“Göç”, son yıllarda tüm dünyanın odaklandığı, konuşulan, tartışılan oldukça zorlayıcı bir konu. Biz bu yazıda çatıyı biraz daha daraltacağız. Türkiye’de 50’li yıllarda muazzam bir toplumsal harekete dönüşen “iç göç”, bugün yönünü tam tersine çevirmiş durumda. Hayal kuran ancak bunu eyleme dökemeyen, özellikle İstanbullu beyaz yakalıların, hayatlarını tepetaklak eden pandemiyle birlikte Ege, Akdeniz ve Karadeniz’e doğru dağılmaya başladığını, sadece sosyal medyadan bile rahatlıkla gözlemlemek mümkün.
Büyük şehrin sunduğu konfor ve güvenlik alanı insanı fark etmeden kendine zincirliyor. Bu zinciri kırabilmek aslında çok kolay, ancak hala büyük çoğunluğu kendine bağlayan ve hareket etme cesaretini kıran çok fazla neden söz konusu. Yönünü artık tersine çeviren “iç göç” sürecinin bir parçası oluşumuzun şüphesiz sosyal, kültürel ve ekonomik dinamikleri de var. Ancak tüm bu nedenlerin hepsini geride bırakan şey, hiç görmediğimiz bir eve aşık olarak yola koyulmamız oldu.
İnternetteki satış ilanına tesadüfen rastladığımız bu ev Ayvalık’taydı. Ayvalık’ın oldukça ilginç, köklü ve gösterişli bir tarihi var. Rum nüfusun ağırlığını hissettirdiği 1800’lerin ikinci yarısında yükselişe geçen ve zenginleşen bu liman kasabası, zeytinin binlerce yıl boyunca kuşaktan kuşağa taşıdığı bilgelikle zenginleşmiş. Aynı dönemde oldukça büyük ve gösterişli bir yerleşime dönüşmüş. Doğu ve Batı mimari unsurlarını eklektik bir dilde buluşturan bütünüyle kendine özgü neoklasik evleri de bu dönemde ortaya çıkmış. Çoğu bugün hala ayakta olan bu evlerin oldukça hüzünlü hikayeleri var; ancak bu, başka bir yazının konusu olabilecek kadar uzun.
Dünyayı kasıp kavuracak pandeminin yaklaştığından habersiz, bütünüyle bir tesadüf neticesinde internette karşımıza çıkan bir eve büyük aşkla tutulduk ve hiç görmeden o evi satın alacağımızı daha ilk andan itibaren biliyorduk. Being John Malkovich’in 7.5’unu andıran anlamsız bir ara katı, iki katı birbirine bağlayan spiral kestirme ahşap merdiveni, ufacık bahçesiyle sizi kendine çeken, deniz görmeyen, manzarası hiç olmayan, oldukça içine kapalı, ancak garip bir büyüsü olan bir ev. İlk sahibinin bir doktor olduğunu anlattı, bir gün kapımızı çalan ve çocukluğunu, genç kızlığını bu evde geçirmiş yaşlı bir hanımefendi.
Hayatı boyunca apartman dairesinde yaşamış birinin iki katlı müstakil bir eve, bu evlerden oluşan sokaklara, daha geniş görmeye başladığı gökyüzüne alışma süreci, bazen komik bazen trajikomik detaylarla dolu. Merdivenlerden yuvarlanma, alçak duvarlara kafa çarpma ya da arnavut kaldırımlarında bilek burkma gibi. Acemi bir Kuzey Egeli olarak yaşamınızda kısa süre içinde sizi oyalayacak, şaşırtacak, güldürecek ya da öfkelendirecek yeni şeyler belirmeye başladığını görüyorsunuz. Her gün uğraşılması gereken, neyi yanlış yaptığınızı bile anlayamadan patır patır ölen bitkiler, inadına tam da kapı önünde oynayarak köpekleri bağırtmaktan zevk duyan çocuklar, sabahtan akşama kadar her yere yerleştirilmiş megafonlardan yükselen ve sonu gelmeyecekmiş gibi hissettiren ölüm ilanları, bazen mutlu bazen aç bazen hasta sokak hayvanları...
Yüzyıllar içinde yaşayanların etnik kökenleri değişse de bazı edinilmiş davranış biçimlerinin kuşaktan kuşağa farkında olmadan aktarıldığını da görüyorsunuz. Eski Ayvalık evleri irili ufaklı olsalar da hepsinin ortak noktası kocaman birer sokak kapısına sahip olmaları. Zamanında bu kapıların neredeyse hep açık olduğu, bu evlerde yaşayanların kapı önlerinde oturduğu, sohbet ettiği, dedikodu yaptığı ve günü yakaladığı söyleniyor.
Ayvalık’ın en zengin olduğu konulardan biri de mutfağı. Hem Türk hem de Rum nüfusun ortaklaşa yarattığı köklü bir Ege mutfağından söz ediyoruz. Burada mutfak kültürünün merkezinde ölümsüz zeytinyağı var. Tüm bölgeyi kaplayan binlerce zeytin ağacı, sadece Ayvalık’a değil tüm Kuzey Ege’ye bereket saçmaya devam ediyor. Haliyle büyük şehirdeyken bugüne kadar hiç alakanız olmasa ve sadece paket servisle yaşamış olsanız bile, Ayvalık’ta yaşamınıza olanca güzelliğiyle mutfak giriyor. Tulya Madra’nın efsanevi tabaklar yarattığı seramik atölyesi Santimetre’yi neden Ayvalık’ta kurduğunu böylece daha iyi anlamak mümkün. Defne Koryürek’in dünyanın en güzel ekmeklerini yaptığı mutfağını neden buraya taşıdığını da...
Rum’lardan yadigar neoklasik evlerin yan yana dizildiği zamana meydan okuyan Ayvalık mahallelerinin rakibi ise daha küçük olmasına rağmen bir turizm cazibe noktasına dönüştürülebilmiş olan Cunda. Yazları ne yazık ki nefes alınamayacak kadar kalabalık ve boğucu olan ufak, sevimli bir Rum köyü. Sonbaharda yürüyerek ya da bisikletle Cunda’ya gitmek keyifli. Yılın büyük bölümünde ise istila altında olduğu için neredeyse hiç uğramıyoruz. Ancak Tabiat Parkı içine gizlenmiş manastırın kalıntılarında nefeslenirken kahvenizi ya da şarabınızı yudumlamanın meditatif bir etkisi olduğunu eklemek gerek.
Fotoğraf: Mert Kahveci
Ayvalık, zamanın durduğu, insana kendini iyi hissettiren, yoğun bir enerjisi olan güçlü bir coğrafya. Tıpkı İstanbul gibi çirkinleştirme ve kirletilme çabasına direniyor. Ancak bu direncin ne zaman kırılacağı meçhul. İç göç uzun zamandır aklınızdaysa ve hayata geçirmekte tereddütleriniz varsa, karşınıza çıkan tesadüflere kalbinizi ve zihninizi açın; zira kendinizi aniden bir zeytin ağacının gölgesinde uzanırken bulabilirsiniz.
AYVALIK'A GELİNCE MUTLAKA!
Nona Cunda: Yeni açıldı Cunda’da. Dünyanın en şahane limonlu cheesecake’ini yapıyorlar. Onun dışında kocaman kişleri de muazzam. Vegan seçenekleri de mevcut.
Paleo Ayvalık
Ara sokaklardan birinde, eski rum evlerinin arasında bir ağaç gölgesinde kahve içmek için ideal.
Tipota
Ev yapımı makarnalar ve süper bir şarap menüsü var. Ege ruhunu yansıtan, küçücük şahane bir keşif.
Ayna Cunda
Bölgemizin tartışmasız en tatlı Ege restoranı. Bembeyaz masa örtüleri üzerinde enfes yemekler. Özellikle Enginar üzerine uzmanlaşmış durumdalar. Enginar tutkunları mutlaka uğrasın.
Osman Kadayıf Ekmekçisi
Burası Ayvalık’a çok yakın bir nokta olan Altınova’da. Belki de dünyanın “en iyi” ekmek fırını. Sayısız çeşit ekmek çıkıyor. Mısır ekmeği mutlaka tadılmalı.
Manzara Ayvalık Evleri
Ayvalık’ın ünlü neoklasik evlerinden bazılarını son derece sade ve şık bir tasarımla hayata döndürmüşler. Tüm evleri çok güzel ama konaklama için bizim favorimiz kesinlikle Kaynaklı Ev.
Onbeş Ayvalık
İlk ustasını Avrupa’dan getiren bir pizzacı. Şüphesiz bu yazın en büyük sürprizlerinden biri olacak.