Röportaj

Hollywood'da Türkiye'den Bir Objektif: Ali Gökay Sarıöz

Owen Wilson, Will Smith, Micheal Keaton gibi isimlerin fotoğrafını çeken Sarıöz, sektörde özellikle poster/afiş fotoğrafçılığı ve fragman çekimleriyle biliniyor. Sarıöz’le fotoğrafçılık serüvenini konuşuyoruz.

Gökay Sarıöz

 

Fotoğraf: Taylan Yılmaz

California’da yaşayan Sarıöz, 2004 yılında New York’a yerleşmiş. Zanaatkâr bir ailenin oğlu, fotoğrafa yöneldiğinde kendi yeteneklerinin de farkına varıp kabul edildiği Mimar Sinan Üniversitesi, Fotoğraf Bölümü’nü birincilikle bitirmiş. Sonrasında Türkiye’de, kariyerine tutku dolu bir şekilde başlamış.

Ziyaret ettiği her ülkede, katıldığı her projede, Türk Modern Fotoğraf Sanatı’nı temsil etmeyi sürdürüyor. Çoğu fotoğrafçı gibi yeteneğini zaman içinde tecrübeyle birleştiriyor. Sanatsal fotoğraf çalışmaları Borusan Sanat Galerisi, Humane Society ve Robert Miller Galerisi gibi platformlarda sergilenen Sarıöz’ün başarılı hikayesini kendisinden dinlemeye başlıyoruz. 

Gökay Sarıöz

Jamie Foxx/Sleepless 2016

  • Fotoğrafçılıktaki geçmişinizden ve bu alana nasıl başladığınızdan bahsedebilir misin?

96 yılında Mimar Sinan Üniversitesi Fotoğraf bölümüne girerek başladı. Aslında Mimar Sinan Sinema Televizyon da çok istiyordum ama fotoğrafın da bende çocukluktan beri ilginç bir çekiciliği vardı. Mimar Sinan’ı ikincilikle kazandım ve sonrasında da haliyle üzerimde bunun etkisi kaldı. Aslında sanatçı bir aileden de gelmemin payı var. Abim Marmara Üniversitesi Resim bölümünden mezun, annem de haute couture terzisi, bütün ailenin zanaatkarlığı çok yoğun, o yüzden ihtisasımın bir sanat dalı olacağı belliydi. Fotoğrafı bir tür bilgilendirme aleti olarak kullanabileceğimi anlayınca bu alanda olmak beni daha da mutlu etti. Lise sonrası bir yıl kendime verdiğim bir yıllık hazırlık sürecinde önce kamera asistanlığı, okula başladıktan hemen sonra da fotoğraf asistanlığıyla gitti, 97 gibi hemen ufak ufak profesyonel çalışmalara başladım. İnsanlara olan sıcak ve önyargısız yaklaşımımdan dolayı da portre fotoğrafında uzmalaşmam kolay oldu. İlk yedi yıl içerisinde Universal Music, Sony ve RH+ gibi kurumlarla çalışmaya başladım, yedi yılın sonunda da kendimi biraz daha dünyada fotoğrafın ağır sikleti olan şehirlerde tartmak istediğim için New York’a taşındım, ve kariyerime devam ettim. 2004 - 2013 arasında Moda ve Portre dalında çalıştım. Devamında Los Angeles’a geldim ve 2013’ten beri de buradayım, geldiğimden beri de film posteri çalışmalarına yoğunlaştım. 

 

  • Ne tür fotoğrafçılıkta uzmanlaşıyorsun ve seni bu türe çeken şey nedir?

Fotoğraf bir sanat dalı olmasının yanı sıra, objenizle karşı karşıya geldiğiniz için, fotoğrafçının işin içindeki kendi duruşuna da büyük önem biniyor. Portre fotoğrafı dahilinde çalıştığınız zaman ve işin içine insan faktörü girdiğinde sizin karakteriniz çok önemli. İnsanlarla olan sıcak ilişkim beni hep öne çıkardı. Buna Mimar Sinan’da aldığımız eğitimin de katkısı yoğun oldu çünkü karşı tarafa çok büyük bir özgürlük ve güven vermek gerekiyor. Objenizle karşı karşıya gelmeden önceki süreç de önemli tabii. 

 Gökay Sarıöz

Owen Wilson/Paint 2023

  • Uzmanlaştığın bu alt kategoride, özellikle fragman ve afiş fotoğrafçılığında alanınızda iyi olmak adına hangi niteliklere sahip olmak gerekli? 

Büyük film stüdyoları bu işi yaparken çok büyük bir stres altındalar, filmlerin bütçesi çok büyük, bu bütçe büyüdükçe reklam bütçeleri de büyüyor ve doğal olarak her adımı garanti altına almak istiyorlar. Böylelikle de ellerindeki fotoğrafçı sayısı azalıyor ve eğer işin içerisinde Hollywood fotoğrafçıları da varsa, onların teknik bilgilerine kıyasla kendi karakterini ve duruşunu çok önemsiyorlar. Duruş olarak hem sakin ve hem de güçlü olmanız gerekiyor, ama bunun yanında “bağıran” bir karakterinizin de olmaması tercih ediliyor. Ve tabii ki, stres altında çalışabilmek! Bunların haricinde de sanat direktöründen gelen yönlendirmeleri de dışarı belli etmeden uygulamak gerekiyor. Bu bağlamda çok az insanın var olmasını da anlayabiliyorum çünkü bence her karakterin yapabileceği bir şey değil. 

 

  • Ürün fotoğrafçılığı, afiş fotoğrafçılığı, video çekimlerinde fotoğraf direktörlüğü gibi farklı alanlarda, eş zamanlı çalışıyor gibisin. Aralarındaki farklardan ve yaklaşımından bahseder misin?

Türkiye’de yetişmemin de verdiği bir avantaj olarak, genel anlamda iyi bir fotoğrafçının meraklı bir karaktere sahip olması çok önemli. Kimi fotoğrafçılar karakterlerinden ötürü sadece ürün fotoğrafı çekmeye yönelebilir, çünkü stüdyosunda her şeye hakim olan kişi siz oluyorsunuz, hem de istediğiniz kadar. Bir mücevherin veya bir parfüm şişesinin üzerinde 1-2 gün uğraşmanız gerekebiliyor. Kendi müziğinizi dinleyebildiğiniz rahat bir ortamda işinizi yapmak da büyük konfor. Öte yandan da savaş fotoğrafçısı olup, ölüm tehlikesi altında çalışmaktan da keyif alabilirsiniz. Veya benim gibi hem tekniğinizi hem de kalitenizin sınırlarını deneyebileceğiniz yerlerde de. Birincisi karakterinizin çektiğiniz fotoğraf grubuna uyması, ikincisi de yapacağınız işte ne kadar zorlamaktan hoşlandığınız çok önemli başarı kıstasları. 

 

  • Tipik bir fotoğraf projesi için kavramsallaştırmadan uygulamaya kadar yaratıcı sürecini tanımlayabilir misin?

Kendi kendinize ürettiğiniz bir sanat projesi veya bir müşteri talebi de olsa, ikisinde de yapmanız gereken belli şeyler var. Bir poster çekiminden bahsediyorsak eğer işin içindeki en önemli insan sanat direktörü. Sizin onlara vereceğiniz sonucu netleştirmek adına, kendi yaptıkları ön araştırmayla bir esinlenme dosyası oluşturup bunu sizinle ve müşteri ile paylaşıyorlar. Çekim yapılacağı zaman uygulanacak olan yaklaşımları netleştirmek gerekiyor. Tabii çekim gününe kadar çalıştığınız herkese özgüven aşılama ve yapım aşamasına gelene kadar her detayın işlenmiş olması da şart. 

 

  • İlhamını nasıl koruyorsun?

Bu aslında günümüz dünyasında beni en çok ilgilendiren sorulardan biri. İlhamı yüksek tutmak benim için zor değil ama ilham ile yapmak istediğim işler her zaman renkli işler olmuyor, bazen iç sesim karanlık, kasvetli işlere gitmemi söylüyor. Pozitif bir karakterde olduğum için yine daha çok olumlu tarafta kalmaya çalışıyorum. Artık modern dünyada ilham almak bir yerde basitleşti de, aldığımız ilhamı ve yeri netleştirmek asıl problem gibime geliyor. 

 Gökay Sarıöz

Urban Legend/Deutsch Mag 2006

  • Üzerinde çalıştığın zorlu bir fotoğraf projesinden ve başarılı sonuçlar elde etmek için engelleri nasıl aştığınıza dair bir örnek verebilir misin?

2006’da Deutsch Magazine için New York’ta yaptığımız bir çekimdi ve moda editörüyle ilk çalışmamızdı. Model New York’a daha yeni gelmişti ve herkesin çalışmak istediği bir top modeldi. Çekimi Çin mahallesindeki lokal bir kahvaltı restoranında yapmak istemiştim. İlk başta herkes biraz soru işaretiyle yaklaşmıştı mekan seçimime ama ışık kullanmamıştım ve makine olarak da “snap shot” bir fotoğraf film makinem vardı. Sonuçta Stilist de kıyafetleri çok iyi yönetti ve 10 sayfalık bu editorial çekimi 45 dakikada bitirdim. Herkes iyi anlamda şok içindeydi. 

 

  • Sence bir fotoğrafı öne çıkaran ve izleyicilerde yankı uyandıran şey nedir?

Belgesel fotoğrafı diyebilirim. İnsan beyninin aşırı hızlı çalışması ve herkesin sürekli kendisine yaşarken anı üretmesi. Beyin sürekli anılar üretiyor. Göz ve beyin ilişkisi fotoğraftaki her şeyi size algılatıyor ve karşılaştırma yaptırıyor. Fotoğrafçı gerçekten eğer samimiyetle konuya hakim olabilmişse, kısacası o büyü oluşmuşsa, sizi çok etkileyebilecek, her defasında haz alabileceğiniz bir anıyı çerçevelemiş oluyorsunuz. Renk, Doku, Ritm, Orantı ama en önemlisi duygu. 

 

  • Özellikle gurur duyduğun bir portföyü veya belirli bir projeni paylaşabilir misin?

Böyle baktığınız zaman hala İstanbul’dan ayrılmadan önce, taşınma kararını aldığım zaman büyük format teknik kamera ile ben taşındıktan sonra zamana yenik düşeceğini bildiğim mekanlar arasında en çok beni kendine bağlayan yerlerin fotoğrafını çektiğim projem aklıma geliyor. Bunun da isim babalığını Bülent Somay’a yaptırmıştım, kendisi çok sevdiğim, çok değerli bir yazar ve öğretmenimiz. Psikanaliz konusundaki kitaplarını okurken ve kendisinin portrelerini çekerken hayranlık duymuştum ona. Elimdeki çalışma baskılarımla onun yanına gitmiştim. Fotoğraflara bakarken hiç zorlanmadan hemen benim İstanbul'a dair bir yas tuttuğumu söylemişti. Ben de o ana kadar bunu hiç dillendirmemiştim. Bir psikanaliz uzmanı olarak fotoğraflarım üzerinden beni analiz etmiş oldu. Serinin ismini de zaman-mekan anlamında felsefi bir kavram olan “Chronotope” koydu.

 

  • Prodüksiyon ve çekimlere dair çalışmalarını yanı sıra, kendne ait olarak açtığın sergilerin oldu mu? Bu sergilerde ve şahsi koleksiyonunda nelere önem veriyorsun? 

Oldu tabii. Fotoğrafı ana sanat dalı olarak okumamdan ve VideoArt’a merakımdan ötürü ilk olarak 90’lı yılların sonunda “video art” dalında 2 tane sergim oldu. Borusan Sanat Galerisinde ve Tüyap Gençlik fuarında büyük skala video yerleştirmeleri yaptım. Daha sonra İstanbul Fotoğraf Müzesine bir işim gitti. Devamında New York’a taşındıktan sonra New York Humane Society adlı çok saygın bir kuruluşun, özellikle amerikalı klasik fotoğrafçıların da fotoğraflarını verdiği klasik bir sergiye katıldım. Ünlü sanat kollektörü Stefan Simchowitz’in arşivinde de fotoğraflarım bulunmakta.

Gökay Sarıöz

Fotoğraf: Taylan Yılmaz

İZLE
Yılın Sanat Adamı: Refik Anadol
İlgili Başlıklar
Daha Fazlası