Bu dizinin hikayesi bana Caspar David’in bir tablosunu hatırlattı. Romantik akımın öncülerinden Alman ressamın “Bulutlar Üzerine Yolculuk” ya da diğer adıyla “Sis Denizinin Üzerindeki Gezgin” tablosunu gözünüzün önüne getirin lütfen. Derin düşünceler ve iç hesaplaşması ile ayakta duran sırtı bize dönük yalnız bir adam var orada. Heykel gibi dik durur, ama tam da uçurumun eşiğindedir. Güçlü görünür, ama kırılgan bir belirsizlik içindedir. Yüksektedir, ama karşısında daha yüksek tepeler vardır. Okuduğunuzda pek çok mesaj alacağınız bu tablo gibi bu dizinin hikayesinde de fazlasıyla mesaj var bana göre.
Diziyi izlerken insanların duygusal ihtiyaçlarını düşünmeye başladım. Güç ve kudret sahibi yüce bir varlığa güvenme, sığınma ve yardım isteme ihtiyacını iç benliğinde sürekli hisseden bir varlık olarak insanı sorguladım. Yaradılışı gereği üstün ama bir o kadar da muhtaç olan insanın en büyük kurtarıcısı kendisi olabilir mi?
Kübra dizisi, net bir biçimde ütopya kurgusu olmadığı gibi çok geçmeden bir distopyaya dönüşebileceğinin sinyallerini verdi bana. İnanç sistemini ve ihtiyaçları sorgularken, kendi yarattığımız makineleri, insan bedeni, zihni ve makineler arasındaki keskin sınırları da sorgulamaya başladım. Kurzweil; İnsanlık 2.0 kitabında, makine zekasının tekilliğe ulaştığında insan zekasından üstün hâle geleceğini yazalı yirmi sene olmuş. Böylesi büyük bir kehanetin gerçek olması için çok da uzun bir zaman geçmedi.
Makinelerin bir çeşit insan yaratıp yaratmadığı ve insanların geleceğine ne olacağı konuları epistemolojik olarak tartışılan konular tabii, kendi konumuza dönecek olursak şu ana dek değişmeyen bir gerçek; biz insanlar, anlamın kaynağı ve tarihin tek yazarıyız. Descartes’ın dediği gibi, “yargılama yeteneğimiz” ile diğer her şeyden ayrışırız. Pek çok düşünüre göre her ne pahasına olursa olsun, insan, teknolojinin hizmetkarı değil, efendisi olmalıdır. Zihnimde farklı disiplinleri bir araya getiren enteresan bir kurgu ağına dönüştü Kübra.
Yağmur Taylan ve Durul Taylan’ın yönetmenliğini üstlendiği, Afşin Kum’un aynı adlı romanından uyarlanan, çekimleri altı ay süren dizide, başarılı oyunculuğuyla Gökhan karakterine hayat veren Çağatay Ulusoy oldu. Kendisiyle, GQ Hype özel çekimi için bir araya geldiğimiz sette yaptım bu röportajı. Bence çok yorgundu ama hiç belli etmiyordu, disiplinli, işine ve çalışma arkadaşlarına çok saygılı bir oyuncu. Sohbet etmesi de bir o kadar keyifli. Şimdi söz Çağatay’da.
İnsan, varoluşundan bu yana hep bir kurtarıcı aradı. Peki ama neden?
Kurtarıcı arayışı, insanların varoluşsal kaygılarından kaçma ve anlamsızlığı aşma çabası olarak görülebilir mi?
Bu böyle de düşünülebilir pek tabii. Ama bir yandan da tarih boyunca insanın inanma ihtiyacını görüyoruz. İnancın temel bir ihtiyaç olduğunu düşünüyorum. Bunu “kurtarıcı arayışı” olarak görmekten ayrı tutarak şunu söyleyebilirim, insanın tek kurtarıcısı kendisi olmalı. İnsan kendi hayatına kendi yön verebilecek gücü kendinde bulmalı.
Özel bir amaca hizmet etmek için seçilmiş kişi olsaydın, bu amacın ne olmasını isterdin?
Bilmem ki. Bilinç yükseltmek, farkındalığı artırmak olabilirdi belki.
İnsanın kendi yolunu bulabilmesi için ihtiyacı olan şey nedir?
İçsel pusulasına güvenmesi ve irade diyebilirim.
Sen farklı mısın? Kendini hangi özelliklerinle farklı hissediyorsun?
Ben bir diğerinden farklı olduğumu düşünmüyorum. Herkesin biricik olduğunu ama kimsenin özel olmadığını düşünüyorum. İnsanın kendini keşfetmeye ne kadar açıksa o kadar bütünleştiğini, bütünleştikçe de insan olmaya o kadar yaklaştığını düşünüyorum.
Neden hiçbir şey yerine bir şeyler var? Bu dünyaya gelme amacını sorguluyor musun sen de Gökhan ve pek çok insan gibi?
Herkes gibi benim de varoluşsal sancılarım olur ara ara. Dünyaya geliş amacımı sorgulamak yerine geldiğim hayatı dilediğim gibi yaşayabilmenin peşindeyim aslında.
Seçimlerin, verdiğin tepkiler, aldığın kararlar ve eylemlerin hangi duyguların sonucu olur genelde, Kübra’nın gözlemlediği Gökhan korku, şaşkınlık ve coşku ile hareket ediyor. Ya sen, duygularının yönetiminde misin, yoksa daha rasyonel misin?
Ben duygularımın ve mantığımın kendi içimde bir dengesini bulduğuma inanarak ilerliyorum. Bir de benim hayatım Gökhan’ın hayatından dramatik olarak çok farklı. Onun yoğun duygularının çıkış noktası, kaybı, motivasyonu farklı. Benim hayatımda böyle majör durumlar yaşanmadığından dolayı pek duygusal ilerlediğimi söyleyemem. Ama her zaman tüm kararlarımda içimde bir yere denk geldiğini hissettiğim şey beni harekete geçirir.
En tehlikeli oyun zihnimizin oyunu mu sence de?
“En” tehlikeli mi bilmiyorum. Ama evet tehlikeli. Zihin yönlendirilebilir, eğitilebilir, manipüle edilebilir. Bunu ne yönde kullandığın veya ne yönde kullandığına dair bir fikrinin dahi olmaması arasındaki uçurumu çok tehlikeli buluyorum.
Hiç kimse sana inanmasa, davandan vazgeçer misin? Yoksa yine de vazgeçmez misin?
Sanmıyorum. Vazgeçmem herhalde. Ben bir şeye inanıyorsam o bana aittir. Kendini buna yakın veya ait hissedenlerin bir araya gelmesi, aslında şahsi olarak “bana” değil zaten inanılana hizmet eder.
Mucize nedir?
Mucize deyince sanki hep koca koca, olanaksızın gerçekleşmesi gibi, büyük şeylermiş gibi geliyor kulağa. Tam olarak böyle olduğunu düşünmüyorum. Klişe olabilir ama hayatın baştan sona bir mucize olduğunu düşünenlerdenim. Ki bu yalnızca bir insanın hayatı değil; hayatın kendisidir belki de. Yaşamın kendiliğindenliğinin mucizesine tanıklık etmede bulunabilir.
Karanlığın içindeki aydınlık metaforu neye vurgu yapıyor? Nasıl yorumlarsın?
Bir insan nasıl ki yalnızca iyi veya yalnızca kötü olamazsa aydınlık ve karanlık arasında da tondan tona ince bir geçiş vardır. Eğer bu arada keskin bir geçiş varsa orada denge yoktur. Karanlığın içindeki aydınlık bir yandan da insanın kendi gölge yanlarıyla barışmasını simgeliyor benim için. Kendi karanlığından geçmemiş biri kendi aydınlığını ne kadar anlayabilir? Sanki bir seçim yapılması gerekiyor ve bir tarafı seçiyoruz gibi, ama bence konu bu değil. Konu tam olarak bu iki ucun arasındaki dengede yürüyebilmek. Kişinin kendi yolu tam o arasıdır belki de.
Teknolojiyle aran nasıl? Bir yapay zekayla arkadaş olur muydun?
Aslında teknoloji ile aramın iyi olduğu söylenemez. Ama yapay zeka ile arkadaş olabilirim gibi geliyor. Daha doğrusu onu bir arkadaş yerine koymak değil ama herhangi bir konuda bana yardımcı olabileceğini düşünüyorum. Onun içinde kaybolabilecek biri değilim. Ama ara sıra yol arkadaşlığı edebiliriz bence!
Modern dünyada da kurtarıcılara olan ihtiyaç devam ediyor. Politik liderler, toplumun sorunlarını çözeceği umuduyla seçilir. Bilim insanları, hastalıkları tedavi edecek yeni buluşlar yaparak insanları kurtarabileceğini düşünür. Teknoloji, insanları sıkıştıkları durumlardan kurtaracak çözümler sunuyor mu sence? Teknoloji modern dünyanın kurtarıcılarından mı?
Demin de bahsettim aslında bundan. Kurtarıcının kişinin kendi olması gerektiğini düşünüyorum. Ama ihtiyaç duyulan bir bilgi, bir görsel, bir tedavi -her neyse bu ihtiyaç- varsa ve bu bilgi teknolojinin herhangi bir yerindeyse neden bundan faydalanmayalım ki? Bir araç olarak bilinçli kullanıldığı sürece teknoloji bize yardımcı olabilir ancak.
Hiç oturmayacağımız evler, hiç giyemeyeceğimiz kıyafetler, hiç kullanmayacağımız cihazlar almak için sence de ömürlerimizi heba mı ediyoruz?
Belki evet, belki hayır. Özünde neye ihtiyacımız var? Barınmak, beslenmek, üremek, korunmak, boşaltım sağlamak. Şu an tüm çıplaklığımızla doğada yaşıyor olsaydık bunları gayet yapabilir ama belki vahşi doğanın kurallarına şu anki konforumuzun dışında olduğumuzdan dolayı daha erken yenik düşebilirdik. Daha kısa yaşayabilirdik. Aradaki fark yalnızca bu bence. Ama şu an günümüz dünyasında yaşıyoruz. Burada şu an tek söyleyebileceğim şey farkındalıkla, bilinçli bir şekilde, tüketim çılgınlığına kapılmadan, kendimizi çarkta kaybetmeden ilerleyebiliriz.
Neye para harcarken çekinmiyorsun?
Parayı madde olarak görenlerden değilim. Paranın da bir enerji olduğuna inanıyorum. Kazanmak için de emek veriyorum. Karşılıklı bir akış oluyor. Dolayısıyla kazanırken direnç göstermediğim gibi harcarken de çekinmiyorum. Kendime ve hayatıma yatırım yapabilmemin, sevdiklerimle paylaşabilmenin bir yolu bu. Amaç değil, araç kısacası.
Kübra’nın senaryosunu okuduğunda seni etkileyen ne oldu, bu işe varım demendeki sebep neydi?
Kübra’yı ilk okuduğumda sürükleyici etkisi beni tesiri altına aldı. Bir de hikaye şaşırtıcı tabii. Bu iki duygu ve Gökhan karakteri ile çıkacağım yolculuk beni heyecanlandırdı.
Diziyi ve karakterleri kısaca yorumlamanı isterim.
Dizi; konusu, hikayesi, karakterleri, kurgusu, oyunculuklar, yönetmenlerimiz ve her şeyiyle etkileyici bir iş oldu diyebilirim. Konusu itibariyle hem güncel hem ilgi çekici. Karakterlerin her birinin hikayesi kendi içinde başka bir hikaye. Olayların birbirine bağlanma şekli de merak uyandırıcı. Spoiler vermek istemediğim için detay veremiyorum maalesef şu an.
Gökhan olmak sana nasıl hissettirdi?
Gökhan karakteri daha önce oynadığım karakterlerden çok farklı. Okuduktan sonra Gökhan ile yola çıkmak arzusu uyandı içimde. Onun hayatı, onun dramı, onun kendisini bu dramdan inancı ile çıkarma çabası, bu inancın içinde bazen kendini kaybolmuş hissetmesi, ailesi, etrafı bambaşka. Bir yandan “seçilmiş” olmasının verdiği gücün içinde boğulması, öte yandan o gücün dengesini kurmaya çalışırken verdiği savaş Gökhan karakterini gerçek hissettirdi diyebilirim.