Cem Hakko, Raymond Loretan
GQ TR: GPHG, genellikle saat dünyasının Oscar’ları olarak anılıyor. Sizce bu benzetme GPHG’nin ruhunu tam olarak yansıtıyor mu, yoksa belki de zamanın bir sanat olarak kutlanması gibi daha derin bir anlamı mı var?
Bu benzetme elbette gurur verici ve bazı yönleriyle doğru — tıpkı Oscar’lar gibi, GPHG de en üst düzeyde mükemmeliyet ve yaratıcılığı kutluyor. Ancak bence anlamı bundan da derin. Saatçilik yalnızca bir endüstri değil; zamana biçim ve anlam kazandıran bir sanat formu.
Bu olağanüstü saatlerin etrafında bir araya geldiğimizde, yalnızca yeniliği ya da tasarımı alkışlamıyoruz — insan zekâsını, zanaatkârlığı ve kültürü kutluyoruz. Bu anlamda GPHG, bir ödül töreninden çok, kültürel bir kutlama.

Raymond Loretan: 2001’de kurulduğundan bu yana GPHG, bir ödül töreninden fazlasına, adeta bir kültürel harekete dönüştü. GPHG’nin bugün, özellikle İstanbul gibi tarih katmanlarıyla dolu bir şehirde, bir tür “kültürel diplomasi” rolü oynadığını söyleyebilir miyiz?
Kesinlikle. GPHG, yıllar içinde kültürler arasında bir köprü haline geldi; ülkelerin, markaların ve insanların ortak bir tutku etrafında buluştuğu bir platform. Her şehir, dünya turumuza kendi anlam katmanını ekliyor ve İstanbul bu açıdan özellikle sembolik.
Burada zaman, her dönem yalnızca ölçülen bir kavram değil, kültürel bir ifade biçimi olmuştur. GPHG’yi İstanbul’a getirmek, aslında tarihler, sanat gelenekleri ve yaratıcı topluluklar arasında bir diyalog başlatmak demek. Bu da kültürel diplomasinin en güzel örneklerinden biri.

GPHG gezici sergisi Türkiye’ye ilk kez geliyor. Peki İstanbul’u bu yıl doğru adres yapan unsurlar nelerdi?
Birkaç neden var. Öncelikle 2025, İsviçre ve Türkiye arasındaki diplomatik ilişkilerin 100. yılı — bu, sembolik olarak mükemmel bir zamanlama.
İkincisi, Türkiye’de özellikle genç kuşak tarafından beslenen canlı ve büyüyen bir saat kültürü var.
Üçüncüsü, İstanbul’un zamanla kurduğu derin bir ilişki mevcut Osmanlı saat kulelerinden Topkapı Sarayı’ndaki büyük Breguet saatlerine kadar. Tüm bu unsurlar, İstanbul’u bu yılki GPHG dünya turu için doğal ve anlamlı bir durak haline getirdi.
Sergi, Türkiye-İsviçre dostluk anlaşmasının 100. yılıyla aynı döneme denk geliyor. Bu anın iki ülke arasındaki kültürel ve yaratıcı diyaloğa katkısını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bu yıldönümü yalnızca diplomatik bir fırsat değil, aynı zamanda kültürel bir köprü. Saatçilik, sınırları aşan bir dildir. Serginin İstanbul’da gerçekleşmesi, iki ülke arasındaki karşılıklı saygıyı ve merakı vurguluyor.
Ayrıca kurumlar, koleksiyonerler, eğitim ortakları ve yaratıcı topluluklar arasında gelecekteki iş birliklerinin de önünü açıyor. GPHG dünya turunun özü tam olarak bu: paylaşılan kültürel deneyimler yaratmak.
GPHG sergileri yalnızca koleksiyonerleri değil, aynı zamanda sanatçıları, tasarımcıları ve mimarları da cezbediyor. Sizce çağdaş saatçiliğin bugün bu kadar farklı disiplinlerde yankı bulmasının nedeni nedir?
Çünkü saatçilik eşsiz bir kesişim noktasında duruyor: sanat, bilim ve duygunun birleştiği yerde. Mimarlık gibi, yapısal hassasiyete dayanıyor. Tasarım gibi, form ve malzeme aracılığıyla hikâye anlatıyor. Ve müzik gibi, ritim ve zamana göre şekilleniyor.
Çağdaş saatçilik, geleneğe ve yeniliğe aynı anda dokunduğu için yaratıcı zihinlerle bu kadar derin bir bağ kuruyor.
Vakko’nun iş birliği, bu etkinliğe zarafet ve kültürel vizyon anlamında özel bir değer katıyor. Sizce Vakko’nun estetik felsefesiyle GPHG’nin zanaatkârlık ve mükemmellik ruhu arasında en güçlü uyum nerede?
Vakko, zarafet, kültürel vizyon ve inceliği temsil ediyor — bunlar yüksek saatçiliğin özünü yansıtan değerler.
Onların mekânları yalnızca etkinlik alanları değil; güzelliğe anlam kazandıran, özenle kurgulanmış ortamlar. Bizim GPHG sergilerinde yapmak istediğimiz de tam olarak bu: saatleri yalnızca lüks objeler olarak değil, hissedilen ve deneyimlenen sanat eserleri olarak sunmak.
Bu iş birliği hem estetik hem de felsefi olarak mükemmel bir uyum taşıyor.


Bu yılın finalistleri arasında hem zamansız klasikler hem de cesur, avangart tasarımlar görüyoruz. Sizin için mükemmel bir saati tanımlayan şey nedir — hassasiyet, güzellik, yoksa anlattığı hikâye mi?
Benim için mükemmel bir saat tek bir özelliğiyle tanımlanmaz; teknik ustalık, estetik uyum ve anlattığı hikâye arasında bir denge kurar.
Gerçek bir saat, gözü olduğu kadar kalbi de etkiler. Elbette kusursuz bir hassasiyete sahip olmalı, ama aynı zamanda şiirsellik taşımalı. Yapımcısının vizyonunu ve üretildiği dönemi anlatır. İşte bu, onu zamansız kılar.
GPHG Akademisi, dünyadan yüzlerce uzmanın yer aldığı, oldukça demokratik bir modeli temsil ediyor. Bu yapı, saatçilikte ustalık ve yenilik tanımını nasıl dönüştürüyor?
Akademiyi, süreci daha açık, kapsayıcı ve şeffaf hale getirmek için kurduk. Bin civarında üyemiz var — zanaatkârlardan CEO’lara, gazetecilerden koleksiyonerlere kadar. Saatçilik dünyasını şekillendiren tüm sesleri bir araya getiriyoruz.
Bu demokratik model, konuşmanın yönünü değiştiriyor. Artık ustalık yalnızca köklü miras ya da prestijle tanımlanmıyor; yaratıcılık, cesaret ve çağın ruhuna uygunluk da aynı derecede önemli. Bu sayede büyük markalarla bağımsız üreticiler, yan yana parlayabiliyor.
Son olarak, geleceğe bakarsak: İstanbul’un GPHG için yalnızca bir durak olmanın ötesine geçmesi mümkün mü? Türkiye’deki saat meraklıları ve yaratıcı topluluklarla daha kalıcı bir ilişki kurmayı düşünüyor musunuz?
Evet, hiç şüphesiz. İlk adım olarak daha fazla Türk akademisyenin GPHG’ye katılmasını arzu ediyoruz. Bizim amacımız hiçbir zaman şehirlerden “geçip gitmek” değil; anlamlı ve kalıcı bağlar kurmak.
Türkiye’nin zengin kültürel mirası, tutkulu koleksiyonerleri ve yüksek saatçiliğe ilgi duyan genç kuşağı, bu diyaloğu derinleştirmek için büyük bir potansiyel taşıyor. Eğitim ortaklıkları, kültürel projeler ve yeni sergilerle bu bağı büyütebiliriz. İstanbul’un GPHG yolculuğunda uzun vadeli bir partner haline geleceğine inanıyorum, ve yakında yeniden dönmeyi umuyorum.

Zamanın sanatını, zarafetin diliyle buluşturan bu özel etkinliğin bir diğer mimarı ise Vakko’nun başkanı Cem Hakko. Vakko’nun kültürel öncülüğü, estetik duyarlılığı ve yaratıcı vizyonu, GPHG sergisinin İstanbul’daki ruhunu şekillendiren en güçlü unsurlardan biri. Moda ile sanat arasında her zaman köprü kuran Vakko, bu kez zamanı estetik bir deneyime dönüştürerek Türkiye’yi uluslararası sahnede yeni bir konuma taşıyor.
1. Vakko, uzun yıllardır Türkiye’de zarafetin ve kültürel inceliğin simgesi. Saat dünyasının “Oscar”ı olarak bilinen Grand Prix d’Horlogerie de Genève’i Vakko adıyla İstanbul’a getirme fikri size kişisel olarak neyi ifade ediyor? Bu projeyi başlatma motivasyonunuz neydi?
Benim için GPHG’yi Türkiye’ye taşımak yalnızca bir etkinliğe ev sahipliği yapmak değil, “zamanın sanatını” kutlamak anlamına geliyor. Her zaman zarafeti, ustalığı ve estetiği merkezimize koyduk; moda ile başlayan yolculuğumuzu sanat, kültür ve yaşamın farklı alanlarıyla buluşturduk. Bu sergi, o vizyonun doğal bir uzantısı.
Saatçiliğin köklü geleneğini ve insan yaratıcılığının en incelikli ifadesini İstanbul’a taşımak, Vakko’nun kültürel misyonuna ve Türkiye’nin yaratıcı potansiyeline duyduğum inancın bir yansıması. Bizim için bu sergi, zamanın sanata dönüştüğü bir evreni Türkiye’ye kazandırmak demek.
Bu yıl ayrıca Türkiye ve İsviçre arasındaki 100 yıllık dostluğu kutladığımız bir yıl. Güçlü ilişkilerimizi besleyen ortak değerlerimiz doğrultusunda İstanbul’da ilk kez gerçekleştirilen GPHG sergisinin bu kutlamayı daha anlamlı kılmasını temenni ettik. Zanaatkârlık, mükemmellik ve yenilikçilik anlayışımız bu özel iş birliğimizin temelini oluşturdu.


Siz, her zaman zanaatkârlığı ve sanatı Vakko’nun merkezinde konumlandırdınız; şimdi bu vizyon yüksek saatçiliğe uzanıyor. Peki sizin için yüksek saatçilik ne anlama geliyor? Bu dünyanın sizi en çok etkileyen yönü nedir?
Yüksek saatçilik, bana göre sabrın, ustalığın ve zamana duyulan saygının vücut bulmuş hâlidir. Bir saatin arkasında, sadece teknik bir mühendislik değil, duygusal bir derinlik ve sanatsal bir bakış vardır. Her detay, bir zanaatkârın ellerinde anlam kazanır; tıpkı bir heykeltıraşın mermeri şekillendirmesi gibi.
Vakko’nun da felsefesi budur aslında — görünenden öteye geçmek, emeği, inceliği ve estetiği birleştirmek. Yüksek saatçilikte beni en çok etkileyen, zamanın elle tutulmaz bir kavramken bu kadar somut bir güzelliğe dönüşebilmesi. Bu, insan yaratıcılığının en zarif formlarından biri.
GPHG sergisine ev sahipliği yapmak yalnızca Vakko için değil, Türkiye’nin uluslararası lüks sahnesi için de önemli bir adım. Siz bu serginin, Vakko’nun kültürel mirasıyla İstanbul’un yaratıcı enerjisi arasında nasıl bir köprü kurmasını hayal ediyorsunuz?
İstanbul, tarih boyunca farklı kültürlerin, estetik anlayışların ve zanaatkârlığın kesiştiği bir şehir. Vakko’nun da 90 yılı aşan kültürel mirası aslında bu şehrin ruhuyla aynı kaynaktan besleniyor: zarafet, yaratıcılık ve süreklilik.
GPHG sergisiyle amacımız, İstanbul’un bu yaratıcı enerjisini dünyaya göstermek. Yüksek saatçiliğin inceliğiyle İstanbul’un sanatsal ve kültürel birikimini buluşturarak, Türkiye’yi bu alanda uluslararası sahneye taşımak istiyoruz. Vakko’nun kültürel öncülüğüyle İstanbul’un dinamizmini bir araya getiren bu köprü, bana göre “Zamanın Sanatı”nın tam karşılığı.