Yaptıkları müzik insanı mutlu eden, yerinde durdurtmayan, sonu gelmese sonsuza dek sizi tıngırdatabilecek tınılarda. Şarkılarda kimse kimseyi sırtından bıçaklamıyor. Eski sevgililer nefretle anılmıyor. İsyan yok. Hayat güzel; disko çalıyor arka planda. Röportaj sırasında dijital görselimle göz göze geldiğimde 36 dişimi sayabildiğimi görüyorum. Bende de arkada I Know How I Feel Right Now çalıyor…
Nasılsın?
Patrick Hetherington: İyiyim. Dışarıda yağmur yağıyor, röportajdan sonra hemen çıkmak istiyorum.
Şu an Berlin’de misin?
Evet. Geçen hafta sürekli yağmur yağdı, ben de bütün hafta yatakta neredeyse üç buçuk kitap bitirdim. Bugünse inanılmaz sıcaktı mesela.
Berlin’de yağmur yağmadığı bir gün oluyor mu hiç?
Sözde genelde güneşli olması gerekiyordu ama öyle değil.
Grubu 5 farklı bireyden “Parcels” yapan o görünmez düğme nedir?
Bu soruyu hiç duymamıştım. Güzelmiş… İnsanlar bana sık sık, “Tanınıyor musun?” diye soruyor. Aslında tek başıma pek tanınmıyorum; diğerleri için de aynı durum geçerli. Ama ne zaman beşimiz birden sokakta yürüyelim, insanlar “Aman Tanrım!” tepkisi veriyor. Bu çok komik. Bir anda o tatlı “klik” hissini yaşıyorsun; sanki âniden “Evet, biz bir grubuz” diyorsun. Ama içimizden biri eksik olduğunda ya da sadece dört kişi kahve içtiğimizde o hissiyat gelmiyor. Diğer yandan üzerimizdeki baskı biraz hafifliyor çünkü “Tamam, burada her şeyi konuşabiliriz” diyoruz. Ama beşimiz bir arada olmadıkça hiçbir karar kesinleşmiyor. Yani iyi ya da kötü, biz gerçekten tam anlamıyla beş kişilik bir grubuz; aldığımız tüm kararlarda herkesin dahiliyeti gerekiyor. Bu yüzden beşimiz bir aradayken hem bir heyecan hem de bir baskı oluyor.
Grupta bir rol dağılımı var mı?
Büyük ölçüde var aslında. Müzikal anlamda rollerimiz var; şarkı yazarlarımız var. Bir de iş tarafında üstlendiğimiz roller var. Kimimiz grubun finans işleriyle daha çok ilgileniyor, kimimiz hangi stüdyolarla çalışalım gibi prodüksiyon tarafına odaklanıyor, kimimiz sosyal medyada daha aktif. Bir de nasıl desem … “ruhsal” roller var. Mesela bazı arkadaşlarımız grubun morali düştüğünde havayı toparlar. Bazılarıysa otoriteye karşı gelir; “Belki de böyle yapmamalıyız, sadece herkes böyle istiyor diye bu yola girmeyelim” der. Hepimizin kişiliğine özgü özellikler, doğal olarak farklı rollerle daha uyumlu oluyor. Ve çoğunlukla bu güzel bir şey.
Çoğunlukla?
Evet, mesela ben bazen moralin düştüğü anlarda “Tamam, yaparız” diyerek pozitif enerjiyi getiren kişi oluyorum. Bu çoğu zaman iyi hissettiriyor. Bence bütün roller, zaten sahip olduğun kişilik özelliklerinden doğuyor. Ama bazen de tam tersi oluyor; kendimi kötü hissediyorum ama normalde pozitif enerjiyi getirmek benim işim. O anda pek içimden gelmese bile bu rolü üstlenmem gerekiyor. Bu durum herkes için geçerli olabilir. Yani bu, beşimizin dinamiğinde gerçekten büyük bir parça.
Grup için “ideal” bir gün nasıl geçiyor? Herkes ne yaparken mutlu?
Bence bu sürekli bir denge meselesi; turnede olmakla stüdyoda olmak arasında… Bir de şarkı yazmaya ayırdığımız zaman var. Son birkaç yıldır yolda çok fazla vakit geçirip stüdyoda yeterince bulunamadığımızı hissediyoruz. O yüzden son dönemde daha az turne yapıp daha çok stüdyo zamanı yaratmak için ciddi bir çaba gösteriyoruz. Ama bu da zor, çünkü konserlerde enerji yüksek ve eğlenceli olduğunda turnenin bitmesini istemiyorsun. Yine de yaratıcılık açısından, sürekli turnede olmak mantıklı değil, çünkü o zaman yeni şeyler üretme ihtiyacını karşılayamıyorsun. Öte yandan sadece stüdyoda olmak da mantıklı değil; bu kez de üzerinde çalıştığın sanatı mükemmelleştiriyorsun ama onu dünyaya sunmadığın için hiçbir karşılık alamıyorsun. Sağlıklı bir denge çok önemli… Gerçi böyle bir dengeyi gerçekten bulan var mı, emin değilim.
'Bazen böyle beş kişi sahnede, tamamen kolektif bir performans sergilemek çok iyi hissettiriyor. Ama bazen de “Tamam, ben de bu kolektifin bir parçasıyım ama aynı zamanda bireyim ve öyle de görülmek istiyorum” diyorsun.'
Sanmıyorum ki bulabilen olsun... Sizde öne çıkan bir “yıldız” yok, sahnede hepiniz bir aradasınız. Çok kapsayıcı, tam anlamıyla grup mentalitesi. Bir kişinin ön plana çıkmadığı bu düzen, sizin bilinçli bir tercihiniz miydi yoksa kendiliğinden mi böyle gelişti?
İkisi de diyebilirim. Başlangıçta bilinçli bir karardı, sonra doğal olarak o boşluklar öyle doldu. Hâlâ sahnede veya spot ışığında eşit zaman fikrini seviyoruz, ama şu anda biraz daha farklı bir noktadayız. Artık bilinçli olarak herkesin kendi spot ışığına çıkmasını istiyoruz. Yani sürekli beşimiz üzerinden “Biz bir grubuz” demek yerine, karakterlerimizi de öne çıkarıyoruz. Güzel bir örnek olarak, bazı “boyband”lerin yaptığı gibi; herkesin farklı bir kişiliği, farklı bir kimliği oluyor, ama bir araya geldiklerinde o grup ismi altında buluşuyorlar. Yani beş kişinin oluşturduğu tek bir varlık gibi değil, beş ayrı bireyin oluşturduğu bir bütün. Anlatması zor ama evet… Bazen böyle beş kişi sahnede, tamamen kolektif bir performans sergilemek çok iyi hissettiriyor. Ama bazen de “Tamam, ben de bu kolektifin bir parçasıyım ama aynı zamanda bireyim ve öyle de görülmek istiyorum” diyorsun.
Peki… Dünyayı dolaşan bir ”erkek grup” olmanın en zor, en karmaşık yanı ne? Hepiniz birlikte seyahat ediyorsunuz, inişler çıkışlar mutlaka oluyordur.
Açıkçası biz çok … nasıl desem … tipik anlamda “maskülen” değiliz. Feminen de değiliz ama testosteron patlamasıyla hareket eden bir grup da değiliz. Herkes birbirinin alanına saygılı, eskisi kadar çılgın değiliz. Yaş aldıkça sakinleşiyoruz; bol bol yoga ve meditasyon var…
Bence en zor kısmı, grupta bir kadın bakış açısının, bir kadın perspektifinin olmaması. Mesela son dönemde grubun giyim ve aksesuar tasarımlarını ben yapıyorum ve herkese soruyorum, “Ne düşünüyorsun?” diye. Herkesin farklı fikri oluyor ama yine de “Keşke kadın arkadaşlarımın da fikrini alabilsem” diyorum. Tabii onlar grubun içinde olmadıkları için bağ kopuk oluyor. Bence grupta cinsiyet çeşitliliği olması sadece iyi şeyler getirir. Biz ise bu anlamda biraz gerideyiz; sonuçta beş erkeğiz.
Bir ritüeliniz var mı?
Evet, var. Sahne öncesindeki ritüelimiz biraz çılgın, hiçbir mantığı yok. Birkaç dakika boyunca hep birlikte bağırıyoruz. Konserden yaklaşık bir saat önce bir araya geliyoruz; ister moralin bozuk olsun, ister çok iyi hissediyor ol, sahneye çıkmadan en az bir saat önce birlikte vakit geçirmek bizim için önemli. Sahneden beş dakika önce de bir geleneğimiz var ama onu pek anlatamam, biraz gizli… Son birkaç yıldır yapmıyorduk. Yeni ritüeller denedik ama hiçbiri yerleşmedi. Son dönemde ise eski ritüele geri dönmeye başladık. İçinde şarkı söylemek, bağırmak, gülmek var… Biraz kaotik. Eğer bir gün konserimize gelip sahneden beş dakika önce kulise kulak verirsen muhtemelen duyarsın.
Bence 2025’te fazlasıyla şey kayda alınıyor. Hayatın sadece hafızalarda yaşamasından da mutluluk duyardım.
Grubun dışarıdan fark edilmeyecek ama içeride uyulan görünmez bir kuralı var mı?
Sorunda kastettiğin anlamda net bir kuralımız yok, ama yıllar içinde ne kadar profesyonelleştiğimizi görmek beni etkiliyor. Biri hata yaptığında ya da bir bölüm karıştığında, müzikal olarak yolumuzu kaybetmeden toparlıyoruz. “Neredeyiz, ne yapıyoruz?” paniği yaşamıyoruz; herkes birbirini dinliyor. Her gece farklı şeyler oluyor ama yıllardır birlikte çaldığımız için kolayca uyum sağlıyor, değiştirip adapte olabiliyoruz. Müzikal anlamda da mesela ben trampette sert bir vuruş yaptığımda, herkes otomatik olarak daha sakin çalmaya başlar. Bu gibi şeyler tamamen hissiyatla gelişiyor; bizim için özel bir kuraldan çok, grup olmanın doğal bir parçası.
Son turnenizde “Keşke kayda alınsaydı” dediğiniz bir an var mı?
Bence 2025’te fazlasıyla şey kayda alınıyor. Hayatın sadece hafızalarda yaşamasından da mutluluk duyardım.
Müzik tarzınızı “umutlu bir melankoli” olarak tanımlıyorsunuz. Ama dans ritimleri ve sahnedeki enerjiniz, bundan çok farklı bir his veriyor. Sence grup şu an hangi döneminde?
“Boyband” dönemindeyiz. Her zamankinden fazla pop müzik üretmeye çalışıyoruz. Ama “umutlu melankoli” derken kastettiğimiz şu: Müzikal olarak işler fazla neşeliye kaçtığında, sözlerde mutlaka bir belirsizlik ya da melankoli tonu olmalı. Aynı şekilde müzikal olarak karanlık bir şey yaptığımızda da, sözlerin ona karşıt bir şekilde biraz aydınlık olması gerekiyor. Sanırım hiçbir zaman tamamen tek bir yöne gitmek bize kolay gelmiyor. Belki de kendimizi bu anlamda biraz daha zorlamalıyız… Şu aralar bunu deniyoruz. Eğer şarkı neşeli ve güneşliyse, sözleri de oraya taşımaya çalışıyoruz; ne kadar ileriye gidebileceğimizi, tadını kaçırmadan görmeye çalışıyoruz.
İstanbul’daki konser nasıldı?
İstanbul’da çalmak bizim için her zaman harika oldu. Geçen günkü konserden önce hepimiz “Bir yıl önce İstanbul’daki konser ne kadar güzeldi” diye hatırlıyorduk. Bu seferki de inanılmazdı.
Herkesin çok iyi vakit geçirdiği belliydi. Tamamen müziğe kapılmışlardı ama bazı başka konserlerde olduğu gibi çılgın bir parti havası yoktu. Hani bazen olur ya, insanlar ne çaldığınızın önemi olmadan sadece parti yapar… İstanbul’da her çaldığımızda “Vay canına, bu insanlar gerçekten müziğin içinde, burada olan bitene odaklanmış” diyoruz. Bu çok özel bir his.