Tarkan Çok Fena Eserek Geliyor
Röportaj

Tarkan Çok Fena Eserek Geliyor

Tarkan, son albümü Ahde Vefa’da Türk Sanat Müziği'nin en yorgun şarkılarından 13’ünü seslendiriyor. Şarkılar yorgun olsa da, efkarlı gecelere de, dağıtmalı partilere de bayılanı çok olacağa benziyor.

Öğle şekerlemesinden yeni kalkmışçasına şiş bir yeniyetmeye Bebeto dediğimiz bir vakitte düşünün, etrafın sadece yanaklı ve mat oğlanlarla dolu olduğu yıllarda yani; fazla ıslak bitişli bir çocuk, Türk popunun son peygamberi olarak yeryüzüne inmişti. Göz almıştı. Gönül almıştı. Dişlerinin arası, Allahım, çok güzeldi.

Gözleri su yeşiliydi. Türkler yeşil göz severdi. Biz de delirdik tabii.

Ablamla dudaklarımızın kenarlarına siyah kalem çekip, içlerine Harika Avcı pembesi ruj sürdüğümüz ve babamın Doğan SLX’inde saatlerce Unutmamalı dinlerken karşı apartmanda oturan Fatma teyze yüzünden ömrümüzün en pis kıskançlık krizlerine girip çıktığımız günler...

Fatma teyze bir ev oturmasında kuyuya bir taş atmış. Demiş ki, “Tarkan bizim köylümüz.” Annemler de “vay be” olmuşlar, kadının arkasına kırlent filan koymuşlar: Aman, Fatma hanım Tarkan’ın köylüsüymüş. Aman, Fatma hanıma bir patatesli börek daha verelim... O da şiştikçe şişmiş, kabardıkça kabarmış. Altın günlerinde ikram edilen portakallı keki artık ağzını daha küçük açarak yemeye gayret ediyormuş. Çünkü Tarkan’ın köylüsü olmak bunu gerektirirmiş. Bir tek, kafasında Tarkan yazılı bant eksikmiş. Fakat Fatma teyze çok yakın bir zaman sonra başına gelecekleri bilmiyormuş. 

Çişi geldi ve gitti

Hayatın yazılı olmayan kuralı: Civciv çıktığı kabuğu beğenmez. Tarkan’ınki tam öyle değil gerçi. O kabuğu beğenmesin diye çok uğraştılar. Çok parladı, az sönsün istediler. Kim mi? Önce magazinciler. Sevgilisi kimdi, gey miydi değil miydi, onunla küs müydü, buna ukalalık mı etmişti; didik didik edildi, Tarkan şişti. Sonra diğerleri... Tarkan değil, Tarkan’ın küçük tırnağı olamayan herkes... Önce göklere çıkardılar, sonra fazla hoyrat, fazla şımarık buldular. Bir de o çiş meselesi... Tuzu biberi, son damlası, tüyü oldu. 1994 yılında, Savaş Ay’ın mikrofonuna canlı yayında “Çişim geldi” deyince kıyametler koptu. Tarkan da kızdı, küstü, bir zaman sonra da çekti gitti. Zaten gözleri Misak-ı Milli sınırları için fazla yeşildi. 

Metamorfoz ve Mustafa Topaloğlu takımı

Ama olmadı. Bütün o “yurtdışına açılma” çalışmaları, Ahmet Ertegün dokunuşu, Şımarık’ın patlayışı ve Tarkan’ın “Bay Öpücük” olarak Rusya’da, Arap ülkelerinde filan epey ünlenişi...

Her şey kötü müsamere tadında, Eurovision kıvamındaydı. Bin şekle girdi. Metamorfoz zamanı en kötüsüydü. Mustafa Topaloğlu’nunkilere benzeyen parlak takım elbiseler, aşk tutamaçlarının yanlardan fışkırdığı dapdaracık gömlekler, üç numara saç, bitirim haller... Sonra plaza adamı makyajını silip doğaya dönüş... Orhan Gencebay, Orhan Gencebay’ın bağlaması ve Tarkan’ın çölde mahsur kaldıkları Uyan şarkısının klibi...

Ne yaparsa yapsın, ne kadar uzakta yaşarsa yaşasın, el mahkum, buradan kopamadı. Ama bize verdiği his artık seksi, tatlı, gönülçelen Tarkan değil, “gurbetteki hayırsız küçük oğlan”dı. Hiç arayıp sormuyordu. Nadiren çıkıp geliyor, yemeğe bile kalmıyordu. Açıkçası biz de artık “gelir mi acaba” diye heyecanlanmayı, akşamdan sarmamızı sarıp pek sever diye fındıklı-cevizli karışık baklava açmayı bıraktık. Gelirse dondurucuda milföy var. 

Neticede gözden ırak olan, gönülde de hafifliyor. Aslında insan bir yaştan sonra, artık görmediklerini değil, sadece her gün gördüklerini özlüyor. Tarkan da onlardan. O yokken biz burada Survivor izleyip Murat Boz dinliyoruz. O yüzden elinde bir paket bayat lokum ve dudağının kenarında o tatlı gülümsemeyle çıkageldiğinde de maalesef artık gönül telimizi değil, ancak Açıkhava’yı titretebiliyor. Beklemek çünkü, yoruyor. 

Rahmetli anneannem de severdi

Ama ne olursa olsun Tarkan; beyaz ekmek gibi, cam bardakta demli çay gibi, sakızlanmış politika, maç, ekonomi tartışmaları ya da hayırsız da olsa işte evlat gibi seviliyor bu ülkede. Ne olursa olsun gidiyor. Türk sanat müziği de sanıyorum aynı kestirmeden, kutsanıyor. Aman TSM albümlerinizi bel hizasından yukarıda tutun. Ebru Gündeş, Sibel Can, Ata Demirer, Yeşim Salkım, Beyazıt Öztürk ve daha niceleri... Kendini temize çekmenin ilk iki yolu evlenip çocuk sahibi olmak ve umreye gitmekse üçüncü yol da “alaturka okumak” oluyor. Babama sözüm var, rahmetli anneannem çok severdi, küçükken hep Zeki Müren taklidi yaparmışım deyip kabasını attıktan sonra iş Rindlerin Akşamı’nı söylemeye kalıyor. Bülent Ersoy da beğenirse tamam oluyor. Dokunulmazlık sopanızı alabiliyorsunuz, artık kimse sizi adadan gönderemiyor.

Ne yaparsa yapsın ya da ne yapmazsa yapmasın, bu ülke Tarkan’ı seviyor. Arada gelişine, nadir arayışına kırgın da olsa, öyle. Çünkü Tarkan’ın da dediği gibi, sevda bizde kilo ile.

İlgili Başlıklar
Daha Fazlası