Yeni Neslin Aidiyet Üsleri This is Not a Pop-Up
Yeme-İçme

Yeni Neslin Aidiyet Üsleri

Hikâyeyi kim yazıyor, kim yaşıyor? Bildiğimiz bir şey var ki, artık her ikisi de aynı mekânda buluşuyor.

Yalnızlık çağında yaşıyoruz. Ama hiç olmadığı kadar “bir aradayız.” Kalabalıkların içinde görünmez, siyah ekranların ardında kopuk; ama bir o kadar da bağlı… Tam da bu ara bölgedeki anlam arayışında, insanlar yeni bir yere yöneliyor: Hikâyelere. Ya da daha doğrusu, o hikâyelerin yaşandığı, hissedildiği, paylaşıldığı yerlere.

Kuşaklar değiştikçe günlük yaşama hareket katan kavramlar da yeni manâlar kazanıyor. “Community” yani Türkçe’siyle “topluluk” kelimesi uzun bir süredir hayatımızın içinde; ama o bildiğimiz anlamıyla değil. O artık klasik bir sivil toplum terimi ya da samimiyeti vurgulamaya çabalayan bir pazarlama klişesi olmaktan çok, şehir hayatının yeni nesil kodlarından biri. Bu kodun adresleri de var; ama yine de koordinatlarla değil, duyguyla tarif ediliyorlar. Çünkü bugün topluluk dediğimiz şey, aynı duygusal frekansta titreşen insanların buluştuğu bir alan. Fikrin, estetiğin ve bazen de yalnızca ortak bir sessizliğin çevresinde kurulan yeni bağlar... O bağlar bazen bir kafe masasında, bazen bir sergi açılışında ya da bir restoranın loş ışığında beliriyor. Mekânlar artık sadece bir akşam vakti öylesine uğradığınız alelade bir yerden ibaret değil. Yaşayan bir bağı temsil ediyorlar aslında. 

Kent folklorü yeniden yazılıyor aidiyetin bu yeni üslerinde. İlk bakışta hepsi normal birer işletme gibi görünüyor: Kimi zaman bir fine dining restoranı, kimi zaman bir gece kulubü, kimi zaman da müdavimi olduğunuz küçük bir kafe. Ama aslında hepsi kendi mahallesinin ritmini tutan, kolektif bir hafızanın, sessizce inşa edilen bir anlatının taşıyıcısı. İçeri adımınızı attığınızda yalnızca bir ambiyansa değil, bir düşünceye, bir duyguya da ortak olduğunuzu hissediyorsunuz. Belki hiç tanımadığınız insanlarla aynı lezzette buluşuyor, aynı çatının parçası oluyorsunuz. Bir nevi yeni nesil “müdavimcilik” de diyebiliriz. 

Ortak payda ise monochrome line art tasarım diliyle ortaya çıkarılan bir “flyer”la başlayıp bir kültüre dönüşen organizasyonlar. İçeride kimse “müşteri” değil; herkes ya davetli ya da bir tanıdığın tanıdığı. İsimlerini duymuşsunuzdur; hatta belki de onların birer parçasısınız siz de. Söz konusu mekânlarda partiler yalnızca eğlenmek için değil, tanışmak için de düzenleniyor. İşte “community building” dediğimiz şey tam da burada hayat buluyor: Bir mekânın etrafında şekillenen, zamanla mekândan bile büyük hale gelen kolektif bir ruh. Bu partiler, sergiler, imza günleri ve söyleşiler aslında şehrin hızına karşı eyleme geçen bilinçli bir yavaşlama ritüeli. 

“Akşam neredeyiz?” sorusunun hızlı bir yanıtı bu mekânların bir kısmıyla bir araya geldik, yeni nesil müdavimcilik üzerine sohbet ettik. Buralarda “müşteri” yok, ortak bir hikâyenin parçası olan katılımcılar var. Mesele birlikte olmak değil, birlikte bir anlam üretmek. Sosyal piller bitene kadar. 

This is Not a Pop-up

Yeni Neslin Aidiyet Üsleri

“Markalar için burası klasik bir iş birliği alanından çok daha fazlası: toplulukla doğrudan ve samimi ilişki kurabilecekleri, tüketiciye “müşteri” gibi değil, aynı hikâyeye ortak biri gibi yaklaşabilecekleri bir bağlam sunuyoruz.”

Şehrin en yenisi This is Not a Pop-Up, her etkinliğin, her markanın ve her kimliğin kendinden bir parça bulabileceği esnek bir “buluşma zemini”. Kendi deyimleriyle “yeni nesil karşılaşma mekânı”. Tersane’nin içinde yer almasına rağmen tam olarak bir mekândan da sayılmıyor; kendi sınırlarını çizmiyor, isteyen herkesin dahil olabildiği, şehirde eksikliği hissedilen o “açık kapı” ihtiyacını karşılıyor. Bu yönüyle yeni ve ferah bir nefes oldu bize. Her etkinliğin kendi ruhunu kattığı, kendi kitlesini alana taşıdığı, yani farklı disiplinlerden yaratıcıların ve markaların bir araya geldiği esnek bir platform olarak tasarlanmış burası. Burada zaman, hızlı tempoya inat samimiyetle yavaşlıyor. “Pop-up” kısa süreli etkinlikleri betimlemek için kullanılan bir terimdir ya hani, adından da anlaşılacağı üzere bu alan bu anlayışı reddedip, kısa süreli eğlenceyi aynı anda birçok kez deneyimlemenize olanak sağlıyor: Gelin, en sevdiğiniz DJ set ile eğlenin, ister açık hava sinemasında o hep izlemek istediğiniz filmin içine dalın ister sadece sevdiğiniz ve tanıdığınız yüzlerle Haliç’in ferah esintisinin eşliğinde laflayın. Artık nasıl nefes almak istiyorsanız, serbestsiniz. Bu keyifli buluşma noktasının beyni Alican Ayyıldız’a göre This is Not a Pop-up’ın kısa sürede elde ettiği popülaritesinin sırrı, doğru kolektiflerle yapılan iş birlikleri, kararlı bir programlama dili, vizyona inanan bir ekip ve yaratıcı fikirlerin doğru şekilde hayata geçirilmesinde gizli. Burada iş birlikleri yalnızca görünürlük kazanmakla kalmıyor, anlam katmanları açısından da zenginleşiyor. Yani hem fiziksel hem de duygusal olarak bir buluşma noktası. Samimi ama kendini dayatmayan, dinamik ama yorucu olmayan, etkileyici ama abartısız bir enerji...

Härman

Yeni Neslin Aidiyet Üsleri

“Artık eğlence sadece gece kulüplerinde değil; sokakta, kahve dükkanlarında, müziğin ve sohbetin daha ‘gündelik’ bir zemine oturduğu alanlarda. Matcha gibi semboller bu dönüşümün merkezine oturuyor: Hem sağlıklı yaşamın hem de ‘COOL?’ bir topluluğun parçası olmanın göstergesi.”

Yüzyıllar önce de vardı bu yeşil içecek: Matcha. Yeni bir şey değil aslında. Şimdilerde Z kuşağının elinden düşmüyor, içeni çok. Ama burada içilen matcha o herkesin içtiğiyle aynı değil. Çünkü Härman, yalnızca matcha çayının yavan tadına lezzet katan o özgün tariflerini satmıyor, popülerliği biraz da bu yüzden. İki şubesi var: Biri Cihangir’de, diğeri de Akaretler’de. Türkiye’deki matcha latte’nin öncüsü. Dışarıdan bakan bir kafe görse de müdavimleri için orası başka bir şey. Mekân küçük, çevresi geniş. Kendi mahallesinin ritmini tutuyor. Tanıdığınız, bildiğiniz her zaman yok ama rastladıklarınız yabancı da değil. Günün her saatinde insanlar buraya hem çalışmaya hem denk gelmeye geliyor. Kimseyle konuşmadan saatlerce oturmak da mümkün, üç masa öteden tanıdığın biriyle göz göze gelmek de. Burada denk gelmek, davet edilmekten daha kıymetli. Çalışmak için gelen de var, oyalandığını çaktırmadan oyalanan da. Üçüncü nesil kahvecilerin steril hâllerinden sıkılanların alternatifi. Özellikle genç kuşak, burayı kendi çevresine dönüştürmeyi seviyor. 

Haftada bir uğrayan da her gün takılan da aynı düzlemde yani. Popülerliği biraz da işte bu denk gelme ihtimaliyle ilgili. Sokak partisi var, workshop var, bazen de sadece o küçük masalar var. Aynı zamanda bir tasarım stüdyosu. Şehirdeki “all in one” adreslerden birisi olan Härman’a göre, “community” dediğimiz bu organik yapı, aslında bir aidiyet arayışından besleniyor. Kalabalıklar içinde yalnızlaşan bireyler, kendilerini spontane ama tamamen bağlı olmadıkları bir yere ait hissetmek istiyorlar. Onlar da bu isteği karşılıyor işte. Ustalıkla yapıyorlar bunu. Artık eğlence dediğimiz gece hayatıyla sınırlı kalan bir eylem değil ki; sokakta, kahve dükkanlarında, kısacası müzik ve topluluğun bir araya gelebildiği her yerde yaşanabiliyor. Matcha biraz da bu işin hem eşlikçisi hem bahanesi. “Community” lafı telaffuz edilmiyor – zaten gerek de yok; burası kendi topluluğunu sessizce kurdu bile. Samimi ama müdahil değil. Cool ama kasmıyor. Bu yüzden de cool kalıyor. 

Wu Bomonti

Yeni Neslin Aidiyet Üsleri

Açık mutfaklı, geniş avlulu yaz-kış eğlencenin dibine vurabileceğiniz, enerjisi çok yüksek bir mekânda şimdi sıra. Yola çıktığında gündüzleri sushi bardı - şimdi menüsü biraz değişti, geceleriyse masayı sandalyeyi toparlayıp açtığı geniş alanıyla tam bir ev partisi havası sunan, zamanın nasıl akıp gittiğini fark edemediğiniz ama bolca anı biriktirdiğiniz büyülü bir yer Wu Bomonti. Biz kısaca “Wu” diyoruz. Haftalık DJ setleriyle House’tan Deep House’a, arada techno’nun sert vuruşlarına kadar uzanan bir müzik yelpazesi sunuyor; hatta şimdi “Pazar Rakısı” diye bir konsepti de var. Her telden çalabiliyorsunuz burada. Canlı, dinamik ve samimi bir topluluğun kalbi. Burada eğlence, kurallara bağlı kalmak değil; anı yakalamak, birlikte akmak ve kendini bulmak demek. Sosyal medya hesabında eğlencenin dibine vurduğunuz bir anda yakalanan fotoğrafınıza da rastlamanız mümkün üstelik. O kadar size ait bir yer. İstanbul’un kozmopolit dokusuna ayak uyduran, farklı kültürleri de birleştirebilen eğlence anlayışıyla kendi topluluğunu kucaklıyor, yeni neslin enerjisini özgün üslubuyla hep taze kılabiliyor. 

Tavern

Yeni Neslin Aidiyet Üsleri

Tavern, Beyoğlu’nun loş aydınlatmalarının içinde, sanki başından beri hep oradaymış gibi bir duruşla karşılıyor sizi ilk bakışta. İddiasız, ama içeri adım attığınızda kendinizi yükselen temponun ortasında bulduğunuzu hissediyorsunuz yavaş yavaş. Adıyla tezat bir modernlik taşıyor; ne bir meyhane ne de bir bar – geç vakitlerin o samimi mekânı işte. Tabelası sizi içeri buyur ediyor, içeride kendi aralarında yeni bir dil geliştirmiş bir topluluğun yağ gibi akan keyifli sohbetleri yankılanıyor. Kimse gösteri peşinde değil, herkes orada var olmaya gönüllü. Bazen DJ kabininden sürükleyici bir elektronik set geliyor, bazen bir vokal kesiyor geceyi. En dikkat çeken şey ise oraya gelenlerin birbirini tanıyor olması değil, tanımamasına rağmen aynı enerjide buluşması. Şehrin yorgun ama kendinden vazgeçmemiş ruhlarına özel ayrılmış gizli, sosyal bir mabed. 

Beca

Yeni Neslin Aidiyet Üsleri

Akat Mah. Yeşim Sok. No:3. “Community building”in kelime anlamı Beca. Mahallenin en eskisi. Sabah bir kahve bir bagel, akşam kokteyl olarak artık ne alırsanız, o. Açık mutfaklı, sade bir iç mekân tasarımı var ama bir o kadar da iddialı. Açık büfesinde birbirinden lezzetli, gün tabağı hazırlayabileceğiniz modern atıştırmalıklar da var, uzun sofrası da. Mevsim ne diyorsa, sofra da ona göre kuruluyor. “Beca Lunch Club”, “Kids Club”, çiçek buketleri tasarladığınız sevimli bir workshop, akşama uzanan samimi sohbetler... Her etkinlik size bir şeyler katmaya yemin etmiş gibi ama zorlama yok, tanıdığınız yüzlerle tesadüfen orada karşılaşmışsınız gibi. Tam bir “local hangout” mekânı. Burada zaman menüyle birlikte akıyor. Menüden kasıt, dostlarla bir araya geldiğiniz bir öğlen buluşması da olabilir; DJ setinin eşlik ettiği bir gece eğlencesi de. Benzer ruh hâlindeki insanların aynı alanda iyi vakit geçirdiği misafirperver yaklaşımı, onu şehrin öncüsü haline getirdi. Kozmopolit yaşamın hızlı ama sıkışık temposunda insanların hem sosyal becerilerini yeniden keşfedebileceği hem de günün sonunda deşarj olabildiği yeni bir “ev hali” olarak denendi, sevildi, müdavimi olundu. “Bu olay iyiymiş ya,” dedirtti; haliyle izinden giden de çok oldu. 

Mezkla

Yeni Neslin Aidiyet Üsleri

“Aynı ya da benzer bir geçmişe sahip insanların bir araya geldiği, sosyalleşebileceği bir zemin oluştu burada. Bu da zamanla ‘kolektif arkadaş çevresi’ gibi bir oluşuma dönüştü; bir tür aidiyet üssüne evrildi. İnsanlar kendilerini burada güvende hissediyorlar ve bunu bilmek çok güzel.”

Etiler’in en yenisi, pembeler içinde feminen (seksist söylemimi mazur görün çünkü onlar da mekânlarını böyle tanımlıyorlar) ve stil sahibi, şirin bir fine dining restoranı Mezkla. Aslında başlangıçta “community building” amacıyla yola çıkmadıklarını belirtiyorlar; zamanla kendi içinde büyüyen organik bir topluluğa dönüşüyor. Bunun sırrının da hem mekânın o kendine has ilgi çeken konseptinden mütevellit hissedilen enerjisine hem de renkli tabaklarda Türk ve Meksika mutfağını birleştiren o alışılmışın dışındaki lezzetleri keşfetmenin heyecanında saklı olduğunu düşünüyorlar. Zaten “Mezkla” nın kelime anlamı da “karışım”. İspanyolca’daki “mezcla” kelimesinden ilham alıyor; gerçekten de mahallesinin çeşitli eğlence anlayışlarını bir araya toplayan yeni bir topluluk yuvası olarak karşımıza çıkıyor. Yemekler, müzikler, iç mekânın canlı renkleri ve üst kattaki speakeasy dans alanı, şehrin farklı köşelerinden insanları kendine çekiyor; kimi zaman popüler, kimi zaman alternatif müziklerle, herkesin kendini evinde hissetmesini sağlıyor. İlginçtir ki, buraya gelenlerin çoğunluğu kadınlardan oluşuyor, bu da onlara göre, mekânın samimiyetini ve güven veren havasını gösteren bir detay. İnsanlar bu pembe mabede sadece yemek yemeye değil, bir aidiyet duygusu bulmaya geliyor; burası artık sosyalleşmenin, ortak bir kültürün ve “kolektif arkadaş çevresinin” adresi. Mezkla’nın adı gibi, burası farklı tatların, seslerin ve insanların buluştuğu bir harman noktası. Markalar içinse burası, sadece bir lezzet durağı değil, aynı zamanda yeni tatları, kültürleri ve trendleri deneyimleyen, şehir hayatında kendi yerini bulan kişilere ulaşmanın yeni kapısı. Etiler’in hızlı temposu içinde Mezkla, şehirde nefes aldıran bir alan; yeni deneyimlere açık, konforundan vazgeçmeyen ama aynı zamanda kendini biraz farklı hissetmek isteyenlerin buluşma noktası. Biz de seviyoruz. 

Kolektif House

Yeni Neslin Aidiyet Üsleri

Ofis konsepti sunan bir alan, nasıl kolektif buluşmaların yaşandığı hareketli bir topluluk yuvasına dönüştü? Kolektif House, şehirde “community building” anlayışını sunan mekânların öncülerinden. Sabah masasında çalışmaya gelen freelancer’ın, akşam konserinde vurulan indie ritmle karşılaştığı yer; ofisten öte, bir aidiyet alanı. Levent veya Şişhane’deki dört katlı yapısı, minimalist ama sıcak tasarımıyla (endüstriyel tuğla, ham demir, yeşil ofislerle) bir sahne kuruyor adeta. Burada “co-worker” ilişkisinden ilham alan Kolektif House, 7/24 açık, çay ve kahvenin sınırsız, oturumun bir eğitimle ya da brunch’la devam ettiği; bazen yoga, bazen jam session, bazen sohbet ortamında yeni fikirlerin filizlendiği bir ekosistem. Bireysellik yerini buluşmaya, kurumsallık yerini gerçekliğe, tüketim de yerini bir yandan üretime bırakıyor. Öyle bir hava hâkim. Kolektif House size ne müşteri ne de kullanıcı diyor; burada herkes “KoMember” yani, ortak. Gerçek aidiyet de böyle kuruluyor: Ortak bir masanın etrafında, buluşmalarda, ortak hikâyede.

Too Little Too Late

Yeni Neslin Aidiyet Üsleri

Karaköy’ün arka sokaklarındaki Too Little Too Late, adını pişmanlıktan alıyor gibi duyulsa da içeride yaşananlar bunun tam aksine oldukça kararlı: Burada geç kalınmış hiçbir şey yok, her şey tam zamanında, tam kararında. Mekân küçük, topluluğunu buluşturduğu alanı küçük değil. Too Little Too Late’in hostingini üstlendiği bir etkinliğe her yerde rastlayabilirsiniz, mesela. O küçük mekânın dışına taşan enerji, kendiliğinden gelişen “community” ruhunu iyice doyuruyor. Gelen herkesin bir hikâyeyi tamamlamak üzere orada bulunduğu hissi var; kimse rastgele uğramıyor. Mekân, “eğlenmek”ten çok daha fazlasını vadediyor: Bir anlam arayışını, ritim ortaklığını ve biraz da birlikte coşabilme halini... O küçük ama kalabalık dairenin içinde, hem üreticisiyle hem dinleyicisiyle birlikte yaşayan bir kültür ağı örülüyor.

İZLE
Denge 2025 Kapak Yıldızı Hakan Kurtaş
İLGİLİ İÇERİKLER
İlgili Başlıklar
Daha Fazlası