“Don Draper bayağı rezil, aşağılık bir adam,” diye başlıyor sözlerine. “Ne kadar garip. İnsanlar ona hayran olduklarını söylüyorlar, tıpkı Tony Soprano veya Walter White gibi.” Kasım 2013'te The Guardian'a verdiği bu röportaj sırasında, AMC'nin TV klasiklerinden Mad Men'de son sezonunu oynuyor Jon Hamm. Bugün 46 yaşını kutlayan aktörün başarı hikayesine birlikte bakalım.
Sekreter bir annenin ve oğluna örnek olmaktan uzak bir babanın çocuğu olarak Missouri'de dünyaya gelen oyuncu, henüz iki yaşında ailesinin parçalanmasının ardındançocukluk yıllarını hafta içi annesiyle, hafta sonları babasıyla kalarak geçiriyor. Mesai saatlerinden sonra bar gezmelerinde babasına eşlik eden küçük Jon, 10 yaşında annesini kolon kanserine kaybetmesinin ardından büyükannesiyle yaşamaya başlıyor. Yıllar sonra Mad Men setinde aynanın karşısına geçmiş repliklerini tekrarlarken babasına ne kadar benzediğini fark eden oyuncu, “Dışarıdan sanki her şeye sahipmiş gibi görünüp içinde aslında kederden başka bir şeyi olmayan bir adam” diye hatırlıyor onu.
Lisede tam bir Amerikan delikanlısıyken Ivy League'den aldığı futbol burslarını geri çeviren Jon, sonraki senelerde hayatını derinden etkileyecek ilginç bir kararla Teksas Üniversitesi'nde İngilizce okumaya gidiyor. O yıllarda kendi sözleriyle “fevkalade vasıfsız” sayılmasını sağlayan bu maceranın ardından 20 yaşında babasını kaybetmesiyle Missouri'ye geri dönüyor. Para kazanmak için lisede oyunculuk dersi vermeye başlayan Jon, öğretmenlik işini iyi kıvırmış olacak zira o zamanki öğrencilerinden Ellie Kemper'ı yıllar sonra The Office'in Erin Hannon'ı olarak tanıyoruz. 2011 senesindeyse öğretmenle öğrencisi, Bridesmaids filminde başrolleri paylaşıyor.
Diğer bir ilginç tesadüf ise mezuniyet balosundaki eşinin 24 dizisinin Nina Myers'ı Sarah Clarke olması. Hatta bir seferinde hafta sonu tatili için gittiği Sarah'nın St. Louis'deki evinde, Sarah'nın abisinin üniversitedeki oda arkadaşı, bizim de Ant-Man ve daha pek çok filmden bildiğimiz Paul Rudd ile tanışıyor. O günlerde Paul de Sarah'nın peşinde ancak 'haksız rekabetin böylesi' tadında bir şanssızlıkla rakibi Jon olunca yenilgiyi kabul ediyor. Sarah'nın daha sonra Paul'le birlikte olması ve dahası Jon'la Paul'ün bugün çok iyi arkadaş olmasıysa başka bir hikaye.
Öğrenciyken oynadığı tiyatro oyunlarının dışında çalışma hayatının başarısız ilk yıllarında kayda değer bir iş çıkaramayan aktör, hayallerini kovalamak üzere cebinde sadece 150 dolarla Los Angeles'a geldiğinde 24 yaşında. Önce amcasıyla, sonra da 4 ev arkadaşıyla evini paylaşıyor. Bu dönemde en ilginç deneyimlerinden biri, bundan bir sene sonra 1996 yılında çıktığı, şimdilerin evlendirme programlarının atası niteliğindeki The Big Date isimli randevu programı (talibi olduğu kız, Hamm'i reddetti).
Bu sıralarda bir yandan geçimini sağlamak için garsonluk yaparken yaşına göre çok yaşlı gösterdiği gerekçesiyle bir türlü rol bulamayan oyuncuyu ajansı da bırakıp kaderine terk ediyor. Şansı bir türlü dönmeyen Jon, bu dönemde porno film prodüksiyonlarında set tasarımcılığı bile yapıyor. Ardı ardına gelen talihsizliklerin ardından 30 yaşını kendine sınır belirleyen oyuncu, 5 sene içerisinde gidişatı değiştiremezse oyunculuktan tamamen vazgeçmeye karar veriyor.
Bu karar gerçekten de bir değişiklik yaratmış olacak ki ilk kayda değer rolünü 2000 yılında NBC'nin TV serisi Providence'da yakalıyor. Sinemadaki ilk rolünü de aynı sene içerisinde Clint Eastwood'un Space Cowboys filminde yakalayan aktörün filmdeki rolü tek bir replikten ibaretti ve ekranda kaldığı süre bir dakikadan kısaydı. Pek takdire şayan görünmese de Jon, bu noktaya gelmek için çok çalışmıştı ve ne de olsa sabır, her şeyin anahtarıydı.
Seneler sonra hayatının rolünü kaptığında 36 yaşındaydı. İsimsiz bir aktördü ve Don Draper rolünü almadan önce 7 kere seçmelere gitmesi gerekti; fazla yakışıklı olduğu için reddedilmesi bile düşünülmüştü. O günlerde büyük bir kumar gibi görünen AMC'nin bu seçimi, diziye ardı ardına 3 Altın Küre getirecekti. Meraklılarının dikkatini çektiği üzere Jon'un kendi yaşamının ve çocukluğunun, Don karakterinin hikayesiyle gösterdiği benzerlikler belki de ona bu rolü getiren en önemli etkendi. Seçmelerde performansını bitirip odadan çıktığında dizinin yaratıcısı Matt Weiner'ın casting direktörüne söylediği tek şey, “Bu adam annesiz babasız büyümüş” olacaktı.
2008 ve 2016'da Altın Küre'yi kazandığı Mad Men'deki alkolik, çapkın, yarı psikopat Don karakteri; elinden düşürmediği sigarası, viskisi ve kadınlarıyla alfa erkeğinin ekranlardaki simgesi olarak izleyicinin hafızasında yer etse de Jon, gerçek hayattaki çizgisini asla bozmadı. Dizideki ilişki zaaflarının aksine gerçek hayatta evlenmedikleri halde 18 sene boyunca Hollywood'un en istikrarlı ilişkilerinden birini yaşadığı Jennifer Westfeldt, “İnsanlar için işin en zor kısmı; Don Draper o kadar ikonik bir karakter ki dizinin hayranları Jon'un öyle bir tip olmadığını anlamakta güçlük çekiyor” diyordu.
Aslında Hamm'in Draper ile uzaktan yakından alakası olmadığını anlamak için çok da fazla incelemeye gerek yok. Dizideki karakterin aksine Jon, sigara kullanmıyor (çekimlerde sürekli olarak sigara içme sorununu çözmek için tütün ve nikotin içermeyen bitkisel sigaralar kullanılmış). Diğer yandan karakterin imza niteliğindeki içkisinin Old-Fashioned olduğu aşikar. Dolayısıyla Jon'u dışarıda yakalayan hayranlarının oyuncuya sürekli aynı kokteyli ısmarlamasına şaşırmamak lazım ancak kendisinin aslında pek de bourbon hayranı olduğu söylenemez. Kaldı ki başarılı aktör girdiği rehabilitasyon programıyla içkiyi de bırakmış durumda.
Esquire'a konuştuğu bir röportajında geçmişinden bahsederken “Orta halli bir şeyler hedefliyordum aslında. Sadece mutlu ve nispeten başarılı olmak istedim” diyor. “Ne olacağıma dair öyle büyük düşüncelerim yoktu.” Ardından Mad Men pilot bölümünün senaryosunu ilk gördüğü anı anlatıyor: “Mad Men ne kadar dandik bir isim. AMC de kimsenin tanımadığı bir şirket. İkide sıfır.” Sonra senaryoyu okumaya başlıyor ve hikayenin geri kalan kısmını hepimiz biliyoruz.