Dikkat! Bu yazı Adolescence dizisiyle ilgili spoiler içermektedir.
Son iki haftayı dış dünyayla tamamen bağınızı kopardığınız tuhaf bir wellness deneyinde geçirmediyseniz, Netflix’in tek plan sekansla çekilen karanlık draması Adolescence’ı mutlaka duymuşsunuzdur. Ölümcül bir genç bıçaklama olayının ardından yaşananları konu alan dizi, evlerden okul bahçelerine, hatta Başbakan’a yöneltilen sorulara kadar her yerde konuşuluyor. Üstelik haftalık TV reytinglerinde zirveye çıkarak, dijital bir platformda yayınlanan ilk yapım olarak Britanya televizyon tarihine geçti. Kısacası, böyle bir kültürel etkiyle sık sık karşılaşılmıyor.
“Sanırım gerçekten doğru zamanda doğru noktaya temas ettik,” diyor yönetmen Philip Barantini, dizinin yayına girmesinden ve kısa sürede Netflix’in Baby Reindeer sonrası en büyük Britanya yapımı ihracatı haline gelmesinden birkaç hafta sonra GQ’ya Zoom üzerinden konuşurken. Ve gerçekten de, dizinin dünya çapındaki yankısına bakılırsa, izleyicide bir yere dokundukları çok açık. Özellikle “manosfer” adı verilen erkek egemen dijital dünyaların ve genç erkeklerin kaygılarını sömürmeye çalışan kadın düşmanı influencer’ların yarattığı tehlikeler üzerine başlattığı tartışma uzun süredir görünürde olmayan, ama hep bir yerlerde duran bir meseleyi gün yüzüne çıkarmış gibi. Uzun zamandır konuşmak istediğimiz bir konuydu bu — ve görünen o ki, bu sohbeti tetiklemek için iyi yapılmış bir dizi yeterli oldu.
Burada Barantini, GQ’ya Adolescence’a gelen tepkilerden, bu büyük başarının bir devam projesini gündeme getirip getirmediğinden ve Stephen Graham’la sıradaki planlarından bahsediyor.
GQ: Adolescence’ı yapmaya başlarken, bu kadar büyük bir tartışma yaratmak gibi bilinçli bir hedefiniz var mıydı?
Phil Barantini: Vardı, ama açıkçası bu kadarını beklemiyorduk. Jamie’yi (Owen Cooper’ın canlandırdığı karakter) her çocuğun yerine geçebilecek biri gibi kurguladık. Ailesi de öyle… Bu hikaye herkesin başına gelebilir. İnsanların dikkatini çekmek, onları dinlemeye ve düşünmeye teşvik etmek istedik. Özellikle de çocuk sahibi olan ebeveynleri. Çocuklarınız kaç yaşında olursa olsun, bir bakın ne yapıyorlar, odalarında neyle uğraşıyorlar, neler izliyorlar.
Adolescence’ı çekmek sizi bir ebeveyn olarak nasıl etkiledi? Barantini evinde bu konuyla ilgili konuşmalara ilham oldu mu?
Kızım sekiz yaşında. Artık yavaş yavaş YouTube’u ve benzeri şeyleri anlamaya başladı. Ben de ne izlediğini, neyle ilgilendiğini hep yakından takip ediyorum. iPad’de baktığı her şeyi kontrol ediyorum. Ama zaten ona küçük yaşlardan itibaren internetin tehlikelerinden, insanların her zaman göründükleri gibi olmayabileceğinden bahsettik.
Geçenlerde bir hafta sonu evdeydik, kızımın telefonuna bir mesaj geldi: “Umarım güzel bir gün geçirirsin.” Kızım panikledi çünkü numarayı tanımıyordu. Koşa koşa yanıma geldi, “Baba, baba! Biri bana mesaj atmış…” diye. Mesaja baktım — meğer numara kardeşime, yani Alex Amca’ya aitti… Yani bu konularda oldukça dikkatliyim. Onun korkmasını istemiyorum ama aynı zamanda bu konuda bir denge kurmak gerekiyor.
Dizide işlenen manosfer ve incel kültürüne başlamadan önce ne kadar hakimdiniz?
Açıkçası pek de hakim değildim… Araştırmalara başladığımızda incel kültürünü incelemeye başladım ve gerçekten şoke oldum. Yazar Jack Thorne bu işin çok daha karanlık taraflarına daldı. Benim için büyük bir sarsıntıydı. Bu kadar büyük çapta bir mesele olduğunu hiç bilmiyordum.
Sizi özellikle şoke eden bir şeyle karşılaştınız mı?
Beni en çok sarsan şey ideolojinin kendisi oldu. Şu çok çarpıcı: 13 yaşında bir çocuksanız ve bu içerikleri okuyorsanız, size bir şekilde mantıklı gelebiliyor. Eğer çok arkadaşı olmayan, kendini dışlanmış hisseden bir çocuksanız — hatta bu duygunun en küçük bir kıvılcımı bile varsa — o düşüncelere çok kolay kapılabiliyorsunuz. İşte gerçekten korkutucu olan bu.
Dizinin başlattığı büyük çaplı tartışmanın dışında, gelen tepkiler arasında sizi şaşırtan başka bir şey oldu mu?
Beni en çok ve en güzel şekilde şaşırtan şey, dizinin küresel ölçekte karşılık bulması. Konular — bıçaklı suçlar, manosfer, incel kültürü — hepsi aslında dünya çapında geçerli meseleler. Biz Kuzey Yorkshire’da, çok Britanya’ya özgü bir yerde geçen bir dizi yaptık. Ama dünyanın dört bir yanında insanlar bu hikayeyle bağ kurabiliyor… Dizinin birçok dile dublajlandığını gördüm, bazılarını izledim de. Dilini anlamasam bile hala etkileyici çalışıyor.
Aslında birkaç yıl önce Boiling Point dizisi üzerine konuşmuştuk. O zaman, tek plan çekim yapmak istemediğinizi çünkü bunun size “beyin anevrizması geçirteceğini” söylemiştiniz. O yüzden merak ediyorum: Adolescence’ta neden tekrar tek plana döndünüz?
Açık konuşabilir miyim? Artık söyleyebiliyorum: Biz Boiling Point dizisini çekerken, Adolescence zaten geliştirme aşamasındaydı ve onu tek plan çekeceğimizi biliyorduk. Üstelik, Boiling Point dizisine tek plan çok da uygun değildi — filmi tek mekanda çekmiştik, evet… Ama dizide dünyayı biraz genişletmek, mutfağın dışına çıkmak istiyorduk… Aslında Adolescence, cebimizde hazır bekliyordu.
Ama evet, Boiling Point’in dizisini tek plan çekmek gerçekten bir anevrizma sebebi olabilirdi — çünkü temposu çok yüksek, baskısı çok fazla. Oysa Adolescence da stresli bir yapım ama içinde inişler çıkışlar var, nefes alma alanları yaratıyor.
Üçüncü bölüm diğerlerine kıyasla oldukça sade, değil mi? Oyuncular sadece bir masada oturuyor. Teknik açıdan yapılan işi küçümsemek istemem ama ikinci bölümle karşılaştırınca — ki o bölümde kamerayı finalde bir drone’a taşımanız gerekiyordu — bayağı farklı.
Üçüncü bölümle ilgili mesele şu: bölüm boyunca müzik yok, sadece en sonunda giriyor… Çekimleri stüdyoda yaptık, bu yüzden teknik açıdan asıl zorluk, bölümün büyük kısmında sadece iki kişi üzerinden ilerleyecek olmasıydı. Bizim de bunu gerilimli ve ilgi çekici kılmamız gerekiyordu. Çekimleri stüdyoda yaptığımız için, dışarıdaki hava durumunu ve ışığı değiştirme imkanımız oldu.
Bu çok ince bir detay — zaten en başından beri planımız buydu — ama hava, izleyicinin bir şey hissetmesini istediğimiz bilinçdışı anlarda değişiyor. Mesela çatı penceresine yağmur damlamaya başlıyor, sonra hava yeniden güneş açıyor, dışarıdan kuş sesleri geliyor. İşte bu, bizim müziğimizdi.
Owen Cooper’ın özel bir yetenek olduğunu süreç içinde fark ettiğiniz bir an oldu mu?
Aslında en başından beri öne çıkan isimlerden biriydi. Owen’la ilgili mesele şu: Daha önce hiç oyunculuk yapmamış (birkaç drama dersi almış, o kadar) ama ne yapması gerektiğine dair kafasında hiçbir ön kabulle gelmedi. Repliklerini ezberlemişti ve yönlendirmelere tamamen açıktı. Gerçekten bir sünger gibiydi.
Seçmelerde, babasıyla hücrede olduğu sahneyi canlandırırken gözyaşlarını tutuyordu, dudağı titriyordu… Odadaki hepimiz dağıldık o anda. Ben de dedim ki: “Bu gerçek. O gerçek! Oyunculuk yapmıyor, sadece var oluyor.”
Boiling Point ve Adolescence’ı artık geride bıraktınız — gelecekte tekrar tek plan stiline dönmek ister misiniz?
Evet, gerçekten harika bir çalışma yöntemi. Her projede yapmak istemem, ama eğer hikaye kaldırıyorsa, filmlerde ya da dizilerde uzun sekanslar kullanmak isterim. Ama benim için bu asla sadece bir numara olmamalı. Organik ve doğal hissettirmeli; oyunculuğun arkasında, ikinci planda kalmalı. Çünkü oyunculuk her zaman önce gelir.
Adolescence mini dizi formatında oldukça kapalı bir hikaye gibi duruyor, ama bir dizi bu kadar büyük başarı yakalayınca her zaman “devamı gelir mi?” sorusu ortaya çıkar. Bu konuda bir konuşma geçti mi?
Yani… Açıkçası daha yeni yeni nefes almaya başladık. Son birkaç hafta tam anlamıyla çılgın geçti. Eminim bir araya geleceğiz, ne yapabiliriz diye konuşacağız. Devamı mümkün mü, değil mi… Kim bilir? Gerçekten baş döndürücü bir süreçti. Ne olacağını kimse bilemez.
Stephen Graham’la başka projeler de yolda mı?
Evet, Stephen’la birlikte geliştirdiğimiz birkaç proje var. Birlikte üzerinde çalıştığımız bir film de var. Ama ben Stephen’la ömür boyu çalışırım. Biz kardeş gibiyiz. Bence aramızda gerçekten özel bir şey var. Birbirimizi hemen anlayabiliyoruz, aramızda bir tür kısa yol oluşmuş durumda.
BU İÇERİK İLK OLARAK BRITISH GQ WEB SİTESİNDE YAYINLANMIŞTIR.