürülebilir materyallerden yapılmış ürünlere ekstra özen gösteriyorum. Bu konuda Reef'in yaklaşımı gerçekten çok doğru. Ayrıca farkında olmadan aldığımız her ürünün bir temsilcisi haline geliyoruz; buna bir nevi suç ortağı da denebilir. Çevre dostu olmayan bir markayı artık kim üstünde taşımak ister ki?
Bu aralar triatlona hazırlanıyorum. Sabahları 5.30'da kalkıp açık denizde yüzüyorum, ardından işe gidiyorum. İş çıkışı da arkadaşlarla yemeğe geçiyoruz. Sahildeki kumlardan kurumsal bir ofise kadar her ortama uyum sağlayan bir ayakkabı ile yetinmek gerçekten çok keyifli.
Fotoğraf: @yusufksp
Video: @melikemugesahin
Işık Şefi: @omerraufaksoy
Saç: @harunates001
Makyaj: @aynurkabakk
Fotoğraf ve Video Asistanı: @mehmedzahidd
Teşekkürler: @reef.turkey