Dünya üzerinde yaz aylarında sıcak bir plajdan daha güzel bir yer var mı? Hayır, yok. Kumlar yumuşak, dalgalar mavi ve modunuz yerinde olduğu sürece, plajlar muhtemelen insanoğlunun saf cennete en yakın olabileceği yerlerdir. Sebastián Silva'nın bağımsız gizem filmi Rotting in the Sun'dan (2023) plaj denince aklınıza gelen ilk film olan Danny Boyle'un The Beach'ine kadar, plajın uzun zamandır her türden filmin mekânı olması şaşırtıcı değil.
Ancak filmlerde plajlar, genellikle “bize bakın, plajın tadını çıkarıyoruz” kadar basit anlatılmaz. Pek çok plaj filminde karanlık bir ton olur; örneğin çatırdamaya yüz tutmuş bir tatil romantizmi, çok uzun süren bir yaz ya da aşağıda göreceğiniz gibi bazı durumlarda sizi yaşlandıracak bir plaj. İşte bu yüzden plaj filmleri çoğu zaman karanlık, tuhaf ve beklenmediktir; birçoğu kabuslu ve hatta acımasızdır. Ancak her zaman değil- bazıları gerçekten de sakin ve eğlenceli olabilir. Her iki durumda da işte sonsuz, bitmeyen bir yaz için (bu yılkinden çok farklı olarak) izlenecek en iyi plaj filmleri.
M. Night Shyamalan (The Sixth Sense, Signs, After Earth, Knock at the Cabin filmlerinin yönetmeni) tarafından yazılıp yönetilen Old’u ilk izlediğinizde gördüğünüz en kötü film olduğunu düşünebilirsiniz, ta ki yavaş yavaş fikrinizi değiştirip en iyilerden biri olduğuna karar verene kadar (ya da en azından bana olan buydu). Bu kötü-iyi ikilemi, iki ila beş yıldız arasında değişen ve kimsenin bu saçma sapan yaratımın saf bir deha mı yoksa basitçe kötü mü olduğu konusunda hemfikir olamadığı eleştirilere komik bir şekilde yansıdı. Henüz izlemediyseniz, bilmeniz gereken tek şey şu: Film, bir plajda mahsur kalan bir grup aileyi konu alıyor. Ve kısa süre sonra keşfediyorlar ki, bu kumsalda, ta ki ölene dek, hızla yaşlanıyorlar. Old'u Apple TV’de izleyebilirsiniz.
Bir grup arkadaşın Fire Island'a tatile gitmesini konu alan bu romantik komedi filmi, sizi derinden rahatsız etmeyecek ve bir daha asla tatile çıkmama isteği uyandırmayacak, (ki bu listedeki filmlerin en az üçte ikisi için durum böyle değil) eğlenceli ve kolay sindirilebilir bir film. Film, Joel Kim Booster tarafından yazıldı ve yapımcılığını üstlendi, kendisi aynı zamanda filmde başrol oynuyor. Filmde müstehcen sahnelerin olduğunu da belirtmekte fayda var.
Tüm harika plaj filmlerinde olduğu gibi, Brandon Cronenberg'in yönettiği Infinity Pool da Beyaz Lotus gibi pastoral bir tatil olarak başlıyor. Ancak daha sonra dizginlenemez bir çılgınlığa ve dehşet olarak tanımlanabilecek bir şeye dönüşüyor. Özellikle Mia Goth, TikTok'un “bir sonraki hamleni tahmin etmelerine asla izin verme” sözünün vücut bulmuş hali olan Gabi rolünde çok başarılı. Bazıları Infinity Pool'un ille de bir plaj filmi olmadığını iddia etse de (sonuçta filmin büyük bir kısmı sert bir hapishanede geçiyor), ben buna şöyle diyorum: plaj birden çok kez görünüyorsa, bu bir plaj filmi sayılır! Infinity Pool'u Apple TV’de izleyebilirsiniz.
Plaj deyince aklınıza ne geliyor? Güneş mi? Deniz mi? Parıldayan, bikini giymiş vücutlardaki terin tuzlu tadı mı? Elbette, ama aynı zamanda birçoğumuzun aklına köpekbalıkları da gelir: devasa dişleri ve kana olan ünlü damak tadıyla katil yırtıcı hayvanlar. Plajda bir köpekbalığıyla karşılaşma ihtimali çoğu yerde çok düşüktür, ancak 1975'te gösterime giren Jaws, hepimizi biraz derine gidersek paramparça olabileceğimize sonsuza dek inandırdı. Kesinlikle listedeki en ikonik ve en iyi bilinen film olan bu Steven Spielberg klasiği, plajdan çok ama çok uzak durma isteği uyandıran nadir plaj filmlerinden biridir. Jaws'ı Netflix'te izleyebilirsiniz.
Gerçekten berbat bir durum varsa o da şu: 1970'lerde rampa kaykayını yeni icat etmiş Kaliforniyalı gençler olmamamız. Stacy Peralta'nın Dogtown and Z-Boys adlı, çok iyi olan kaykay belgeselinde de ölümsüzleştirilen Z-Boys'un gerçek yaşam öyküsüne dayanan Catherine Hardwicke'in Lords of Dogtown filmi, sörf stillerini betona taşıyan ve bu konuda gerçekten ünlü olan bazı sörfçülerin hikayesini anlatıyor. Kısmen rock yıldızı hikayesi, kısmen okyanusa yayılmış Kaliforniya rüyası olan bu film, plajda sadece bir yaz değil, tüm hayatınızı geçirmek istemenize neden olacak. Lords of Dogtown'ı Apple TV’de izleyebilirsiniz.
Matthew McConaughey'nin kesinlikle en muhteşem, kendisi için yapılmış rollerinden biri olan Harmony Korine imzalı The Beach Bum, bazen yavaş bazen hızlı bir yaşam tarzına sahip, hayatını plajda geçiren soluk bir şair olan Moondog'u (McConaughey) konu alıyor. Muhtemelen Korine'in şimdiye kadar, hiçbir rahatsız edici tarafı olmadan, saf ve eğlenceli bir komediye en çok yaklaştığı filmi. Aslında belki de her şey biraz fazla eğlenceliydi, çünkü The Beach Bum'dan sonra Korine normal filmlere olan sevgisini kaybetti ve GQ'ya “Normal filmlere olan ilgimi kaybettim” dedi. Yine de bunun sizi bu filmden soğutmasına izin vermeyin. Bu filmi, bu yıl geçiremediğiniz bir yaz tatilin yerine koyabilirsiniz.
Molly Manning Walker'ın büyük beğeni toplayan ilk uzun metrajlı filmi, kısmen çok gerçekçi olduğu için kolay izlenebilecek türden değil. Birleşik Krallık'ta büyümüş ve Malia ya da Magaluf gibi bir yerde kalitesiz bir tatile çıkmış herkes, How to Have Sex'te görülen sürekli içki içme, gece dışarıda sevimsiz bir şekilde cips yeme ve hakim olan genel kargaşa halini tanıyacaktır. Ancak yine de komik anlar olsa da, bu hafif ve yumuşak bir plaj filmi değil. Film, suçların her zaman bize inandırıldığı gibi görünmediği ve bunu takip edebilecek karmaşık duygular gibi temaları ustalıkla irdeliyor.
Teknik olarak bir sinema filmi olmasa da (1966'da gösterime giren bir belgesel), The Endless Summer'dan bahsetmeden geçmek olmaz. 50.000 dolarlık bir bütçeyle çekilen film, sörfçü Mike Hynson ve Robert August'un Yeni Zelanda'dan Avustralya'ya, Gana'dan Güney Afrika'ya, Tahiti'den Hawaii'ye uzanan bir dünya turuna çıkmalarını konu alıyor. Esasen filmin konusu şu: Sonsuz bir yaz geçirmek mümkün mü? Ve eğer mümkünse, nasıl bir şey olurdu? Bu filme göre, sonsuz bir yaz geçirmek, okyanusta uçan köpüklü dalgalara, parıldayan ufuk çizgilerine ve bronzlaşmış bedenlere benziyor.
Harmony Corine'in 2012 tarihli, coşkulu kült klasiği hem mükemmel bir plaj filmi hem de çok daha fazlası. Petersburg, Florida'da geçen Spring Breakers, üniversite öğrencileri Brit, Candy, Cotty ve Faith'in (Ashley Benson, Vanessa Hudgens, Rachel Korine ve Selena Gomez) neon bikiniler içinde çılgın plaj partilerine katılmalarını ve bolca eğlenmelerini konu alıyor. Film ilerledikçe, dünyaları yavaş yavaş Skrillex ve Ellie Goulding'in gaza getiren müzikleri eşliğinde bir tür tuhaf ve sersemletici ateşli rüyaya dönüşüyor. Öne çıkan sahneler arasında kızların pembe kar maskeleri ve eşofmanlarıyla bir piyanonun etrafında Britney Spears'ın "Everytime" şarkısını söylerken makineli tüfekleri tutmaları ve daha önce High School Musical'da rol alan Hudgens'ın şu sözleri söylemesi yer alıyor: “Bana lanet olası paranı ver yoksa beynini dağıtırım.”
Kısmen Titanic, kısmen Cast Away, kısmen White Lotus, kısmen de daha önce hiç görmediğiniz bir şey olan Ruben Östlund'un Triangle of Sadness filmi, 2022'de çıkan en zekice, en komik ve en absürt filmlerden biriydi. Filmin konusu ise şöyle: Bir grup zengin ve çoğunlukla yakışıklı insan, dinlendirici ve lüks bir gemi yolculuğuna çıkarlar. Gemi yolculuğu -ve bunun çok fazla spoiler verdiğini düşünmüyorum, fragmandan da anlayabilirsiniz- sarsıcı bir şekilde durur ve kendilerini bir adada bulurlar. Sınıf farkı anlamsızlaşır, lüks kullanılamaz hale gelir ve hiyerarşi soluk soluğa kalacağınız ve güleceğiniz şekillerde değişir.
Bazı filmler ve diziler vardır ki -Girls, Peep Show, Bodies Bodies Bodies, Bottoms gibi- gerçekten eğlenceli olduğunu söyleyebilirsiniz ve konuşma diline dayalı diyaloglara yer verir. Sebastián Silva'nın Rotting in the Sun filmi kesinlikle bunlardan biri. Sakin bir tatil konu alıyor gibi başlayan film, kısa sürede cinayet gizemi türünde bir gerilime dönüşüyor ve kendinizi, yanlışlıkla birini öldürdüğünüzde umutsuzca izlerinizi örtmeye çalıştığınızda göreceğiniz endişe verici kabusların içinde gibi hissediyorsunuz (ya da belki de sadece bana böyle gelmiştir). Rotting in the Sun'ı Mubi'de izleyebilirsiniz.
Bir plaj filmleri listesi hazırlayıp da hepsinin anası olan The Beach'e yer vermeyeceğimizi düşünmediniz, değil mi? 1996 tarihli Alex Garland'ın aynı adlı romanından uyarlanan The Beach (Danny Boyle'un yönetmenliğinde), genç gezgin Richard'ın (Leonardo Dicaprio) Bangkok, Tayland'daki kaçamaklarını ve sonunda “plaj” olarak adlandırılan, izole yaşamak isteyen insanların yaşadığı gizli, uzak bir adanın haritasını keşfetmesini konu alıyor. Bulduğunda, plajın ne kadar güzel olduğunu görüyor: beyaz kumlar, kristal okyanus, muhteşem gençler… Ancak ilk başta cennet gibi görünen şey hızla çok daha karanlık, acımasız ve kabus gibi bir şeye dönüşüyor.
Bu film ilk gösterime girdiğinde, bazı olumsuz eleştiriler aldı ve gişede orta düzeyde bir başarı elde etti. Ancak aradan geçen yirmi yılda, dönemin çok sevilen bir zaman kapsülü haline geldi. Öyle ki, filmin çekildiği plajın kapatılması gerekti çünkü plaj turistlerin istilasına uğradı. Neden her şeyi mahvetmek zorundayız ki sanki! The Beach'i Disney+ üzerinden izleyebilirsiniz.
BU İÇERİK İLK OLARAK BRITISH GQ WEB SİTESİNDE YAYINLANMIŞTIR.