Salı sabahı, kör bir saatte, berber muhabbeti için buluştuğunuz kişinin yarı uyanık, hafif salaş ve biraz uyku kırışıklığında olmasını beklersiniz. Sizi bekleyen isim Murat Süter ise o fotoğrafı yırtınız, yerine şöyle bir kare yerleştiriniz: Masadaki kahve fincanı (sütsüz, şekersiz sert bir Americano) tam olması gerektiği yerde, kusursuz açıda. Masaya üst üste koyduğu siyah cüzdanı, siyah gözlüğü ve loafer’ı ile kotu arasındaki bilek boşluğu milim mesafede. Masayla kurduğu açıdan saç favorilerinin bittiği kısma kadar duruşundaki her detay, sanki bir ordu “styling” insanının hummalı çalışmasının ürünü. Hayır, Süter’in bir katalog çekiminden fırlamış gibi gözükmesi için gece gündüz çalışılmadı. Fotoğrafın aslı şu: Süter, o sabah soğuk suyla yüzünü temizler, ılık bir duş alır, her zamanki tişörtünü ve kotunu üzerine geçirir, göz ucuyla yüzde bir faça var mı diye aynada kontrol eder. Belki çok hafif bir krem. Sonrası: Anahtar. Cüzdan. Gözlük. Tamam. Hepi topu beş dakika.
Üzerinde siyah blazer. “Aynısından, hatta aynı renginden üçer beşer tane var. COS marka, düz blazer.”
İnce deri bileklik: “Bir seyahat sırasında öylesine takmıştım. Genelde iki güne erir, düşer; bunun düşmeyeceği tuttu. Aylardır duruyor bileğimde.”
Üzerine oturanı, ihtiyacın olanı, seni rahat ve mutlu edeni seçmek birikim ister, ‘göz’ ister. Murat Süter’in minimum zaman harcayarak maksimum şıklığa erişmesi tesadüf değil. “20’lerimde, 30’larımda bu mantıkta değildim tabii. Benim de farklı denemelere kalkıştığım olmuştur. Fakat ne istediğini bilince ve sana yakışanı bulunca ne giyineceğini düşünmek, alışverişe çıkmak, modayı takip etmek gibi dertler bir anda ortadan kalkıyor.”
Elde kahveler, girişteki kafesi The Allis’te buluştuğumuz Soho House Istanbul’un ‘berber’ katına geçiliyor. Bakım, giyim, kuşam gibi yüklerden kurtulmuş Süter’in berber koltuğundaki işi 3-5 dakikada bitiyor, geriye işin muhabbeti kalıyor. Berber makasını gördü mü bir anda terapi koltuğundaymışçasına dökülen, saçılan, dertlerinden bahsetmeye başlayan biri değil. Her mimiği, lafı, duruşu ‘azın gücünü’ kanıtlıyor. Kelimelerin, cümlelerin arası açık olabilir; bu havalı espasların sebebi öyle büyük bir laf söylemek için nefes almak değil; kelime tasarrufu yapmak, gerektiği kadar konuşmak. Hani bin yıldır “Tarz dediğin; stil bildiğin kılık kıyafetten ibaret değildir, hatta ne giydiğinle alakası yoktur, bir duruş, bir bakıştır,” denir ya... İşte karşılığı.
Murat iki haftalık bir seyahate bile kabin bagajıyla gidebildiğini söylerken odanın öteki ucunda, uçuşuna üç saat kalmış, beş günlük bir seyahat için beni bekleyen boyum kadar bavul; bir anda odadaki file dönüşüyor. “Basit düşününce hayatını hafifletiyor insan. Bana yakışanı bulmuşum işte, tamam. Daha neden mağaza mağaza gezip vakit kaybedeyim ki... Aynı renklerinden üçer beşer tane sipariş veriyorum internetten, tamam. Bir mağazaya girmeyeli çok uzun zaman oldu.”
Murat Taviloğlu, onda farklı bir ‘göz’ olduğunu fark eden ilk isim. Boğaziçi Ekonomi üzerine ABD’de finans mastırı derken ve aynı hız finans sektöründe çalışırken bir gün kendisini farklı bir iş pozisyonu için Maslak’ta, Taviloğlu’nun karşısında buluyor. Bir anda görüşmenin rengi, Süter’in yolu değişiyor; Taviloğlu’nu onu daha kreatif bir pozisyonda çalışması için ikna etmeye çalışırken buluyor: “Maslak’tan Bebek’e giderken, o yolda, beni bir şekilde ‘gözüm’ olduğuna ikna etti ve moda kariyeri böyle başladı.”
Modadan kastı, sözlük anlamından biraz farklı. Akımlara, trendlere pek yüz vermiyor; her koleksiyonun ya da tasarımın ille de bir hikayesi olması gerektiğini düşünmüyor. Belli ki finans geçmişinin etkisinden. Ona göre her şey aslında formüller, denklemler üzerine kurulu. “Her şeyi çok matematiksel düşünürüm. İşleyen bir koleksiyonun, satan bir tasarımın belli bir denklemi, formülü var bana göre. Hatta oturmuş bir tarzın bile...”
Aklımda bir GQ makalesi, kafamda bir hipster karesi. Derginin Amerika edisyonu, tepede tam ortadan toplanan saçları, etek gibi gözüken ultra uzun tişörtleri üst üste ekleyip sormuştu: “Erkek modası, tarihinin en berbat dönemini geçiriyor olabilir mi?” Süter, üzerindeki sanki ölümsüz bir terzi tarafından dikilmiş zamansız şıklığın kırışıklarını sanki eliyle düzeltiyor, hafif bir duraksamadan sonra: “Biraz klişe kaçacak ama moda kendine yakışanı bulmaktan başka bir şey değil. O tişörtü taşıyabiliyorsan tabii ki giy. Ama sırf herkes giyiyor diye giyinmek başka bir durum.”
Kreatif direktörlüğünü yaptığı Shopigo ile yollarını ayıralı epey zaman oldu. Peki, sırada ne var? “Network, Fabrika, Beymen... Bugüne kadar hep high-end markalar için çalıştım. Bu kez daha ana akıma, geniş kitlelere yönelik bir proje var hayalimde.”
Bavulum ve ben olay mahallinden hızla uzaklaşırken, yolda çıkardığım dersleri sayıklıyorum, iyice yerleşsin diye: Her dönemin adamı olmak istiyorsan her akımın peşinden koşma... Zorlanmamak için zorlama. Basit düşün, hafif yaşa. “Matematik” çalış! Rakamlarla barışmak için hâlâ geç değil.