Timothée Chalamet Elektrikleniyor
Hype

Timothée Chalamet Elektrikleniyor

GQ ile Chalamet yolculuğunun üçüncü bölümünde genç aktör; profesyonel anlamda yeni bir döneme girdiği, yaratıcı akranlarından bir grup edindiği ve isyankar ruhunu kucaklamayı öğrendiği, son birkaç yılda deneyimlediği “yetişkinleşme” sürecini tüm samimiyetiyle anlatıyor.

“Bunu sizinle paylaşmak isteyip istemediğimi bile bilmiyorum zira oldukça mahrem bir konu” diyor Timothée Chalamet ve ekliyor: “Ama bir aktör olarak kafanızın içinde, yaklaşık 30 kişinin oturduğu bir yemek masasında yaşıyor ve bir yandan onlarla ilgilenirken bir yandan delirmemeye çalışıyorsunuz.”

Söz konusu masada toplananlar, filmlerde canlandırdığı sayısız karakter. Ama aynı zamanda, benliğinin kamusal alanda var edilen ve kendisine yakıştırılan versiyonları da bulunuyor. Gerçekler üzerinden inşa edilen benlikleri var. Varsayım yoluyla inşa edilenler de. Düpedüz uydurma yoluyla inşa edilen versiyonlar ve nihayet - son olarak - tüm bunların altında, aslında olduğu kişi var.

“Ve bu son adam, yani aslında olduğum kişi, diğerleriyle aynı hizaya gelmediğinde işler çok tuhaf bir hal alabilirdi.”

timothee_chalamet

Geçtiğimiz yaz hafta içi bir gece, normalde uyumaya gittiğim saatten sonra, Timothée Chalamet - asıl olan - Manhattan şehir merkezindeki daireme geldi. Hava çok sıcaktı; kapüşonunu başına geçirmişti, üzerinde kot ceket vardı. Kat kat giyinmişti. Maske de takıyordu, kendisinden önceki pek çok oyuncudan kalma bir alışkanlıkla. Fakat toplum içinde maske takmak, gece vakti bile olsa, dikkati başka yöne çekmekten çok gözleri üzerinize çekiyor. Çevik bir enerjiyle, özgürce salınarak yürüyordu.

Bugünlerde Batman gibi, gölgelerde rahatça hareket edebildiği gece saatlerinde doğup büyüdüğü şehirde dolaşmayı tercih ediyordu. Batman acıkmıştı. “Nerede sandviç bulabilirim?” diye sordu.

Biraz yürüdükten sonra yukarı baktı. “Oraya giderdim ama daha iyi bir yer var mı?”

Kediler tarafından işletildiğini bildiğim pis bir bakkaldan söz ediyordu.

Onu, geç saatlere kadar açık olan bir yerden bir kase makarna almaya ikna ettim. Yakında gösterime girecek olan Wonka ve Dune: Part Two filmlerinden konuştuk, Chalamet’yi en son gördüğüm 2020 yılından bu yana hem profesyonel hem de kişisel anlamda geçirdiği dönüşümden bahsettik.

“Eminim seninle Woodstock’ta konuştuğuma kıyasla şimdi çok daha sakinim” dedi.

Bu, aklını kaybetmemek adına elinden geleni yaptığı, New York City ile New York’un kuzeyi arasında geçirdiği ilk COVID yazıydı. O zamanlar 24 yaşındaydı ve hayatının erken dönemlerinde hayalini kurarak geçirdiği tüm fırsatların önüne serildiği, yükselmekte olan bir Hollywood yıldızıydı. Ama yine de - hepimiz gibi - o da sıkışmış ve hayatı askıda hissediyor, işe geri dönmek için sabırsızlanıyordu. “Liseden sonra aklım bir karış havada, oyunculuk yaptığım bir hayatı düşleyerek ve gerçekte yaşadığım hayattan tamamen habersiz çok zaman geçirdim” diyor. “Yaşadığım hayattan iyice kopmuştum. COVID sırasında bu durum tersine döndü ve giderek bana uzak hayatımla temas hâlinde olmak zorunda kaldım. Bu benim için iyi olmadı.”

Ama onu bu yaz gördüğümde üç yaş daha büyümüş, üç yaş daha bilgeydi ve o zaman ile şimdi arasındaki mesafeyi ölçmeme izin vermeye hazırdı. Evde skor tutanlar için bu, Chalamet’nin üçüncü GQ kapağı ve devam etmekte olan bir tür uzun vadeli projeye dönüşen üçüncü dosyamız. Altı yıl önce, Call Me By Your Name filmiyle yakaladığı ilk şöhreti sayesinde onunla tanıştığımda, “önceki” hayatının son anlarını yaşayan bir insanı yakından görme fırsatım olmuştu. Üç yıl önce, İkinci Bölüm için buluştuğumuzdaysa, inanılmaz bir hızda artan şöhret ve beğeniyle gerçek zamanlı olarak hesaplaşan bir insanı yakından gördüm. Bu yaz yine karşı karşıyaydık ve daha önce yaptıklarımızın bir benzerini yapıyorduk; etrafta geziniyor, saklanıyor ve başka bir şekilde erken başlamış ve olağanüstü bir kariyerin zaman çizgisindeki bir ânını değerlendiriyorduk. 

“Arkadaşım Julian’ın dairesine gittiğimde,” diyor, “bir Polaroid fotoğrafımı görüyorum; dairesinde yaşayan herkesin Polaroid’ini çeker çünkü. 2015’ten kalma bir fotoğraf ve orada yüz ifademi gördüğümde şöyle hissediyorum: Vay be, o günden bu yana yedi hayat yaşamışım gibi.”

Söz konusu his sadece zamanın yığılması değil, hayatının ve kariyerinin bir evresinden diğerine geçtiğini hissetmesiydi. Son zamanların en çok satan kitabı Four Thousand Weeks’ten (ana fikri şu: iyi bir hayat sadece 4 bin haftadır, peki hiçbir haftayı boşa harcamamak nasıl mümkün olur?) ve 27 Club’dan (kendisi de artık 27 yaşında) bahsediyor; yaşıtlarının önce yavaş yavaş sonra da aniden saran sisten söz ediyor. “Instagram’a girdiğinizde lisenizden insanların evlendiğini, arkadaşlarınızın çocuk sahibi olduğunu görüyor ve şöyle düşünmeye başlıyorsunuz. Son sürat ilerleyen ve muhtemelen daha iyi olamayacak bu harika gidişatta bile ‘Değişmek zorunda kalmama ne kadar var?’ diye merak ediyorsunuz.”

Somut değişim pek basit olmuyor. Ne de olsa Hollywood’un en sevilen genç aktörlerinden birinden söz ediyoruz. Olduğu hâlinin yeterince iyi olduğunu sıklıkla duyan birinden. Gerek ekranda gerek film tanıtımlarında hem yeteneği hem de coşkulu cazibesiyle tam olarak kendini gösterdiğinde, örneğin televizyonda bir gece programına çıktığında canlı izleyici kitlesi önünde şu ricayı duyan genç bir adamdı: Asla değişme! Lütfen hiç değişme!

“İnsanlar bunların gerçek birer sorun olduğunu okuyunca muhtemelen gözlerini devirecektir” diyor ve ekliyor: “Ancak hayatınız, işiniz ve sanatınız açısından bunların evrilmemesi gerektiğini hissetmek enteresan bir zorluğa yol açıyor.”

“Tıpkı Bob gibi” diyor, James Mangold’un yakında gösterime girecek filmi A Complete Unknown’da üç yılı aşkın bir süredir oynamaya hazırlandığı Dylan’ı kastederek. Aklı gece gündüz Dylan’daydı ve - her zamanki gibi - anlatmaya hazırlandığı hikayeler ile kendi hayatı arasındaki yankılara odaklanmıştı. “Dylan metaforu elektriklenmeye odaklanıyor” diyor; 1965 Newport Folk Festivali’nde, dönemin tek gerçek akustik tanrısı Dylan’ın gitarını bir amfiye takıp bir grupla birlikte gerçekten rock yapmaya başladığı o meşhur âna atıfta bulunuyor. “Elektriğe geçmenin en güzel yanı, bunun sanat adına yapılmış olması. Bu isyankar bir eylemdi ve belirli bir müzikal yöne doğru bir itmeydi… Demek istediğim şu değil…” Söylemiyordu ama belki de bu metaforu, aklındaki başka şeylerle ilişkilendirmeye çalışıyordu. “Oyunculuk, sanat ve iş hakkında bu kadar çok konuşup sonra da göz önünde bir hayatın gerekliliklerine dair bir döngüye kapılmak çok ironik olurdu. Ama…”

Şöyle oldu. Bir yandan acıyan sanatçı arzusunu tatmin ederken, diğer yandan şöhretin nimet ve külfeti arasında gezinmek arasındaki dengeyi bulmaya çalıştı. Derin derin nefes aldı. Sık sık tahtaya vurdu. Birden çok kez şu itirafta bulundu: “Bunu kesinlikle bir minnettarlık tavrıyla bağlamsallaştırmak istiyorum; bunu Denzel’den Desus & Mero’da duymuştum.” Aceleci davranmak, hiçbir şeyi rüzgara savurmak istemiyordu. “Her kariyer bir mucizedir” dedi gerçek bir ciddiyetle. Ama biraz isyan iyi gelebilir, hatta gerekli bile olabilirdi.

timothee_chalamet

Gece yarısı atıştırmasının ardından Village’da dolaşırken her blok bir anıyı canlandırıyordu. Burası büyükannesinin, annesinin ve kız kardeşinin aynı dans gösterisinde yer aldığı tiyatroydu. Burası çocukların “Mike’s Hard” içtiği ilk partinin yapıldığı yerdi. Burası Ralph Fiennes ile tanışıp ona, Luca Guadagnino ile film çektiğini gururla söylediği kitapçıydı. Ben de kendi anılarımdan birini paylaştım ve Jennifer Lawrence’ın burada yaşadığını söyledim.

“Gerçekten mi?” diye sordu Chalamet. “Evde olup olmadığına bakalım mı?”

Şehirde geçirdiği süre boyunca kaldığı yere doğru ilerlemeye devam ettik. Saat giderek geç olmuştu ve büyük olasılıkla yazın en durgun gecesiydi. Yakınlarda Taylor Swift konseri yoktu. Yapım aşamasında bir film seti yoktu. Yeni bitmiş bir play-off maçı da yoktu. Uzun süredir burada yaşayan biri olarak söyleyebilirim ki, bir film yıldızını görmeyi bekleyebileceğiniz en son durumdu. Yine de, hiç yoktan, caddenin aşağısındaki yoldan geçen bir taksinin penceresinden bir erkek çığlığı duyuldu.

“Timothée?!”

Taksideki kişiye doğru baktı; başı eğik, omuzları kamburdu. “N’aber?”

“Aman Tanrım! Tanrım!” diye cevap verdi ses, tahminleri doğruydu.

Birkaç blok sonra aynı olay yine yaşandı.

“Aman Tanrım! Şey, acaba…”

Chalamet, düğmesine basılıp açılmış robot bir uşak gibi fotoğraf moduna geçti. “Nerelisiniz?”

Onu NYU’nun kalbine götürdüğüm için özür diledim.

“Ben bu halktanım” diye şaka yaptı.

Fotoğrafçılar tarafından takip edilmesine, durdurulmasına ya da tanınmasına rağmen New York’ta tek başına dolaşmayı seviyordu. Herkes gibi o da hayatı boyunca bunu yapmıştı. Her an başınıza klima düşebileceği fikrinin bile eşitleyici olduğunu söylüyordu.

Ancak son yıllarda, New York’un günlük ritimlerine yoğun aşinalığı, ona büyük bir değişim zamanının gelmiş olabileceğini fark ettirdi. “Aynı şeyi yaptığım çok fazla günden sonra, uzun zamandır elimde olan kartları oynamaya devam ettiğimi ama daha iyi bir elim olduğunu hissetmeye başladım” diyor. “Evim gibi hissettirmeyen bir yerde kirada yaşıyordum. Aynı şarküteriden aynı pastırma, yumurta ve peyniri alıyordum. Yaşam tarzımda her türden değişikliğe direniyordum.”

Tüm bu süre zarfında koşulları değişmişti. Yaşlanmıştı. Filmleri daha büyük ölçekliydi. Şanıysa ölçülemeyecek kadar büyümüştü. Ama bir şeye tutunuyordu; peki, neden? Hollywood’da bunu yakından görmüştü. Erkek çocuk sendromu. Karakterleri canlandırmayı çokça seven insanlar, gerçek hayatlarında da o karakterleri oynarlardı ve bunu daha olgun insanlara dönüşmeden yaparlardı. Ünlülerin, gelişimsel olarak, ünlü oldukları yaşta kaldıklarına dair klişeye aşinaydı. Ama sevilen bir film yıldızı nasıl doğru şekilde değişebilirdi ki? Nasıl büyüyebilirdi? Özünü öldürmeden, hayatını ve sanatını anlamlı bir şekilde nasıl geliştirebilirdi? Bu, Timothée Chalamet için var olan en önemli şeydi. Bir rota belirlemek faydalı olabilirdi. “Tek bildiğim,” dedi, “bir sonraki seviyeye geçme zamanının geldiğiydi.”

2020 yazında Woodstock’ta geçirdiğimiz zamanın ardından Chalamet, Dune: Part One’ın yeniden çekimleri için Budapeşte’ye uçtu ve hemen ardından hastalandı. Karantinada geçirilen o yazdan sonra tanıdık bir hikayeydi: Kafeslerimizden çıkmamıza izin verdikleri anda, kapabileceğimiz her hastalığı kaptık. Bu, onun için bir başka yanlış başlangıçtı; her hücresi çalışmak için ağlıyordu.

COVID sırasında Avrupa’ya girmek o kadar zahmetliydi ki Dune tamamlandığında kıtada kaldı. Hedi Slimane ile Güney Fransa’da, Haider Ackermann ile Paris’te, Luca Guadagnino ile Roma ve Milano’da zaman geçirdi. Guadagnino ona bir senaryo verdi (Bones and All); bir yamyam aşk hikayesi, Amerikan orta sınıfına dokunan ve bağımlılıkla mücadele eden bir yol filmiydi. “Luca ‘Sen yaparsan ben de yaparım’ dedi” diye anlatıyor Chalamet. Bu hem verimli yaratıcı ortaklıklarının bir tasdiki hem de kelimenin tam anlamıyla gerçek bir beyandı. Call Me By Your Name’den bu yana geçen birkaç yıl içinde Chalamet, başka türlü sınırda bir projede yer alarak filmin yeşil ışık almasını ve hızla yapılmasını sağlayabilecek türden bir Hollywood “emtiası” hâline gelmişti.

Chalamet, Roma’da bir Airbnb’de kalıyor, şehirde dolaşıyor ve sadece “boş geçirdiği bir dönemi” yaşıyordu. Hatırladığı tek şey Nomadland’i izlediği, şimdiye kadar gördüğü en şaşırtıcı şey olduğunu düşündüğü ve buna benzer bir şey yapmak istediğiydi. Bones and All belki de o şeydi. Guadagnino ile konuşmak için Milano’ya gitti ve hemen kararını verdi.

Bu arada ABD’ye döndü, SNL’de ilk kez sunuculuk yaptı ve Adam McKay’in Don’t Look Up filminde Leonardo DiCaprio ve Jennifer Lawrence ile birlikte oynayacağı kısa role hazırlandı. Boston’da 24 gün kaldı; bu sürenin 14 gününü karantinada, 10 gününü ise çalışarak geçirdi. En yumuşak hâliyle bile enerji bakımından bir tehditti ve şimdiyse başka bir otel odasına kilitlenmişti. “Sete gittiğimde resmen cızırdıyordum” diye hatırlıyor; vücudundaki çılgınlığı yeniden hissediyordu. “O gün Jennifer’ın hayatının en sinir bozucu günü olduğunu söylediği gündü, ben ve Leo ile çalışmak yani. Odamdan dışarı taştım.”

timothee_chalamet

O bahar, yönetmen Chloé Zhao’nun Nomadland filminin etkisinde kalarak Bones and All’un hazırlıklarına hemen başladı. Zhao, Chalamet’yi Oscar ödüllü filmde kendilerini oynaması için seçtiği, bir yere kök salmayan gezginlerden Derek Endres ile tanıştırdı. New York’ta doğup büyüyen ve Ortabatı ya da Güney ABD’de gerçek anlamda hiç vakit geçirmemiş olan Chalamet, Derek ile birlikte Ohio, Tennessee ve Nebraska’da gezindi; Derek’in yollarda geçen hayatı hakkında konuşup folk müziği dinledikleri birkaç bulanık hafta geçirdiler.

Timothée Chalamet’nin zamanı deneyimleme biçiminin ne kadar zıt olduğunu vurgulamak zor. Bir filmin prodüksiyonu sırasında, basın tanıtımında veya moda kampanyası süresince her dakikanın günler, haftalar ya da aylar boyunca planlandığı uzun süreçler söz konusu. Ama bir de film yapımı ile tanıtımı arasında geçen, bizim deneyimlediğimiz hâliyle zamandan yoksun, bir karakterini ya da kendini geliştirmek için sonsuz genişliğe sahip başka uzun aralıklar da var.

Beautiful Boy ve The King filmlerinde Chalamet ile birlikte çalışan Plan B yapımcıları Jeremy Kleiner ve Dede Gardner onunla film, müzik ve kitaplar hakkında, felsefi referanslara kadar uzanan benzersiz bir sohbet kuruyorlar. “Bence onun, belki de herkesin bilmediği bir yönü var” diyor Kleiner ve ekliyor: “Etrafındaki dünyadan aldıkları ve bunu zamanını nasıl değerlendirmesi gerektiği konusunda içselleştirdiği, gerçekten geniş bir kapasiteye sahip.” Filmler arasındaki bu dönemler Chalamet’nin bazen - iyi ya da kötü açıdan - “varoluşsallaştığını” söylediği aralıklardı. “Huzursuzluk olumsuz bir terim olabilir ama ben bunu iyi anlamda kullanıyorum” diyor Kleiner. “Bir arayış, bir uğraş var.” Kariyerinin başlarında bile Chalamet bir film üzerinde çalışırken tam kontrol, çalışmadığı zamanlarda ise gelişen bir kontrol duygusuna sahip gibiydi. Derek’le yolda geçirdiği haftalar arayış içinde olduğu, güzel, huzursuz haftalardı.

Chalamet, “Bu, Dylan’la ilintili olarak çok düşündüğüm bir şey,” diyor, “hayat ritimlerinin farklı oluşu yani. Şehirde büyümüş biri olarak pandemide çılgına döndüğünüzde, yaşam ritminiz tedirginleşiyor. Townes Van Zandt’ın şarkıları eşliğinde ülkenin tam orta yerinde yola çıktığınızda ise hayat ritminiz harika bir şekilde değişiyor.”

Bones and All’u 2021’in ilkbahar ve yaz aylarında, tıpkı filmdeki karakterler gibi bir yerden diğerine taşınarak çektiler. Chalamet’nin hayat ritmi de buna uyum sağladı. “İkinci aşımı Cincinnati’de oldum” dedi; kayıp bir aşkından söz eder ya da Townes Van Zandt’ın bir şarkısından alıntı yapar gibi. Yamyam karakteri Lee, kurbanlarının kıyafetlerini giyiyor ve saçlarını kırmızıya boyuyordu. Bu, Chalamet’nin “kendi stilini yaratma” olarak adlandırdığı bir eylemdi; kendini saçları ve kıyafetleriyle ifade etmeye çalışan bir adamdı. Amerika’nın periferinde bir kamyonun içinde yaşarken buna uyum sağlamak biraz çaba gerektiriyordu. Ona neden çekici geldiğini hemen anladım.

Lee bir “yiyici”; yamyamlığı kanından geliyor, iradesinden değil. Buna uygun olarak Chalamet onu, havalı ve kendinden nefret etmeyle karışık bir duyguyla canlandırıyor. Ön prodüksiyon sırasında, Chalamet’nin Call Me by Your Name’deki rol arkadaşı Armie Hammer birkaç kadın tarafından, kendisini yamyam olarak tanıttığı cinsel fanteziler paylaşmakla suçlandı. (Hammer’ın bir kadına gönderdiği iddia edilen bazı özel mesajlarda şöyle yazıyordu: “Ben %100 bir yamyamım. Seni yemek istiyorum.”) Chalamet ve Guadagnino’nun bir sonraki filmleri için yaptıkları bu ironik seçimin biraz duyarsızca olup olmadığını merak edenler oldu; Chalamet ile Guadagnino’nun bu çılgınca kesişime neden daha fazla eğilmediklerini merak edenler de. “Yani, bu filmi yapma şansımız neydi ki?” diyor Chalamet, o tuhaf dönemi düşünerek. Yanlış haberler filmin bu gelişmelerden esinlendiğini öne sürdüğünde, “Bu bana şöyle düşündürdü: Şimdi bunu gerçekten yapmalıyım. Çünkü aslında bir kitaba dayanıyor.”

Hammer hakkındaki iddiaları kendisinin nasıl deneyimlediğini anlatmasını istediğimde Chalamet’nin yüzü kaskatı kesildi. “Bilmiyorum” dedi isteksizce. “Bu tür şeyler çok büyük tıklanma rekorları kırıyor. ‘Kafa karıştırıcı’ iyi bir tasvir olur sanki.”

Lee, Chalamet’nin bir senaristle birlikte geliştirilmesine büyük ölçüde yardımcı olduğu ilk karakterdi. Bu aynı zamanda kendisinin baştan sona yapımcılığını üstlendiği ilk filmdi. Venedik Film Festivali’nde Bones and All’u dünyaya tanıttığında, üzerinde Ackermann imzalı sırt dekolteli kırmızı bir tulum vardı. “Daha küçük ölçekli bir filmin tanıtımını yaparken, ortalığı biraz karıştırma fırsatınız oluyor.” Rolü yeni, incelikli ve güçlüydü. Yaptığı diğer her şeyden farklı hissettiren ama yine de yoğun bir aşinalık etrafında inşa edilen yönleri vardı. Dede Gardner’a, adını ve yüzünü bir film afişine koyarak filminizi tanıtabileceğiniz “Timothée Chalamet’nin varlığı”nı “sektörün” nasıl gördüğünü sorduğumda, salt oyuncunun ötesine bakmaktan neredeyse aciz görünüyordu: “Sanırım bu anlamda en tepede o var,” dedi, “ama işinde çok iyi. Yırtıcı bir yeteneği var. Bu öyle bir prizma ki tüm yönlerinin ortaya çıkması için yıllar geçmesi gerekiyor.” Chalamet’nin kariyerinde Lee geldi ve bir daha görülmemek üzere geçip gitti. Çoktan geride kalmıştı.

timothee_chalamet

Bones and All’u bitirdikleri gün Chalamet, kan rengi aslan yelesini kesip saçlarını kahverengiye boyadı ve Wes Anderson’ın The French Dispatch filminin galası için Cannes’a uçtu. Bir noktada, rol arkadaşı Bill Murray’ye eğilip 2019’da Cannes kırmızı halısında Selena Gomez’e ne fısıldadığını sordu. Chalamet, Murray’nin yanıtını gülerek anımsıyor: “Demiş ki, ‘Şöhret geçicidir!’ ”

Chalamet biraz tatil yapmak için izin almaya çalışmış ama “Wonka fabrikasının boruları çağırıyordu”. Sevilen Paddington filmleriyle tanınan yönetmen Paul King, Chalamet’yle 2018 BAFTA sırasında Londra’da tanışmış; pek çok kişi gibi o da Chalamet’nin büyüsüne Call Me By Your Name filmiyle kapılmış. Wonka projesi karşısına çıktığında King, Chalamet’nin rol için gerçekten de tek seçenek olduğunu söylüyor. “Bu film harika olur ama onun için de harika olabilir.” Yine de King, sadece bir kez tanıştığı bu adamın dünyanın en büyük yıldızlarından birine dönüştükten sonra nasıl biri olacağını merak etmekten kendini alamamış. “Bu her zaman ‘çekici ve odak sahibi’ olmak zorunda değil” diyor King. “Ben her şeyi didikleyen, nevrotik bir işkoliğim ve onu gerçekten de kendime yakın buldum.”

Bu Wonka aynı zamanda bir müzikal; Chalamet film boyunca şarkı söyleyip dans ediyor. “Bu, LaGuardia’ya bir geri dönüş” diyor performans sanatları okuduğu lisesinden bahsederek. “Burada bir hikaye anlatıyoruz. Bu, atletik natüralizm gibi bir şey değil. Sinizm, dehşet ya da bizi yoran tüm o şeylerin olmadığı, ciddiyet ve samimiyetten ibaret bir şey.”

New York ve Londra’da Tony ödüllü koreograf Christopher Gattelli’den eğitim aldı. “Bazen bu kalibrede birine bir şeyler yaptırmak neredeyse angarya gibidir; hele ki konfor alanlarının dışındaysa,” diyor Gattelli, “ama onda durum tam tersiydi; devam etmek ve tekrar tekrar yapmak istiyordu.” Gattelli, Chalamet’nin öğrenmesi en zor dans türlerinden biri olan tap dance’i daha önce hiç çalışmadığını fakat bir kez kendine güvenini kazandığında onu durduramadığını söyledi. “Sırf onlara göstermek için annesi ve büyükannesini Skype’tan arayıp dans ediyordu; kendisiyle gerçekten gurur duyduğunu anlayabiliyordunuz.” Bu gurur hem öğrendiklerinden hem de her ikisi de eğitimli Broadway dansçıları olan büyükannesi ve annesinden gelen bu aile geleneğini sürdürmesinden kaynaklıydı. “ ‘Bu benim kanımda var!’ gibi şakalar yapardı. Ben de şöyle derdim: ‘Kanında var. Gerçekten öyle’.”

timothee_chalamet

Chalamet, Wonka’da gerçek anlamda bir gemiden yeni inmiş genç bir Willy’yi canlandırıyor. Fabrikasını ve çikolata imparatorluğunu kurmadan, dünyaya sırtını dönmüş bu karakterin evvelki filmlerdeki temsiliyetlerini sarsan orta yaş travmasından öncesini anlatıyor. “Johnny Depp ya da Gene Wilder’ı taklit etmek fazla kolay olurdu” diyor King ve ekliyor: “Bu korkunç olurdu. Çünkü daha önce Wonka’yı canlandıranlar çok yetenekli ve büyüleyiciydiler, insanların bayıldığı harika performanslar sergilemişlerdi. Yani gerçekten de büyük bir risk almış oluyorsunuz.”

New York ve Londra’daki koreografi eğitim kampı, Los Angeles’taki şan eğitimi ve Londra’daki Abbey Road Stüdyoları’nda şarkıların kaydedilmesi arasında, çekimlerin ilk gününe dek hatırı sayılır bir çalışma söz konusuydu. Ve ardından, COVID duraklamaları nedeniyle, hâlihazırda oldukça meşakkatli çekim süresinin uzunluğu iki katına çıktı. Ekipten birinin test sonucu pozitif çıktığında iki hafta izin verilmesi gerekiyordu. Prodüksiyon, 2021 sonbaharı, 2021 kışı ve Chalamet’nin İngiltere’de olduğu 2022 ilkbaharı boyunca süründü. Kendisinin söylediğine göre, bu süreçte odağını koruyabilmek onun için yeni bir meydan okumaydı.

Ev hayatında da dikkatini vermesi gereken bir şey vardı. Hayatı boyunca yakın olduğu büyükannesi bir süredir hastaydı ve ölmek üzereydi; Chalamet’nin eve zamanında dönemeyeceği giderek daha belirgin hâle geliyordu. “Kariyerimi daima çok destekledi” diyor. “Aynı zamanda, mümkün olduğunca normal bir gençlik yaşamam için kulağımdaki ses oldu.” O yaz, Londra’ya gitmek üzere New York’tan ayrılmadan önce Chalamet, onu kiraladığı dairesinde ağırladı. Edecekleri son uzun sohbet olabileceğini bildiği bu konuşmayı filme almak için dizüstü bilgisayarını kurdu. Orada saatlerce oturup Chalamet’nin daha önce onunla hiç paylaşmadığı şeyler hakkında konuştular. “Ama sonra, gittikten sonra,” diyor, “dizüstü bilgisayarımın şarjının bittiğini gördüm. Bu da o dönemde ne kadar dağınık olduğumun küçük bir metaforuydu; konuşmanın içindeydim ama onu kayda geçirecek kadar odaklanamıyordum.”

O yaz ve sonbaharda Bones and All’dan The French Dispatch’in tanıtımına, Met Gala’ya ev sahipliği yapmaktan Wonka’ya ve Dune’un tanıtımına kadar pek çok şeyi aynı anda yürüttü. “Geriye dönüp baktığımda, çok fazla şey yapmaya çalışmışım” diyor. Chalamet, önemli bir sahnesinin çekimi bitmemişken, hastane yatağındaki büyükannesinin yanında olmak için ayrılmak istediğinde, Paul King’e götürdüğü şey de bu farkındalıktı. Chalamet hiçbir prodüksiyonu yarıda bırakmamış olmaktan gurur duyuyordu ama bu, hayatındaki o anlardan biri olacak gibiydi. King’e bunu sordum. “Bence bir film yıldızı ve başrol oyuncusu olduğu için, bu işin merkezinde bir şeyler yaşayan genç bir adam olduğunu zaman zaman unutabiliyoruz. Ve filmin o an en önemli şeymiş gibi görünmesi çok kolay çünkü herkes işinin başında ama aslında çok daha önemli bir şey oluyor.”

Wonka’yı nihayet tamamlamak için Londra’ya döndüğünde, son sahne hazırlanırken stüdyo alanında dolaştı. Barbie’nin setine uğrayıp bir zamanlar birlikte çalıştığı ve sürekli arkasını kollayan Greta Gerwig’e selam verdi. Aquaman kostümüyle sesli çekim stüdyosuna doğru yürüyen Jason Momoa’ya rastladı. Kendi Wonka paltosuna ve silindir şapkasına baktı. “Bunun yalnızca bir iş olduğunu fark etmeye başlıyorsun” dedi sırıtarak. Alkışlar ve şöhret ne kadar artarsa artsın, İngiltere’de Leavesden’deki ekip için Timothée Chalamet ya da herhangi biri, daha önce gelen ve daha sonra gelecek olanlar gibi komik kıyafetler giyen herhangi bir adamdı aslında. Bu ona iyi geldi. Aynı zamanda eve dönme zamanının geldiğinin de bir işaretiydi. Ama ev artık neresiydi?

timothee_chalamet

“Genelde böyle hissetmiyorum,” diyor, “ama COVID’in sancılı döneminde, Los Angeles’ta benden biraz daha fazla mahremiyete sahip olan insanlar benden daha iyi durumda gibi hissettim.” Önünde film setlerinde geçireceği uzun aylar vardı ama aradaki dönemlerde - belki de - dönebileceği daha kalıcı bir şeyler de olabilirdi. Geçtiğimiz yıl Dune: Part Two’nun çekimleri için yola çıkmadan önce, biraz da hevesle, Los Angeles’ta bir ev satın aldı. “Dune’a gitmeden önce evde yalnızca 10 gün geçirebildim; orayı ana üssüm olarak kullanmanın psikolojik anlamda faydası oldu.”

Chalamet, Dune’da olduğu gibi aynı oyuncu kadrosu ve ekiple işe koyulma imkanına daha önce hiç sahip olmamıştı; bu imkan neticesinde, benzersiz derecede karmaşık bir iş “son derece sorunsuz” ilerledi. “Part One,” diyor yönetmen Denis Villeneuve, “Timothée’nin ilk büyük stüdyo filmi deneyimiydi. Kendine güveni vardı ama böyle bir sette yolunu ve odağını bulmaya çalışırken, kendi balonunu nasıl koruyacağını keşfederken biraz savunmasız olduğunu hissediyordum. Part Two’da ise ilk gün sete geldi; iki film arasında odağını nasıl koruyacağı ve kendi alanına nasıl sahip çıkacağı konusunda çok şey öğrenmişti.”

Çekimlerden önce yeni rol arkadaşlarından Austin Butler’la ilgili başka bir şey daha oldu. “Zoom’da başladı,” diyor Chalamet, “oyuncu okuması yaptığımızda.” Butler’ın Elvis gibi konuşmaya devam edip etmediğini sordum. “Hayır, olan şuydu. Stellan Skarsgård gibi konuşuyordu.” Yani, ilk okumanın daha birinci gününde Butler, Skarsgård’ın Baron Harkonnen’inin varisi olan karaktere çoktan uyum sağlamıştı. “Ve herkes biraz şey oldu…” diyor biraz gerginlikle gülerek, “Bunun benim için ne kadar ilham verici olduğunu anlatamam.” Bu durum prodüksiyon boyunca devam etti. “Çünkü karşımda benden biraz daha büyük biri vardı ama nesil olarak birbirimize yakındık; o nasıl ifade ederdi bilmiyorum ama onun yolculuğu benimkinden farklıydı.” Butler, Quentin Tarantino’nun Once Upon a Time...in Hollywood filmiyle çıkış yapmadan ve geçen yıl Elvis filmiyle Oscar’a aday gösterilmeden önce Disney Channel ve Nickelodeon vasıtasıyla ün kazanmıştı. “Ama işini inanılmaz derecede ciddiye alıyor. Ve yaşıtlarım arasında, ister tiyatro okulunda ister sette olsun, işini bu kadar ciddiye alan ama ‘Kestik’ cümlesinden sonra işini ne kadar ciddiye aldığını şov yaparak gösterme gayretinde olmayan, aksine bu kadar cana yakın ve harika birini görmedim sanırım.”

timothee_chalamet

Chalamet’nin Butler’da hemen fark ettiği şey, oyunculuğa duyduğu bağlılığa meydan okuyacak ve kendi zirvesini yükseltmeye zorlayacak biri olduğuydu. Basketbol hayranı Chalamet’ye bu dinamiğin, NBA’de liseden mezun olur olmaz ligi domine eden bir yıldızın, birdenbire Avrupa’da kendini göstermiş ve ligdeki yerini tehdit eden bir çaylağın karşısına çıkmasına benzediğini söyledim. “Evet! Aynen öyle!” dedi. “Bu benzetmeye bayıldım!” Elbette bunların hepsi rol icabıydı. Ama Chalamet’nin kendisini zorlayabileceğini hissettiği biri vardı. Ona “Daha çok çalışsam iyi olacak” diye düşündüren biri.

Dune’un yapımcısı Cale Boyter, “Bence her büyük oyuncu rekabetçi bir yapıya sahip ve Timmy de bir istisna değil” diyor. “Bu ister içlerinde taşıdıkları bir şey olsun ister sadece akranlarının ne yaptığına dikkat etmek olsun, oyuncu yeteneğini sergileyip diğer herkesi de kendisiyle birlikte yücelttiğinde sahne kesinlikle daha iyi hâle gelir.” Boyter bana, çekimleri haftalar süren ve Chalamet’nin Paul Atreides’i ile Butler’ın Feyd-Rautha’sı arasındaki hesaplaşmaya odaklanan ve muazzam bir sette çekilen, Part Two’nun duygusal doruk noktasını anlattı. “Neslimizin en yetenekli iki genç oyuncusu karşı karşıya. Timmy’nin sahneye çıkarkenki hazırlığının, yani Austin’le dövüşeceğini bilmesinin sahneyi daha da güzelleştirdiğini söyleyebilirim.”

Prodüksiyon tamamlandığında Chalamet’nin Austin Butler’ın metoduna duyduğu ilgi sona ermedi. “Bana bu yıl Los Angeles’ta ne yaptığımı sormuştunuz” dedi bir noktada. “Dylan hazırlığım için Elvis’in tüm ekibiyle çalışıyorum. Tim Monich adında harika bir diyalekt koçu var. Eric Vetro adında bir vokal koçu. Polly Bennett adında hareket koçu. [Austin’in] kendisini her şeye nasıl adadığını gördüm ve benim de bu açıdan gelişmem gerektiğini fark ettim.”

timothee_chalamet

Chalamet’nin kulağına - ya da en azından gelen kutusuna - çalınan ve bu yeni “baş aktör” döneminde ihtiyaç duyduğu daha geniş bir eğitim yelpazesi hakkında konuşan başka bir kişi daha vardı. “Tom Cruise’la tanıştıktan sonra, ilk Dune’u bitirdikten hemen sonraydı, bana inanılmaz ilham veren bir e-posta gönderdi” diyor Chalamet. Söz konusu mesajda, dublör eğitimi için ihtiyaç duyabileceği tüm uzmanların iletişim bilgileri de vardı. Bir motosiklet koçu. Helikopter koçu. “ ‘Eski Hollywood’da dans ve dövüş eğitimi alınırdı; bugün kimse sizi bu standarta tabi tutmayacak. Yani her şey sana bağlı’ diyordu. Bu e-posta tam bir savaş narası gibiydi.”

Chalamet, 2022 yazı ve sonbaharında Part Two’yu çekerken Top Gun: Maverick’i sekiz defa izlemiş. Bu seyirlerin birinde, Budapeşte’de bir sinema salonunu koltuk başına iki dolara satın alıp tüm oyuncuları ve ekibi götürmüş. “Top Gun geçen yaz Dune’u çekerken bana çok ilham verdi” diyor. “Ekibin bir kısmı filme gidişimizi tiye alıyordu ama ben izlediğim en iyi filmlerden biri olduğunu düşündüm.”

Dune: Part Two, bu büyük filmlerde çerçevenin merkezinde durma fırsatını ve sorumluluğunu açıkça benimseyen Chalamet için, yeni bir benlik ve amaç duygusunun başlangıcı oldu. “Aksiyon açısından,” diyor Villeneuve, “Part One’dan çok daha eğitimli ve dövüş sahnelerine hazır olduğunu hissettim. Part Two’daki disiplininden çok etkilendim. Bir filmin başrol oyuncusu olduğunuzda, işinize yaklaşımınız ve disiplininiz ekibin geri kalanı üzerinde mutlaka bir dalgalanma etkisi yaratır. Sete ilk gelen oydu ve her zaman hazırdı. Timothée’nin bu disiplini tam anlamıyla benimsemesi ve benim açımdan bu filmde gerçek bir başrol oyuncusuna dönüşmesi beni çok memnun etti ve etkiledi.”

Seyircinin bir filmde, gerçek hayattan bir dönüm noktasına - birinin büyümesine, yıkılmasına veya kendini affettirmesine - tanık olması her zaman ender rastlanan bir durumdur. Chalamet için Call Me By Your Name bu dönüm noktalarından biriydi: Tam anlamıyla reşit olma hikayesi, gözlerimizin önünde bir dönüşümdü. Şimdi bir başka dönüm noktası ufukta görünüyor. “Part One’da,” diyor Villeneuve, “kamera bir gencin performansını yakalıyordu; karakterden bahsediyorum, dünyayı öğrenen ve yeni bir gerçekliği deneyimleyen birinden. Ama Part Two çocukluktan erkekliğe geçen; bir lider, hatta diyebilirim ki karanlık, karizmatik, mesihvari bir figüre dönüşen biriyle ilgili. Kameramın önünde birinin büyümesine ilk kez tanıklık ettim.”

timothee_chalamet

Dune’un çekimleri aralık ayında tamamlandığında Chalamet, Los Angeles’taki yeni evine döndü. O zamandan beri günlerinin çoğunu “Dylan’la uğraşarak” geçirdiğini söylüyor. Dylan’ın Chronicles’ını yeniden okumuş ve Dylan’ın kitapta ortaya koyduğu sanatçı yükümlülüğünü korumak onun için yeni bir önem kazanmış. “Hayal etme, gözlemleme ve deneyimleme yeteneğinizi kullanmanız gerekiyor,” diyor Chalamet, “ve bunlardan herhangi biri işlevini yitirirse, yaratma yeteneğiniz de bir şekilde işlevini yitiriyor.”

Los Angeles’taki evi ona tam da bunu yapması için yeni bir sığınak sağlamış. Burası onun korunaklı alanıydı; yeni bir rahatlığın, huzurun ve özgürlüğün anahtarıydı. Ev eskiden Kenny G’ye, ondan sonra da Pete Sampras’a aitmiş. Chalamet’nin basketbol potası ve pinpon masası yerleştirdiği güzel bir tenis kortu vardı; burada çoğunlukla olası yeni bir film için antrenman yapıyordu. Her zaman bir sonraki şey ya da şeyler üzerinde çalışıyordu. Gerçekleşebilecek ya da gerçekleşemeyecek roller için hazırlanıyordu. Tabii bir de oyunculuk dışında bazı yeni şeyler için. Söylediğine göre hepsi çok gizliymiş ama bu yeni projelerden biri insanı parlatıyor, diğeri ise sarhoş ediyormuş. Fakat bu bahar ve yaz boyunca Dylan, A pozisyonundaydı.

Chalamet en son uzun uzun konuştuğumuzda Bob Dylan’ı oynamak için derin bir hazırlık içinde olduğunun da farkındaydı. Üç yıldır hem gerçek hem de mecazi anlamda gitarını yanında taşıyordu. Butler’ın vokal koçu Eric Vetro ile önce Wonka’da, ardından A Complete Unknown hazırlığı için tekrar bir araya geldi. Yüksek profilli müzik rollerinde birçok oyuncuyla çalışan Vetro, Chalamet’yi “her şey mümkün” enerjisine sahip coşkusu ile işine duyduğu saygı arasında kurduğu denge konusunda takdir ediyor: “Her şeyi çok eğlenceli bir havayla yapıyor ama işi başarmasını sağlayan ciddiyet de daima bunun bir parçası.”

Genç-yaşlı, canlı-ağırbaşlı arasındaki bu denge daima bedeninde ve zihninde dolaşan bir şimşek gibiydi. Ünlülerin sonsuza kadar ünlü oldukları yaşta kalmaları hakkında konuştuğumuzda şaka yapmıştı: “Benim sorunum, 17 yaşındayken bile 81 yaşında bir zihne sahip olmamdı.” Bu ikilik muhtemelen oldukça iyi bir Dylan yaratacaktır. Vetro, seslendirme çalışmasının mükemmel bir imitasyona bağlı olmadığını söyledi: “Bu, Dylan’ın sesinin, tavırlarının ve konuşma biçiminin tüm özelliklerini alıp müziğe aktarmakla ilgili; böylece Timothée’nin müziğini duyduğunuzda, gerçekten Bob Dylan’ın özünü hissediyorsunuz. Onun taklidini görmüyorsunuz. Çok iyi bildiğimiz o sese yeni bir soluk getirmiş oluyor.”

timothee_chalamet

Chalamet henüz Dylan ile tanışmamış. “Üç yıl önce istememiştim, tamamen batıl inançlarım nedeniyle,” diyor, “şimdi ise çok isterim.”

Dylan üzerine çalışmak ona irili ufaklı konularda yardımcı olmuş. “Bob benim ‘Aptallar için Şöhret’ kitabım gibi” diyor. “Günümüzde bu farklı bir şey çünkü o zamanlar bu derece tanınmış o kadar az insan vardı ki... Gerçekten her şeyden kaçabilir ve bilinmez olabilirdiniz. Ama hâlâ ondan bir şeyler öğrenmeye çalışıyorum.” İşini yap. Sonra ortadan kaybol. İşini yap. Sonra ortadan kaybol.

Chalamet, 2023’ün ilk yarısının çoğunu göze batmamaya çalışıp ortadan kaybolarak geçirdi. Hem kendisi hem de işi için en önemli şeyin, performansını besleyen insanlığının bir parçasını korumak olduğunu söylüyor. “Kişisel yaşamınızda, sizin için kullanılabilir olan deneyimlere sahip olmalısınız” diyor. “Kariyerimin yükselişinin deneyimsel heyecanı benim için o kadar yeniydi ki, bir süreliğine işimi besleyen deneyimler bunlardı. Ama gerçek deneyimlere sahip olmalısınız. İnsani deneyimlerden söz ediyorum. Âşık olmalı, sıkılmalısınız. En son konuştuğumuzda kanepenin minderindeki kırışıklıktan bahsetmiştim.” (2020’de şöhret roketinden inip hareketsizlikle yeniden kucaklaşmak, kanepede bir dakikalığına oturmak için duyduğu derin arzudan söz ediyor.) “Ama o süre içinde kırışıklığı hiç göremedim! Hiç yavaşlamadım. Asla gözden kaybolmadım. Ama bu yıl Los Angeles’ta bunu harikulade bir biçimde yaptığımı hissediyorum.”

Ortaya çıktığı zamanlarda ise tüm dünyanın dikkatini üzerine çekti. İlk kez ocak ayında, tüm akranlarının Apple’ın popüler dizi ve filmlerinde rol almasını izlerken FOMO (fırsat kaçırma korkusu) yaşadığı Apple TV+ reklamında boy gösterdi. Söz konusu reklam büyüleyici, bilinçli ve kariyerinin başlarında gördüğüm eski endişeye şeytani derecede yakınsıyor.

İkinci kez ise nisan ayında, Martin Scorsese ile SoHo’da Bleu de Chanel için bir reklam filmi çekerken görüldü. Reklam filminde birlikte oynayacaklarını konuşmaya başladıklarında Scorsese, Chalamet’ye Fellini’nin 1968 yapımı kısa filmi Toby Dammit’i izleyip izlemediğini sormuş. Bunu hatırlayınca güldü (hayır, izlememişti) ama 80 yaşındaki yönetmenin enerjik vizyonunun ilk sarsıntısı heyecan vericiydi. Çekimler sırasında da etkisi hiç azalmadı: “Sabahın dördünde Queens’teydik ve [Scorsese] metro merdivenlerini hızlı hızlı çıkıyordu” diyor Chalamet. “Onunla birlikte yapacağım bir proje bulmaya çalışmam gerektiğini daha evvelden düşünmeliydim. Evet, bu bir parfüm reklamı ama benim için muazzam bir eğitim fırsatıydı.” Sonuç: Chalamet’nin kendisinin bir karikatürünü sunduğu bir başka kurnaz gerçeklik taklidi. “Dune’u tamamladığımdan beri rol aldığım tek şeyin, milyar dolarlık şirketlerin hayatımın bir versiyonunu hicveden reklamları olması beni şaşırtmıyor” diyor gülümseyerek.

Geçtiğimiz altı yıl boyunca Chalamet önce ünlü, sonra da çok ünlü oldu; zaman zaman kendisini, gerçek Timothée Chalamet ile benliğine dair bu farklı algılar arasındaki mesafeyi ölçerken buldu. Timothée Chalamet’lerin yemek masası. Ancak bu tam da pusulanın dönüşü yavaşlamış iğnesine işaret ediyordu. İğne bu yaz, açık ve net bir şekilde, hakiki kuzeye dönmüştü ve diğer gürültüler azalıyordu. Çarpıtmaların nasıl yayıldığını kontrol edemezdi. Sadece kim olduğunu kontrol edebilirdi ve buna sahip olduğu için mutluydu.

timothee_chalamet

Bu da Chalamet’nin 2023’ün başlarında ortalıkta göründüğü bir diğer anla ilgili. Bu bahar, Culver City’de Tito’s Tacos’a giderken görüldü. Bunun tek nedeni, birlikte olduğu iddia edilen kişinin Kylie Jenner olmasıydı; ikilinin araçlarının birbirine yakın göründüğü fotoğraflar anında dünyanın dört bir yanına yayıldı ve olası bir ilişki söylentilerine yol açtı.

Chalamet “celebrity” kültürünün nasıl işlediği konusunda hiç de naif değil. Aslında, bunu her gün bizzat deneyimlemenin yanı sıra, insanların ona duyduğu kadar, sevdiği sanatçılar konusunda internet takıntısı duyan ilk mega-ünlü neslinin en önde gelen üyesi belki de. Kid Cudi. Leo. Vesaire. Kendisi de bu hummanın bir ürünü, hiçbir şekilde bundan muaf değil; bu yüzden daha da yaklaşma, iyice içine sızma arzusunu anlıyor. “Bu şeylerin önemli olmadığını söyleyemem,” diyor, “çünkü yoğun hayranlığım beni olduğum yere getirdi.” Ancak tamamen özel bir yaşam sürmeye hakkı olmadığı yönündeki duruşa da karşı çıkıyor.

Ona bunun adil ve aslen devredilemez bir hak olduğunu, ancak gerçekten yalnız kalmak istiyorsa Instagram’da en çok takip edilen dört kişiden biriyle vakit geçirmeyebileceğini söylediğimde başını sallayıp kıkırdıyor: “Bu bana South Park’ın ‘Worldwide Privacy Tour’ ile ilgili son bölümünü hatırlattı” diyor Harry ve Meghan’ın özel bir jetle uçup emrivakiyle bir talk show’a çıktıkları bölüme atıfta bulunarak: Mahremiyet istiyoruz! Mahremiyet istiyoruz! “Bazen, özel bir hayat yaşamaya çalıştığınızı söylediğinizde insanların kafası karışabiliyor.”

Aylarca dedikodulardan kaçan ikili, eylül ayında Los Angeles’ta birlikte Beyoncé konserine, ardından New York’ta U.S. Open Men’s Singles tenis finaline birlikte katılarak ve - bunun dışında da - toplum içinde birlikte olmaktan ve sevgi gösterisinde bulunmaktan çekinmeyerek dedikoduları doğruladı. SAG-AFTRA grevi nedeniyle, hayatının bu kısmının spot ışığının dışında bırakılması için yaptığı varoluşsal savunmaya ne olduğunu soramadım, ancak tahminim protesto edeceği: “Mahremiyet istiyoruz! Mahremiyet istiyoruz!”

Bu yaz New York’ta dolaştığımız o gece, kaldığı yere geri döndük ve gece saat 1’i göstermeden biraz önce gerçekten konuşmaya başladık. Chalamet üç yıl önceki hâliyle şimdiki hâli arasındaki farkı ve bunun nedenini anlatmak istedi.

Üç yıl önce, hayatın durmadan döndüğünü söyledi. Woodstock’taki ormanın içinde yer alan kulübedeki andı bu. Tomurcuklanan şöhretiyle kendini fazlasıyla yalnız hissediyordu; kelimenin tam anlamıyla tecrit edilmişti, etrafında ona neler olduğunu gerçekten anlayabilecek kimse yoktu. Arkadaş ortamında ergenliğe ilk giren kişi olmak gibiydi. “Kaideye oturtulduğunu” söylüyor. Nasıl yaşaması gerektiğini bilmiyordu. Bir insanın, ıssız kulübesindeki bir insanın nasıl olması gerektiğini bilmiyordu.

Dune: Part One’da setteki Josh Brolin, Jason Momoa ve Oscar Isaac gibi akrandan çok amcası olacak yaştaki adamlarla bağ kurmuştu. “Bir süre etrafımda sadece yaşlı insanlar varmış gibi hissettim” diyor. “Sevdiğim ama kuşak olarak üstümde olan insanlar. Ve öyle bir an geldi ki - yanlış anlaşılmak istemem ama - yaşıtım yokmuş gibi hissettim.” Part Two’da ise akranlarıyla birlikteydi. Beklenmeyen şöhret ile iyi oyuncu olma arzusunu nasıl dengeleyeceğini onun kadar - hatta ondan daha iyi - anlayan diğer oyuncularla birlikteydi. Zendaya vardı. Austin Butler. Florence Pugh. Ve hatta Zendaya’yla sevgili olan ve seti ziyaret eden Tom Holland.

timothee_chalamet

“Zendaya ve asistanı Darnell ile, hatta sete gelen Tom’la bu kadar çok zaman geçirmek benim için çok değerliydi” diyor. “Oldukça tutarlılar. Onlar Hollywood’un iyi yönü. İyi enerjili Hollywood. Ve bir de Austin ve Florence var. Kendim için, doğru şeyleri önemseyen insanlardan bir topluluk kurduğumu hissediyorum.”

Part One’da,” diyor Villeneuve, “Timothée büyük köpeklerin yanında küçük bir yavruydu. Yaşlı akıl hocalarının yanındaki genç aktördü. Part Two’da ise arkadaşlarıyla birlikteydi.”

“Zendaya’ya baksanıza” diyor Chalamet. “Hiçbir şeyin onu etkilemesine izin vermezken bir yandan da bu kadar çok şey başarması çok ilham verici. O sadece yapıyor.”

timothee_chalamet

İşte şimdi onun sınıfıydı. Enteresan koşullarını paylaşan ama - görünüşe göre - bunu çözmüş olan, örnek alabileceği yaşıtı insanlar vardı. Bu ona huzur veriyordu. Rahatlık, dostluk, güven ile ilhamın yanı sıra, tutunmaya değer olana tutunmak ve gerisini bırakmak için ihtiyaç duyduğu rekabetçi bir motivasyon veriyordu. Vakit gelmişti.

“24 yaşındayken, yaptığım şeylerden memnun olabilirdim,” diyor, “ama o sıkışmışlık ya da durgunluk dönemi muazzam derecede faydalı oldu. Bu sadece izole olmak anlamında değildi. Aslında filizlenebileceğim bir yerdi. Ve daha fazla azim göstermemi sağladı.”

Geçtiğimiz üç yıl boyunca Chalamet ile temas kuran kişilerle konuştuğumda bu konu tekrar tekrar gündeme geldi. Öyle yüceltilmiş bir aktör söz konusuydu ki muazzam yeteneğinin yeterli olduğuna, sadece kişiliğinin bile tanımadığı insanların takıntısına değdiğine, çerçevenin merkezini doğası gereği hak ettiğine inanmaya başlayabilirdi. Bunun yerine - onu iyi tanıyanların söylediğine göre - daha da fazla çaba harcamakta ısrar etti, başardıklarına sırtını yaslamaya takıntılı bir direnç gösterircesine. Ben değil - her prova, her çekim, her etkileşim bunu söylüyor gibiydi. Bırak, diğer insanlar bunu cepte saysın.

“Bu, kendine meydan okumanın, yeni şeyler denemenin ve yeni alanlara girmenin bir karışımı; dolayısıyla böyle bir evrim var” diyor yapımcı Jeremy Kleiner. “Ama aynı zamanda bir merkez de var; ahlaki, estetik bir merkez var. Onunla ne zaman vakit geçirsek, her şey eskisi gibi ama farklı. Bu devamlılık ve evrim karışımını hissediyorsunuz.”

timothee_chalamet

Evet, tam olarak buydu. Chalamet ile geçirdiğim zamanın izini Birinci Bölüm’den İkinci ve Üçüncü Bölüm’e dek sürerken hissettiğim şey tam olarak buydu. Zamanın geçişi, gerçekleşen değişim ama korunan öz. Zihninizi, bedeninizi, kariyerinizi, itibarınızı ve bir sanatçı olarak bütünlüğünüzü sağlam tutarken yeni gelenlere de bu şekilde kucak açmak; bir şekilde dökülmesi gerekeni dökmek için gerekli müdahalede bulunurken, özü korumaya da özen gösteriyorsunuz.

İşinde yükselme çabası, kişisel yaşamında ilerleme gayretiyle örtüşüyordu. Her iki durumda da düşman statükoydu; statüko çok övülen ve çok sevilen bir şey olsa bile. Tüm bunlar büyümenin, benliğinin bir ileri versiyonuna evrilmeyi bilinçli olarak seçmenin bir parçasıydı. Bahsi geçen yemek masasına kendisinin yeni versiyonlarını eklemek ya da belki de o versiyonlardan bazılarının bir daha dönmemek üzere eve gitmesini istemek. “Büyükannemin Mount Sinai’deki hastane odasında otururken, geri dönüp iki hafta daha bir çikolata tankında yüzmem gerektiğini düşünürken şöyle dedim: ‘Vay be, gerçekten bir şeyler inşa etmeye başlamalıyım yoksa başım belaya girecek. Tüm bunlardan sonra tekrar sıçramak için inebileceğim sağlam bir zeminim yok.’ İşte bu yüzden 27 yaşına gelip de el frenini çekmeyi reddeden insanlar nihayetinde ölüyor. Gençliğinizin son çırpınışları bir duvara çarpıyor. Vücudunuz aslında yetişkinleşiyor.”

Chalamet bana, üç yıl önce ormanda buluştuğumuz zamankinden daha sakin görünüp görünmediğini sormuştu ve bu yaz aradaki fark hissediliyordu. Görünüşe göre biraz sert bir mevsimden geçmiş ama daha berrak bir gökyüzü bulmuştu. Gemisini daha yükseğe çıkarmıştı. Seviye atlamıştı. Orada her şey daha basitti. “Evet,” diyor, “tekrar karmaşık hâle gelmesi için önce basitleşmesi gerekiyordu. Umarım bir sonraki filmimde, filmden sonra benimle konuştuğunuzda harabeye dönmüş olurum.”

Geçici bir fırtınadan kurtulmak için bir şeyleri değiştirmesi gerekiyordu. Bir insan ve bir sanatçı olarak. Oyunculuğunu daha da ciddiye almaya başladı. Başrol oyuncusu olmayı benimsedi. Daha önce hiç çalışmadığı kadar çalıştı. New York’taki dairesini terk etti. Los Angeles’ta bir ev aldı. Kiminle istiyorsa onlarla vakit geçirmeye başladı. Ama kariyerinizi buraya getiren adımlardan kaçınırsanız ne olur? Sizi her zaman gitmek istediğiniz yere götüren hamlelere kasten meydan okuyup tamamen farklı bir şey denediğinizde ne olur? Bu bir riskti. Ama çok mantıklıydı. Olur böyle şeyler. Ailenizden birileri ölmeye başlar. Büyüklerinizin yerini yaşıtlarınız alır. Hayatınızı toplayıp başka bir yere kök salarsınız. Tanınmanızı sağlayan enstrümanı bırakır, elinize başka bir enstrüman alırsınız. Onu çalarsınız. Duyuyor musunuz? Bu yeni bir şeyin vızıltısı. Tellere vururken nasıl ses çıkardığını duyana kadar bekleyin. 

Daniel Riley, GQ’nun küresel içerik geliştirme direktörü.

İZLE
Serenay Sarıkaya GQ Global Creativity Awards Gala Gecesine Hazırlanıyor
İLGİLİ İÇERİKLER Timothee Chalamet GQ Global
İlgili Başlıklar
Daha Fazlası