Tom Ford Logoyu Neden Oraya Koyuyor?
Stil

Tom Ford Logoyu Neden Oraya Koyuyor?

Büyük tasarımcı, Yeni kitabı "Tom Ford 002" ile Gucci’den ayrılışının perde arkasını, yeni dönemde tasarımcıların sahip olduğu “gücü”, markayı neden insanların tam da baktığı yere/göz önüne konumlandırmanız gerektiğinden bahsediyor.

Tom Ford / Jeff Burton - Trunk Archive

Tom Ford tam bir Amerikalı: hırslı, idealist ve küstah. Seks ve ünlüleri bir araya getirmesi, modayı Avrupa’nın altkültüründen olmaktan çıkararak global bir popüler kültür güce dönüştürdü - Gucci için tasarladığı kırmızı kadife smokin içindeki Gwyneth Paltrow veya bir modelin göğüslerinin arasına sıkışmış bir şişe Tom Ford parfümü gibi ikonik görüntüleri hepimizin hafızasına kazımayı başardı. Geçenlerde, Los Angeles’ta gerçekleştirdiği bir söyleşide, “Bence ne zaman spesifik bir zamanda spesifik bir şey yaparsan ve sonra o zamana tekrar geri dönüp bakan insanları görecek kadar uzun yaşarsan ya da kafalarında senin o dönemine ilişkin bir imajla büyüyen insanları görürsen onların hayatlarında güzellik algılarının bir parçası olursun.”

Ford kendi ismini taşıyan 21. yüzyılın ilk lüks markası Tom Ford’u yarattı.

Ardından belki de kimsenin beklemediği bir anda 48 yaşında, “queer” sinemanın mihenk taşları olarak da kabul edilen ve ödüllü filmleri yönetmeye karar verdi. 2019’da, şaşaalı ona da yakışır bir şekilde Amerika Moda Tasarımcıları Konseyi'nin başkanı oldu. Ford, "Asıl amacım Amerikan modasının uluslararası alanda daha fazla tanınmasına yardımcı olmaktı” diyor ve ekliyor "Avrupalı editörlerin ve Avrupa moda endüstrisindeki insanların Amerika'ya seyahat etmeleri ve burada yepyeni bir dünya olduğunu görmeleri gerekiyor.” Muzip tavrıyla gülerek, “Amerikalılar’a Amerika dışında da bir dünya olduğunu nasıl belirtmem gerektiğiyle ilgili ise hiçbir fikrim yok" diye itiraf ediyor.

Ford aynı zamanda bariz bir şekilde “old school”, eski kafalı diye tabir edebileceklerimizden - kibar, sıcak, eğlenceli ve belki biraz da burnu havada ama asla elit değil. Yakın zamanda 60 yaşına giren efsane, şimdi ikinci kitabı Tom Ford 002'yi yayınladı. 2004’te yayınlanan ilk cildinden bugüne kadar geçen yılları, koleksiyonları ve onları giyen ünlülerin fotoğraflarını, reklamları ve filmlerini de kapsayan dev bir anı kitabı - yıllık adeta! “İşlerimin görünüşüne bakmayı, cazibesini seviyorum" diyor. Uçağa binmek için spor ceket giydiğimiz günleri sevgiyle hatırlayan bir yandan da moda gibi vahşi bir endüstride - bir diğer diğer deyişle yok ettiği dehaları zevkle yok eden bir endüstride - hayatta kalan biri Ford. Hayranlık duymamak ise elde değil.

En tartışmalı anılarının bazılarını neden kitabına dahil etmeye karar verdiğini, Amerikan modasının gerçekten global bir fenomen haline gelmesi için neye ihtiyacı olduğunu ve neden ünlü tasarımcıların daha az güce sahip olması gerektiğine inandığını konuştuk. Kitabı 9 Kasım'da satışta.

GQ: Kitabı tematik yazmak yerine kronolojik olarak yazmayı tercih etmişsiniz. Bu seçimin nedenini merak ediyorum...
Tom Ford: İlk kitabımı da bu şekilde yazdım. Tabii ki bunun bir nedeni var ama ikinci kitabın da aynı formatta devam etmesini istedim, bir tür ikinci bölüm gibi. Bence modanın kronolojik olarak anlatılması çok daha mantıklı, çünkü bir koleksiyonda yaptığım şey başka bir koleksiyonda ne yaptığımı veya ne yapmadığımı etkiliyor. Moda adeta bir sarkaç gibi, kimi zaman hayatın olağan akışında tepki veren, bir ileri bir geri sallanan şeylerin bütünü. Bu yüzden, belirli bir yılda kafamdan neler geçtiğini görmek için kronolojik bir formatta sunmak bana mantıklı geldi. Hayatımda neler oluyordu, ne düşünüyordum, ne hissediyordum, nerede yaşıyordum gibi soruların tamamının cevabı bu kitapta aslında. Geriye dönüp baktığımda, sanki aile resimlerine bakar gibi yaşananları hemen hatırlıyorum, o sırada hayatımda bunlar oluyordu, ben burada yaşıyordum, o yüzden bunu yaptım diyebiliyorum. Üstelik sadece kişisel olarak da değil, kültürel olarak ve dünyada olup bitenleri de spesifik dönemler olarak hatırlamama yardımcı oluyor.

GQ: Şu an geriye dönüp baktığınızda farklı bir şekilde yorumladığınız koleksiyonunuz var mı?
TF: Açık konuşmam gerekirse - belki biraz fazla açık - nefret ettiğim bir çift var. O sebeple onların anısını kitaptan çıkardım. Bir kitapla sevmediğiniz şeylerden kurtulabilir, yapmaktan gurur duyduğunuz şeyleri anma imkanı bulabilirsiniz. Yani, bir an için de olsa düşündüm, gerçekten Terry Richardson'ın çektiği kadın modelin göğüsleri arasındaki parfüm şişesinin resimlerini eklemeli miyim? Ama sonunda evet, kesinlikle eklemeliydim! Çünkü o zamanlar benim için farklıydı. Biliyorsunuz, kültürel olarak yaptığımız, konuştuğumuz şeyler farklıydı, güzellik, çirkinlik algılarımız farklıydı. Tarihsel anlamda, en azından benim için bir tasarımcı olarak, bunları sansürlememek çok önemli.

Tom Ford GQ

Tom Ford / Alexei Hay


GQ: Erkek giyiminin Vicodin gibi olduğuna dair harika bir sözünüz var: “sıcak ve iyi hissettiren bir sarhoşluk... Kadın giyimi ise kokain çekmek gibi...” Başka bir deyişle, erkek giyim çok daha az değişirken, kadın giyimi hızla değişiyor ve kadınlar denemeyi daha çok seviyor. Son dönemde fark ediyorum ki erkekler aslında giderek daha fazla “kokain patlaması” tarzında alışveriş yapıyor ve bu şekilde giyinmeye de başladılar. Erkek giyiminde eskiden bahsettiğimiz “yavaş” değişimin giderek hızlandığını veya bir şekilde değiştiğini düşünüyor musunuz?
TF: Kesinlikle hızlandığını düşünüyorum. Bence kadın giyiminin hala - dramatik bir şekilde - gerisinde, çünkü nesiller boyunca muhtemelen kadınlara kültürümüz tarafından da öğretilen bu: Bir sezon giydiğini bir başka sezon giyemezsin. Dolabındaki her şeyi çöpe atmak zorundasın. O yüzden kadınlar radikal kararlar almakta erkeklerden çok daha rahat. Değişmeye başladığını düşünüyorum ama tam anlamıyla değişmesi zaman alacak. Şu anda moda topluluğu “kırmızı halı ünlüsü” dediğimiz kavram ile birlikte bir değişim geçiriyor. Bu aslında geçmişte de böyleydi Elvis’e ve kostümlerine bakın. Bence ünlüler gösterişli kıyafetlerle daha rahatlar. Tabii ki değişiyor ama tasarımda değişim süreci hala oldukça yavaş. En azından hissettirdiği bu. Biliyorsun, kendim için de bir şeyler dikiyorum, klasik terzilik hala yapıyoruz. Konu erkek giyimine geldiğinde - oldukça iddialı bir kelime, kullanmayı da tercih etmiyorum ama - köklerime hala bağlıyım. Erkek giyimi benim için klasik bir tarzdan oluşuyor. Ama dediğim gibi erkek giyiminin alışkanlıklarının da değişmeye başladığını düşünüyorum.


GQ: Terry Richardson tarafından çekilen parfüm reklamınıza geri dönersek, sizce gerçekten harika bir moda reklamını harika yapan nedir?
TF: Büyük sırrı açıklıyorum: Seni durdurmalı. Yani şunu demek istiyorum; Instagram’da postlar arasında geziyorsun ya da bir moda dergisini karıştırıyorsun. Mükemmel reklam seni bu göz atma, gezinme akışında durduran, durdurup düşünmeye itendir. Reklamı gördüğünüzde durup düşünüyorsanız “bunu sevdim, bunu sevmedim” diyebilecek kadar vakit ayırıyorsanız başarmışız demektir. Olay benim için bu. Bu yüzden parfüm şişesini kadınların göğüslerinin arasına koydum. Şunu demek istiyorum; bir erkeğin bir kadınla gözlerinin içine bakmadan konuştuğunu kaç kez gördün? Öyleyse ürünü insanların bakacağı yere koymalıydım! Kendi markamdan bir kot giyiyorum. Tam kasık kısmının ucunda küçük bir işlemeli “TF” logosu var. Yani logoyu birinin bakacağı bir yere koymak istiyorum. Kabul etmek istemesek de herkes herkesin kasıklarına bakar. Erkekler de bakar, çünkü görmek isterler: büyük mü, küçük mü... Kadınlar da tabii ki bakar. Yani, logoyu insanların bakacağı yere koymayı önemsiyorum.

GQ: Güzel bir noktaya değindin. Aslında şimdi oldukça popüler de olan bir logomania - logo enflasyonuna - ihtiyacımız yok: En önemli yerde güçlü bir logoya ihtiyacımız var.
TF: Aslında klasik olarak insanların kalçalarına koyuyoruz logoları. Bir jean giydiğinizde, insanlar diğer insanların kalçasına bakarlar. Levi’s’ın sonsuza dek logosunu konumlayacağı yer orası.

GQ: Birazcık hedonist bir ruhla, kıyafetlerinizi insanların neden takıntılı bir şekilde satın aldığını merak ediyorum. İnsanlar tişörtlerinizden koleksiyon yapıyor, Jay-Z takım elbiselerinizin gücü hakkında rap yapıyor. Hatta bir keresinde Paris'te her hafta Tom Ford’dan yeni bir iç çamaşırı aldığını söyleyen birine rastladım. Bu, kıyafetlerinizin tasarımıyla geliştirmeye çalıştığınız bir şey mi?
TF: Paris’te karşılaştığın kişinin çamaşırları sadece bir hafta giymediğini umuyorum! Sonuçta çamaşır makineleri var! Yine de ondan baya etkilendim, tekrar karşılaşırsan bizi de tanıştır... Evet, tasarım yaparken takıntılıyım. Çok titizim belki... Ama aşkla işini yapan kim takıntılı değil ki? Bunu daha önce de söyledim ama doğru: Bir şey tasarlarken heyecanlandığınızda, aynı heyecanı ürüne de kazandırabileceğinizi düşünüyorum. İnsanların tasarımlarımı gördüklerinde veya giydiklerinde aynı heyecanı hissetmelerini istiyorum. İnsanları durdurmasını ve tamam belki biraz iddialı olacak ama “Bunu istiyorum, buna ihtiyacım var” demelerini istiyorum. Ayrıntılara, şekle, kesime ve renge takıntılıyım. Bu yüzden Parisli arkadaşımızın haftada bir çamaşır almasına sevindim. Yeni çamaşırı giydiğinde diğerlerini atıyor mu? Çok merak ediyorum...

GQ: Kulağa gerçekten hedonistçe geliyor ama bir yandan da aslında yeterince hedonist değil.
TF: Yani bilemiyorum... Galiba bir seferde yedi tane almak ve sonra da çamaşırları yıkamak çok daha kolay...

GQ: Cazibeye gerçekten inanan, filmlerinizden reklamlarınıza ve kıyafetlerinize kadar bunu işinizin merkezine koyan az sayıda tasarımcıdan birisiniz. Bu “cazibe" kelimesi sizin için ne anlam ifade ediyor ve Amerikan moda endüstrisinde bu kavramı daha çok görmüyoruz?
TF: Bu benim için cevaplaması zor bir soru... Çünkü bu bahsettiğimiz şey aslında “cazibe” değil, sadece görünüşlerini sevdiğim gibi tasarlamaya çalışıyorum. Yani tasarladığım şeylere bakmaktan zevk almalıyım. Bilmiyorum, zaman zaman üstüne düşünüyorum, belki de ailemden gelen bir şey. Biz çocukken seyahat ettiğimizde güzel kıyafetler giyerdik. Hatta bir keresinde henüz küçükken bir ceket giyip uçağa binmiştim. Evinizden dışarı yani dış dünyaya çıktığınızda, etrafınızın bir parçası olmaya başlıyorsunuz. Güzel bir binaya ya da bir müzeye veya bir sanat eserine, bir grup insana baktığınızda karşınızdaki “o şeye” güzel görünmek diğer insanlara bir saygı göstermenin en güzel yolu benim için. Onlar da sizin görsel manzaranızın bir parçası. Bu yüzden, insanların ne hissettiklerini - nelerden hoşlanıp hoşlanmadıklarına bağlı olarak - en iyi benliklerini sunmak için zaman ve enerji harcadıklarında mutlu oluyorum. Sanırım insanlar buna “cazibe” diyor. İnsanlara, iç mekanlara, binalara şık ve kaygan bir görünüm kazandırmayı seviyorum. Bu yüzden birçok insan buna sihir diyor. Benim için ise oldukça basit: Bakması hoşuma giden şeyleri tasarlamayı da seviyorum.


GQ: Alessandro [Michele] ile olan dostluk ilişkinizi ve birbirinizle çok samimi olduğunuzu okumak beni çok etkiledi. Hatta Sonbahar 2021 koleksiyonunda sizin Gucci döneminizden birkaç parçayı yeniden yorumladı...
TF: Evet, ben de çok mutlu oldum.

GQ: Siz Gucci’deyken yaptığınız tasarımlar, pek çok insan için, hayatta olmayanlar da dahil, (mesela o kırmızı kadife smokin gibi) çok ikonik. Bazı tasarımların ve özellikle de bahsettiğim o tasarımın neden bu kadar ikonik olduğuyla ilgili ne düşündüğünüzü merak ediyorum.
TF: Galiba yaşımdan! (Gülüyor.) Bence ne zaman spesifik bir zamanda spesifik bir şey yaparsan - ki amacım da bu, ait olduğum dönemin bir parçası olmak - ve sonra o zamana tekrar geri dönüp bakan insanları görecek kadar uzun yaşarsan ya da kafalarında senin o dönemine ilişkin bir imajla büyüyen insanları görürsen onların hayatlarında güzellik algılarının bir parçası olursun. Bunu yaptığı için Alessandro'yu sevdiğimi de söylemeliyim. Evet, biz çok yakın arkadaşız. Hatta bu sabah buluşalım mı diye mesaj attı. Bir Gucci etkinliği için Los Angeles'a geliyor. Çok hoş biri, harika bir iş çıkardı. Yaptığı şeylerin çoğunun benim yaptığımdan çok farklı olduğunu da söylemeliyim.

Kitapta Gucci'den ayrılmanın benim için zor bir süreç olduğundan bahsettim. Hatta yıllarca, bu ayrılığın hüznünü kalbimin bir köşesinde hissettim. Alessandro kendi tarzı ve zevki ile bunu tekrar tersine çevirdiğinde kendimi tekrar iyi hissetmeye başladım. Alessandro'yu çok seviyorum. O dönemki tasarımlarımın birçok insan için ikonik olmasından memnunum. Sanırım bu, - tabii ben böyle umuyorum da diyebiliriz - o anı doğru zamanda yakaladığım anlamına geliyor.

GQ: Adam Driver ve Lady Gaga’nın oynadığı yeni Gucci filmini izlemeyi düşünüyor musun?
TF: Şaka mı yapıyorsun? Tabii ki!!! Hatta küçük bir sır: Ön gösterim için sıramı bekliyorum. Senaryo son haline gelmeden önce okuma şansım oldu. Tabii ki filmin senaryosunu gerçek hayatta gerçekten yaşamış biri olarak, filmde bazı şeylerin abartıldığını söylemek zorundayım. Bu da normal... Filmin kurgusu dramatik olmalı... Gerçek hayat, gerçek karakterler filmlerdeki kadar çekici olmuyor. O filmi ben yapsaydım muhtemelen ben de aynı şeyi yapardım. “Sihir” seviyesini biraz yükseltirdim. Filmi izlemek için sabırsızlanıyorum.

GQ: Gucci’deki döneminize ilişkin bir film yapar mıydınız?
TF: Hayır, hayır... Kesinlikle hayır. Hiç ilgim yok, çünkü zaten o dönemi birebir yaşadım.

GQ: Amerikan modası hakkında biraz daha genel konuşmak istiyorum. 2019'da CFDA'nın başkanı olduğunuzda, itibarınızı artırmak istediğinizden bahsetmiştiniz. Met Gala, Eylül’deki New York Moda Haftası'nın inanılmaz enerjisi bu etkinin daha geniş bir şekilde tanınması anlamına geliyor gibi görünüyor. Amerikan tarzı kompleks bir yapı... Bir yandan ortada bir tarz var fakat bir yandan da endüstrinin aşamadığı bir aşağılık kompleksi var gibi hissediliyor. Amerikan modasının durumu, kimliği hakkında ne düşünüyorsunuz? CFDA'da kendiniz için belirlediğiniz hedeflere ulaşmaya başladığınızı hissediyor musunuz?
TF: Öyle olduğunu umuyorum. Bu sezon çok fazla gösteriye katılamadım ama kaç kişinin izlediğini görmek beni heyecanlandırdı. Ne yazık ki pandemi yüzünden Avrupa'da şovlarını gösterme fırsatı bulamadılar. Defilesini Paris'te yapan bazı Amerikalıların New York'ta kalmaya devam edeceğini umuyorum! Hatta kalmalarını istiyorum ve kalmaları için çalışacağım diyebilirim. Asıl amacım ise Amerikan modasının uluslararası alanda daha fazla tanınmasına yardımcı olmak.

Amerika'da dünyanın geri kalanı hakkında haber bulmak çok zor. Biz kültür olarak çok içe dönüğüz ve izoleyiz. Hatta iddialı olacağım ama Amerika şimdiye kadarki en izole yer diyebilirim. İster Cumhuriyetçi olun ve Fox News izleyin ister bir Demokrat olun ve CNN veya MSNBC izleyin, sadece “Amerika, Amerika, Amerika” dendiğini duyacaksınız. Ülke dışında neler olduğu hakkında hiçbir fikrimiz yok. Bunu utanarak söylüyorum. Amerikan modasının dünyada giderek daha bilinir hale gelmesi için, Amerikalı tasarımcıların -tüm Amerikalıların da yapması gerektiği gibi aslında- Amerika'nın dışına bakmaları gerektiğini düşünüyorum. Bence işin sırrı da burada. Avrupalı editörlerin ve Avrupa moda endüstrisindeki insanların Amerika'ya seyahat etmeleri ve burada yepyeni bir dünya olduğunu görmeleri gerekiyor çünkü bu sezon New York Moda Haftası'nda kesinlikle bir canlanma yaşandı. Umuyorum böyle de devam eder. Amerikalılar’a Amerika dışında da bir dünya olduğundan nasıl bahsetmem gerektiğiyle ilgili ise ne yazık ki hiçbir fikrim yok... (Gülüyor.)

Jennifer Lopez Tom Ford

Jennifer Lopez / Getty Images


GQ: Ünlülerin her zaman Amerikan tarzı ve Amerikan modası için büyük bir etkisi olduğunun özellikle altını çiziyorsunuz. Ünlülerdeki zevkinizi nasıl tanımlarsınız?
TF: Ünlülerdeki zevkim mi? Bu soru biraz şaşırttı beni... Genel olarak ünlüleri seviyorum çünkü modadan daha doğrusu yeni şeyler denemekten korkmuyorlar. Modaya ihtiyaçları olduğunun farkındalar. Kırmızı halıda yürürken dikkat çekmeye ihtiyaçları olduğunun bilincindeler. Bu sebeple de büyük riskler almaktan çekinmiyorlar. Benim tasarımlarımı giyen bir ünlü görmek tabii ki harika hissettiriyor. Stilistler hakkında bir sorunuz var mı?

GQ: Tabii ki var. Stilistler şu an Hollywood’da oldukça güçlü bir konumdalar. Bu yeni “fenomenlerin" gücü hakkında ne düşünüyorsunuz?
TF: O zaman itiraf ediyorum. Biraz daha az güçlü olmalarını isterdim. Yetmişlerde bir dönem vardı mesela, ünlülerin stilistleri olmadan önceki dönem, eski Oscar resimlerine bakarsanız da o dönemi görebilirsiniz... O zamanlar insanlar çok daha fazla risk alıyordu.. Kırmızı halıda harika şeyler oluyordu. Fazla güçlü bir stilistle işler biraz homojenleşebiliyor. Stilistin tasarımdan beklediği kazanç ve ünlünün giymek istediği tasarım birbiri içine geçebiliyor. Sanırım en sevdiğim ünlüler gerçekten ne giymek istediğini bilen, kendini tanıyan ünlüler diyebilirim. Eğer bir stilistle çalışıyorlarsa, genelde bir kıyafeti giymek ya da giymemek için onu öne sürüyorlar. Tabii ki kendi tarzlarına sahip olan ünlüler de var. Benim de en sevdiklerim onlar!

GQ: Son soru olarak; hep yaptığınız bu süper küçük moda şovlarını gerçekten seviyor musunuz?
TF: Ben samimiyeti, yakınlığı, sıcaklığı seviyorum. Biliyorsun, hatta bu konuda oldukça “old- school” -eski kafalıyım. Benim için bir podyum ve bir spot ışığı koleksiyonu göstermek için yeterli. Seyircinin gerçekten sadece tasarımları görmesini istiyorum. Defiledeki diğer şeylerle dikkatleri dağılmamalı. Bugünün trendinin çevrenin de kıyafetler kadar hatta bazen daha önemli olduğu yönünde olduğunun farkındayım. Modelleri; koreografisi yapılmış, en ince ayrıntısına kadar düşünülmüş bir sahnede görmek iyi fotoğraflar da çıkartıyor. Yalan söylemeyeceğim. Ancak iyi fotoğraflar çekmek uğruna bu çevreyi, şovu, koreografiyi yaratırken, podyumdaki kıyafetleri izlerken edindiğimizin deneyimin yoğunluğunun eksildiğini hissediyorum. Dikkatimiz çevreyle dağılıyor, kıyafetlere odaklanamıyoruz. Ama bu tabii ki çok kişisel bir yorum. Ben kıyafetleri görmeyi ve sadece kıyafetlere odaklanmayı seviyorum. İnsanların tasarımlarıma yakın olmalarını ve kıyafetler dışında hiçbir şey tarafından dikkatlerinin dağılmamasını istiyorum. Bu az önce de dediğim gibi oldukça kişisel bir tercih.
 

İZLE
Dilara Gönder & Caner Cindoruk kamera arkası
İlgili Başlıklar
Daha Fazlası