Filmlerinde kadraja girdiği anda mutlu oldum hep. O varsa kadroda veya başrolde, keyifli 120 dakika geçireceğim kesindir. Dahası hem gardırobu, hem tüm mekanlar tartışılmaz ilham olacaktır bana.
Şapkası, gömleği, çizmeleri ya da dokunduğu bir duvar, bir sandalye ya da kitap yığını—hepsi aynı cümleyi söyletti bana : “Ben buyum.” Diane Keaton da aynı şeyi söylüyordu.
Keaton’a yalnızca bir oyuncu ya da stil ikonu demek haksızlık olur. O, giyinmeyi bir karakter yaratma sanatı olarak gören bir anlatıcıydı. Evet, Annie Hall’un maskülen ceketleriyle hafızalara kazındı belki ama yıllar geçtikçe gördük ki, Diane Keaton rol yaparken değil, gündelik hayatında da stil sahibi. Gustolog bakışıyla “Giyinmenin Ötesinde Bir Tutum.”
Diane Keaton’ın tarzı, trendleri geride bırakırdı. Beyaz bir gömlek, siyah bir etek, kalın bir kemer, büyükçe bir şapka… Minimal bir palet ama maksimal bir duruş. GUSTOLOG bakış açısıyla değerlendirdiğimizde bu, sadece “ne giydiği” değil, “nasıl taşıdığı” sorusuna verilmiş bir cevap. Hep diyorum ya stil aslında bir duruş.
O, giyinirken kendine alan açar. Gardırobu birer “statement” değil, birer “itiraf” gibidir. Gömleğinin yakası neden bu kadar yüksek? Çünkü sesi yerine duruşuyla konuşmayı seçer. Pantolonları neden bol? Çünkü hareket etmeyi, dans etmeyi ve gerektiğinde sahneden inip hayatın tam ortasında olmayı sever.
Sevecendir, samimidir, hatta “silly” şapşal bile olmaktan korkmaz.
Karakterle Bütünleşen Stil: Annie Hall ve Ötesi
Keaton’ın stili, sadece onun değil, oynadığı karakterlerin de kimliğine işlemiştir. “Annie Hall”, 1977’de bir film karakterinden çok daha fazlasıydı; bir stil devrimiydi. Yelek, pantolon, kravattan oluşan o maskülen kombinasyon, kadınların gardırobuna cesareti taşıdı. Ama daha da önemlisi, samimiyetin, doğallığın ve konforun da “şık” olabileceğini gösterdi.
Elbette, Diane Keaton’un filmlerindeki farklı ama özünde hep kendine ait olan tarzlarını daha kısa ve derli toplu şekilde aşağıda özetliyorum. Bu versiyon hem yazınızın içine yerleştirilebilecek bir bölüm olarak kullanılabilir hem de görsel eşlikli bir kutu içeriği gibi düşünülerek dergi formatına uygundur:
Bohem, maskülen, devrimci. Keaton’ın gerçek gardırobundan çıkan yelekler, kravatlar ve şapkalarla kadın giyimine yeni bir özgürlük dili fısıldadı
Sofistike New York kadını. Daha yapılandırılmış siluetler, entelektüel bir hava. Annie Hall’un bohemi yerini şehirli zarafete bırakan bir Woody Allen karakteri.
80’ler “power dressing” stilinin vücut bulmuş hali. İş kadını görünümünden kırsal sadeleşmeye uzanan bir stil dönüşümü.
Zamansız, sıcak ve klasik. İnci küpeler, nötr tonlar ve yumuşak formlarla sevgi dolu bir anne figürü yaratıyor. Bir wedding planner ile çalışacak kadar da akıllı bir karakter.
Bu filminde ise, beyaz keten gömlekleri ve salaş triko hırkalarıyla bir başka yaş döneminin zarafetini temsil etti. Bu kez yaş almış bir kadının hem kırılganlığını hem gücünü taşıyordu üzerinde. Keaton giyinmiyordu—hikâye anlatıyordu.
Güncel, eğlenceli, hala Keaton. Büyük şapkalar, kemerler, pardösüler; kendine özgü stilin modern yorumu.
Her filmde farklı bir kadın, ama hepsinde aynı özgür ruh. Diane Keaton’un sinema stilografisi, karakterin iç dünyasını dışa vururken, izleyene daima şunu hatırlatır:
Stil, yaşla değil, karakterle ilgilidir.
Bir stil sahibinin evi, onun dolabının üç boyutlu hâlidir. Keaton’ın yaşadığı ve tasarladığı evlerde de aynı imza var: siyah-beyaz kontrast, doğal malzemeler, rustik yüzeyler, büyük pencereler, bolca kitap ve detaylarda mizah.
“The House That Pinterest Built” adlı kitabında, kendi zevk atlasını okuyucuya sunuyor. (Pinterest’in inşa ettiği ev) Bu itiraf bile onun samimiyetinin bir göstergesi.
Ev tasarlarken ilham panoları oluşturan bir oyuncu düşünün. Ama bu panolar, sadece güzel şeyleri değil, kişisel tarihin izlerini de taşıyor.
Tıpkı bol paça pantolonları gibi, evleri de “rahat” ama “özgün”. Beton duvarların içinde ahşap raflar, endüstriyel lambaların altında romantik vintage objeler… Hepsi bir arada ama hiçbiri fazla değil.
Diane Keaton’ın yaşam tarzı, benim için tam anlamıyla gustonun tanımıdır: estetikle duyguyu, tarzla özü buluşturmak. Giydiği her parça, oturduğu her sandalye, taktığı her şapka—hepsi birer ifade biçimi. Aslında hep “RELAXED”
Modada olduğu gibi iç mimaride de gösterişli değil; samimi. Detaylarda incelik, malzemede sadelik, bütünde ise karakter vardır. Onun dünyasında güzellik abartıdan değil, özgünlükten doğar.
Keaton bize sadece stil sahibi olmayı değil, kendi stilini yaratmayı gösterdi. Onu izlerken, kendi hayatımıza da dönüp şu soruyu sorabiliriz: “Ben kimim ve yaşadığım dünya beni ne kadar yansıtıyor?”
Çünkü Diane Keaton’ın en büyük ilhamı şudur: Kendin olmak, en şık halindir. Işıklarda ol sevgili ORİJİNAL.
Kendine iyi bak. Bir dahakine…
MOXO