Fotoğraf: 1989 yapımı When Harry Met Sally filminden.
Geçen gün online bir etkinliğe katıldım. Düzeltiyorum, geçen yine online bir etkinlikteyim. Bu seferki konumuz: Tek başınalık. Bir kız, bu süreçte evinde yalnız olmanın onu ne kadar zorlandığından bahsediyor. Densizin biri de sözünü kesiyor ve evlenmek üzere olduğu kızla yaşadığı izole hayatın ne kadar keyifli olduğunu anlatıyor; ‘zor’ bir durumu bu kadar iyi yönetiyor olmanın verdiği gururla. Duyduklarımdan emin olmak için içimden tekrarlıyorum: ‘’Hayatının sonuna kadar birlikte olmak isteyeceği kişiyi bulmuş ve herkesten izole bir eve kapanmaları gerekmiş.’’ E hayat bundan daha keyifli nasıl olur? “Bir kedim bile yok, anlıyor musun?” diye haykıramamanın huzursuzluğuyla çıkıyorum etkinlikten.
Korona günlüklerinin ‘ilişki’ başlığını, yalnız, sevgilisiyle, arkadaşıyla ve ailesiyle yaşayanlar olarak dört farklı ana kategoride değerlendirilebiliriz. Her kategori de kendi içinde anlaşabilenler, sağlığı yerinde olanlar, kedi/köpeği olanlar gibi bölünebilir. Kategori her ne olursa olsun, tek başınalık mastırı yapmış olanların bugünlerden açık alınla çıkacakları kesin. Çünkü kolektif güç ancak, bireysellikten ve önce kendi huzurum deme bencilliğinden geçiyor. Kendine tahammül edebilen ve falsolarının kabulünde olanların, yani ışığını içeriden yakanların aydınlanma çağına hoş geldiniz!
Tek başınalığıma bin şükrederek çiftlere laf atasım var. Birbirine içten içe tahammül edemeyen çiftlerin dökülme mevsimi yaklaşıyor gibi. Üstelik bir dalı bırakmadan evvel, başka bir dala tutunacak bir ortam da yok bu sefer. İşin en fenası birbirini yiyince kilo da almıyorsun. Varsın otursun midene. Elinde telefonla tuvalette geçireceğin beş dakika fazla zamanla, onu da atarsın sisteminden. Çek üzerine sifonu devam et. Evde aradığın huzur tuvaletteki yalnız dakikalarında olabilir. Akli dengesini koruyamayanlar, ‘evdeki virüsten daha kötü olamaz’ diye haykırarak, her an sokağa atabilir kendini. Her ikisinin de belirtileri nefes darlığıyla başlamıyor muydu zaten?
Keskin virajlar dönülebilir, hızını alamayanlar yoldan çıkabilir. Yoldan çıkanlar haritayı iyi çalışırsa, karşılarında keşfedilmemiş yepyeni yollar belirebilir. ‘Harita marita çalışamam, yazarım navigasyona o beni götürür’ diyenler, kestirme yollarda yine aynı duvara toslayabilir. Sonra “Neden yokuşlu yollar hep beni buluyor?’ diyerek, bu sefer de teknolojiyi suçlamasınlar.
Bu süreçten, birlikteliğin içinde tek başınalığını bulan çiftler yırtar. Öyle bir kavram ki hangi çiftle konuşsan “Bizim zaten evdeyken hiç konuşmadığımız zamanlar oluyor” deyip, en kaba etinden anlıyor konuyu. Ya tüm çiftler çok iyi beceriyor ‘birlikteyken tek başınalığı’ ya da herkes dram mezunu.
Her şeyden önce kendine tahammülün olmalı. Kendinle baş başa vakit geçirirken elin telefona, televizyona, bilgisayara, tablete (atladığım başka teknolojik aygıt kaldıysa affola) kaymamalı. “Ay bi sussun artık” diye zihnini uyuşturmanın türlü yollarına kaçmamalı. Önce kendine, sonra dünyaya bağlanmalı insan.
Kendine bağlanma yolunda atabileceğin ilk adım kendi rutinlerini oluşturmak olabilir. Parasempatik sinir sistemini aktive edecek ve yalnız başına yapacağın ritüeller oluşturmakla başlayabilirsin. Sabah uyandığında evi havalandırmak, camdan sessizce dışarı bakarak, sokağındaki detayları incelemek, kuşları dinlemek kadar basit adımlar da olabilir. Meditasyon yapmak, nefes çalışmak, müzik aleti çalmak gibi eylemler de… Yeter ki seni dindiren ve sindiren küçük şeylerin bilincinde ol. Çok faydasını gördüğüm ve şiddetle tavsiye edeceğim ‘beş duyuyu harekete geçirme meditasyonu’nu günde 10 dakikanı ayırarak deneyimleyebilirsin. Nasıl yapıldığını Hz. Google’a sorarsan şefkatli kollarını açacaktır sana.
Evlere kapanma sürecinden bir de bakarsın tek başınalığını mastır ederek çıkarsın. İlişkinin ömrünü uzatma, kendininkini zenginleştirme niyetindeysen ‘tek başınalık’ okulundan mezun olacaksın arkadaş. Yoksa sen daha kendinle baş başa kalamaz, varlığına tahammül edemezken kim ne yapsın seni?