Dior’da yeni bir dönemin başlangıcını kimin başlatacağı tahmin edilemezdi, ama Jonathan Anderson bunu kargo şortla yaptı.
Tabii ki bu herhangi bir kargo şort değildi. Yüksek moda düzeyinde, 15 metrelik pamuk drill kumaştan üretilmişti ve arka kısmındaki karmaşık pileleriyle Christian Dior’un ikonik elbise tasarımlarını anımsatıyordu. Ama yine de, Dior Men’s 2026 İlkbahar defilesinde ilk modelin diz altı kargo şortlar ve Donegal tweed blazer ceketle podyuma çıkması çok şey anlatıyordu. Bu blazer, Anderson’ın Bar ceketine yaptığı yeni yorumdu.
Anderson, konsept olarak güçlü ama günümüzle bağlantılı ve arzulanan giysiler tasarlamada usta. Bu da tam olarak neden LVMH’nin onu bu yıl Loewe’den Dior’a taşıdığını açıklıyor. Anderson, bir zamanlar durgun olan Loewe’yi kültürel bir fenomene dönüştürmüştü. Şimdi ise görevi Dior’u yeniden "cool" yapmak. Üstelik bu sadece koleksiyonları yeniden şekillendirmekle kalmayacak kadar büyük bir görev. Artık birçok kişi için eski ve kopuk görünen bu ismi, modern ve farkında bir arzu simgesine dönüştürmek zorunda.
Henüz defile başlamadan bile Anderson’ın doğru bir yolda olduğu hissediliyordu. Sabah yapılan ön gösterimde, ilk görünümün neden bu kadar önemli olduğunu şöyle anlattı: “Bu görünüm, markayı nereye taşımak istediğimi net bir şekilde ortaya koyuyor. Resmiyetle, tarihle ve materyalle ilgileniyorum.” O yüzden kargo şortlar oradaydı. Ama gösterinin asıl açılış anı, Invalides’teki dev çadırın dışında, elinde iPad’le görev yapan Dior çalışanı kimliğimi kontrol ederken yaşanmış olabilir. O sırada üzerindeki gri flanel pantolonu almak için teklif yapmayı ciddi ciddi düşünüyordum. Anderson’ın klasik bir parçayı yepyeni ve arzulanır hale getirdiğini ilk orada hissettim.
Anderson, koleksiyonu bir “başlangıç noktası” olarak tanımladı. “Yeni bir dil, bir dokunuş, bir ruh hali oluşturmakla ilgili” dedi. Gösteri öncesi atmosfer beklentiyle yüklüydü. Mekân, Berlin’deki Gemäldegalerie müzesinden bir odayı andıracak şekilde tasarlanmıştı: parke zeminler, Dior grisi kadife duvarlar ve parlak bir tavan penceresi. Duvarlarda ise Jean Siméon Chardin’e ait iki küçük tablo vardı. Anderson da Dior gibi 18. yüzyıl ressamına hayran. “Hollanda natürmortları çok sıkıydı, Chardin bunu gevşetti ve yüz yıl sonra empresyonizm geldi,” diyor Anderson. LVMH patronu Bernard Arnault ise Louvre’dan ödünç alınan çilek tablosunu hayranlıkla izliyordu.
Çoğu davetlinin dikkati ise Dior giyen ön sıradaki ünlülerdeydi. Onların Fransız hazırlık okulu tarzındaki blazer’ları ve repp kravatları, Anderson’ın yeni başlangıcının havasını destekliyordu. Ön sırada A$AP Rocky, Rihanna, Roger Federer, Daniel Craig, Robert Pattinson, Josh O’Connor, Mia Goth ve Drew Starkey vardı. Donatella Versace, Pharrell, Loewe’nin yeni tasarımcıları Jack McCollough ve Lazaro Hernandez ile Simon Porte Jacquemus gibi isimler de yerlerini almıştı.
Moda dünyası, Anderson’ın ne yapacağını özellikle merak ediyordu. Dior, dünyanın en büyük moda evlerinden biri olarak ne üretirse sektöre yön verebilir. Bu nedenle bazıları onun Dior’daki çıkışını “D Günü” olarak adlandırıyordu.
Ve beklentiler karşılıksız kalmadı. Ön gösteri heyecanı, Basquiat’nın Andy Warhol tarafından çekilmiş dağınık bir portresiyle duyurulan kampanya, spekülasyonlar ve tahminlerin ardından gelen kıyafetler gerçekten çok iyiydi. Anderson, Christian Dior’un bir elbise tasarımını turbo kargo şorta dönüştürürken, markanın mirasını kişisel stil kavramıyla buluşturdu.
“Bu koleksiyon aslında bir grup adam,” dedi Anderson. “Geçmişte nasıl giyindiğimizi, bugün nasıl giyinebileceğimizi ve stil fikrini sorguluyoruz.” İlk kez bir couture atölyeyle çalışan Anderson, 18. yüzyıldan kalma renkli Fransız yeleklerini yeniden yarattı. O dönemde dikkat çekmek isteyen erkeklerin giydiği “radikal kıyafetlerdi” bunlar. Şimdi ise Anderson, bu yelekleri kot pantolon ve spor ayakkabıyla eşleştirerek bugünkü şehirli bir estetiğe dönüştürdü. Yelek tarihsel olabilir, ama bu haliyle sokakta rastlanabilecek biri gibi görünüyordu. “Çünkü biz bugünün insanıyız,” dedi. “Bugün her şeyi karıştırırken, aslında özensiz gibi ama bir yandan da çok özenli bir bütünlük yaratıyoruz.”
Anderson, Dior’un hayal dünyasını delmeye devam etti. Tarihî moda evleri çoğu zaman kendine fazla referans verir ve bu da müşterinin markaya dair derin bir bilgiye sahip olmasını bekler. Anderson ise Dior’un geçmişinin ağırlığını bir fırsat olarak gördü. “Kısıtlamayla birlikte yenilik doğar,” dedi. Tüm arşivi taramak yerine bilinçli seçimler yaptı. Örneğin koyu kot pantolonlar, Hedi Slimane’ın Dior Homme dönemine bir göndermeydi ki bu da bugün yeniden moda olan 2000’ler stilinin tam merkezine denk geliyor. “Herkese baktım,” diyor Anderson. “Hedi, Marc Bohan, John Galliano, Raf Simons.”
Anderson’ın sihri, tasarım kararlarının arkasındaki referanslar ne kadar derin olursa olsun, bunların son derece sahici hissettirmesi. İlham kaynakları o kadar düşünülmüş ki, ne kadarını anlayıp anlamadığınız önemli değil, oluşturduğu çağdaş kolaj güven veriyor. Örneğin bazı modeller, Basquiat’ya yapılan referansta olduğu gibi, gevşek kravatlar ve poplin gömleklerle adeta okul çocukları gibiydi. Bazıları pelerin benzeri ceketler, bazıları ise renkli kazakları smokin gömleklerinin üzerine omuzdan sarkıtmıştı. Her biri resmiyet ile giyilebilirlik arasında bir çelişkiyi keyifle yansıtıyordu.
Özellikle dikkat çeken bir kombin, Bar tipi bir akşam ceketini Nantucket kırmızısı chinos pantolonla eşleştiriyordu. Fransız zarafeti ile rahat Amerikan preppy stili çarpışıyordu ve ortaya bugünün dünyasında karşılık bulan yükseltilmiş bir stil anlayışı çıkıyordu. “Rahat şıklık” günümüz erkek modasının klişesi olabilir ama Anderson bu trendin daha karanlık, barok bir yorumunu yakaladı. Bu koleksiyon, koleksiyonluk statü sembollerine değil, zevke dayalı bir lüks anlayışı sunuyordu.
Anderson markanın ağırlığının fazlasıyla farkındaydı. “Dior deyince herhangi bir taksi şoförüne sorun, bilir,” dedi. “Her billboard’da var. Rihanna’da var. Bu isim benden daha büyük, bu isim zamana meydan okuyor.” “D Günü” başlamadan saatler önce, rolünün büyüklüğü iyice içselleştiğinde gerginliğini saklamadı. “Burada durup da gergin değilim diyemem. Korkutucu. Sonuçta Fransa’dayız,” dedi.
Defilenin sonunda Anderson sahneye çıktığında ayakta alkışlandı ve bugüne kadar bir defile sonrası onu hiç bu kadar kendinden emin görmemiştim. Ama ben hâlâ son görünümdeki o mükemmel dengelenmiş kömür grisi takımı düşünüyordum. Kargo şortları çoktan unutmuştum bile. Demek ki sonbahar geldiğinde, yine o flanel pantolonları takıntı haline getireceğim.
BU İÇERİK İLK OLARAK GQ US WEB SİTESİNDE YAYINLANMIŞTIR.