Bu yazı The Penguin dizisi hakkında spoiler içeriyor!
İşte size bir challenge: Amerikan doğu yakası aksanıyla konuşan bir TV gangsterini izleyin ve bunu yaparken Tony Soprano’yu düşünmeyin. Bu, oldukça zor. Colin Farrell da bunu biliyor. Farrell, yeni HBO dizisi The Penguin’de (Birleşik Krallık’ta Sky Atlantic’te) baş kahramanı canlandırıyor. Bu dizi, Matt Reeves’in Robert Pattinson’lı The Batman filminden türetilmiş ve odağını sürekli Batman’e sorun çıkaran Oz Cobb’a, yani The Penguin’e kaydırmış durumda. Farrell, dizinin galasında AFP’ye verdiği röportajda, bu rol için “doğu yakası gangster dünyası hakkında okuduğum ya da izlediğim her şeyden” esinlendiğini ancak The Sopranos’u tekrar izlemekten kaçındığını söyledi: “Bu beni çok etkilerdi,” dedi.
Bu tercihini anlamak zor değil. Oz, James Gandolfini'nin ikonik performansıyla hayat bulan Tony Soprano karakteriyle çok ortak noktaya sahip: benzer bir aksan, mafya yaşamı, vazgeçemediği bir iş ahlakı, annesiyle sorunlu bir ilişki ve şehrindeki “eski güzel suç günleri”ne duyduğu özlem… Paralellikler dikkat çekiyor: Digital Spy, The Penguin için “farkında olmadığımız bir ruhani Sopranos devamı” ifadesini kullanırken, Evening Standard, The Independent ve The Hollywood Reporter gibi yayınlar da benzer bir benzetme yapıyor. O halde şunu düşünmekte fayda var: The Penguin, gerçekten ne kadar The Sopranos’a benziyor?
Mekan açısından oldukça fazla benziyor denebilir. Batman evreninde geçmesine rağmen, insanların kullandığı uyuşturucu türleri ve Arkham Asylum’da geçen hafifçe karikatürize edilmiş bir sahne dışında, The Penguin günümüz New York ya da New Jersey’sinde geçiyor hissi veriyor. Dizi, İtalyan soyadları, İtalyanca küfürleri, pomadlı saçları, karmaşık aile ağları ve gece kulüplerinde ya da benzeri mekanlarda yapılan toplantılarıyla Sopranos tarzı bir mafya gerçekçiliğine sahip.
Oz ve Tony Soprano ayrıca hassas bir yan taşıyor. The Sopranos’ta bu özellik Tony’nin terapi seanslarında öne çıkarken, The Penguin’de Oz’un çok sevdiği annesini ziyaretlerinde kendini gösteriyor. Hem Oz hem de Tony, zor ama sevdikleri, baktıkları ve hatta dans ettikleri anneleriyle karmaşık ilişkiler sürdürüyor. Ancak The Penguin’de, Oz’un eve yaptığı ziyaretler biraz daha endişeli, biraz daha hassas. Tony mutfakta annesiyle arada sırada dans edebilirken, Oz, kardeşlerinin ölümünün ardından annesini derin bir depresyondan çıkarabilmek için onu dışarıya çıkardığını içtenlikle anımsıyor.
Elbette, en çok merak edilen karşılaştırma kalite açısından: Sopranos kadar iyi mi? Şu ana kadar, henüz değil. Ancak aradaki fark büyük değil. Hikaye akıcı, dünya ve karakterler detaylı bir şekilde inşa edilmiş; aksiyon dolu ve neyse ki pek çok süper kahraman dizisini rahatsız eden abartılı duygu yüklü sahneler ve uzun açıklamalar yok. Cristin Milioti, Oz’un belki müttefiki belki düşmanı olan Sofia Falcone rolünde olağanüstü bir performans sergiliyor ve Farrell’ı bile gölgede bırakıyor. Farrell’ın karakteri başarıyla canlandırdığı düşünüldüğünde, bu azımsanacak bir şey değil.
Oz’un ahlaki ve kişisel karmaşıklığı dizinin başarısının temelini oluşturuyor. Prestijli bir HBO suç dramasının herhangi bir harika anti-kahramanı gibi, o da gri alanda gizleniyor. Suç dünyasındaki varlığı onu “kötü adam” kategorisine yerleştiriyor, ancak Tony Soprano gibi o kategoriye tam anlamıyla sığmıyor.
Peki, gerçekten o kadar etkileyici bir karakter mi? Onun amaçları biraz daha tekil ve açık; suça dair günlük ayrıntıları Tony’nin Sopranos’ta yaptığı gibi zarif bir şekilde işleyemiyoruz. Yani… henüz değil. Ancak bu, daha ileriye dönük bir mesele olabilir.
BU İÇERİK İLK OLARAK BRITISH GQ WEB SİTESİNDE YAYINLANMIŞTIR.