Anya Taylor-Joy’un en iyi film ve dizileri mercek altında
“Last Night in Soho”, “The Menu” ya da “Furiosa”: Henüz 30 yaşına bile gelmeden oyuncu Anya Taylor-Joy kayda değer bir filmografiye sahip. Onun beyazperde ve televizyondaki en güçlü performanslarını aşağıda detaylı olarak tanıtıyor ve nereden izlenebileceğini söylüyoruz.
Anya Taylor-Joy’un mutlaka izlenmesi gereken filmleri-dizileri
Bu sıralama için başlangıç noktası olarak, editörlerin görüşlerinin yanı sıra tüm film ve dizi eleştirilerini genel bir puanlamaya dönüştüren eleştirmen platformu Rotten Tomatoes kullanıldı. Ancak dikkat: Anya Taylor-Joy’un filmleri çoğu zaman hafif seyirlikler değil.
Anya Taylor-Joy’un henüz genç yaşta uluslararası çıkış yapmasını sağlayan bu gerçekten ürkütücü korku filmiyle yıldızı parladı: 1630’lu yılların Yeni İngilteresi’nde, dindar çiftçi William, eşi Katherine ve beş çocuğuyla birlikte karanlık bir ormanın kıyısına yerleşir. Ancak ortada huzurlu bir yaşamdan eser yoktur; olaylar hızla kontrolden çıkar: keçiler bir anda süt yerine kan vermeye başlar, hayvanlar kuduz gibi davranır, hasat vermez ve ardından çocuklardan biri aniden ortadan kaybolur. İki kardeş, en büyük abla Thomasin’i (Anya Taylor-Joy) cadılıkla suçladığında, ailenin birliği ciddi biçimde sınanır.
Robert Eggers, bu ilk yönetmenlik denemesiyle, özellikle sinsi ilerleyen korku öğeleri ve benzersiz atmosferiyle akıllarda yer eden, fanatik inanca dair düşündürücü bir yorum ortaya koyuyor.
Anya Taylor-Joy, “The Witch” filminde birlikte çalıştığı yönetmen Robert Eggers ile “The Northman”da bir kez daha bir araya geldi. Filmde mistik güçlere sahip olan köle Olga’yı canlandırıyor. Günün birinde sürgündeki Viking prensi Amleth (Alexander Skarsgård), onun bulunduğu köle gemisine getirildiğinde, Olga ona intikam planını hayata geçirmesinde yardım etmeyi teklif eder. Son derece sert ve vahşi sahneler içeren bu aksiyon destanı, Kuzey mitolojisinden ilham alıyor ve özellikle “Vikings” ya da “The Last Kingdom” dizilerinin hayranlarının ilgisini çekecek türden.
Aksiyon klasiği “Mad Max: Fury Road”un ön bölümü olan bu filmde Anya Taylor-Joy, genç özgürlük savaşçısı Imperator Furiosa rolünde Charlize Theron’un yerini alıyor. Furiosa, çocukken cennet gibi memleketinden kaçırılır ve kendisini, onu bir evcil hayvan gibi gören ve savaş seferlerine yanında götüren Dementus’un (Chris Hemsworth) esaretinde bulur. Ancak tüm gösterişi ve kendini beğenmişliği içinde zalim Dementus’un fark etmediği bir şey vardır: Kölesi, intikam arzusu ve bir gün evine dönme hayaliyle yanıp tutuşmaktadır.
“Furiosa” baştan sona adrenalin dolu ve yenilikçilik cesaretiyle öne çıkıyor: Anya Taylor-Joy, film boyunca uzun süreler boyunca hiç konuşmadan, sadece gözleriyle öfkesini ve acısını izleyiciye hissettiriyor.
Bunaltıcı, öngörülemez ve toplumsal eleştirilerle yüklü: Bu tarz gerilim filmlerini sevenler “The Menu”yu kesinlikle kaçırmamalı. Çokça konuşulan bu filmde, genç bir çift (Anya Taylor-Joy, Nicholas Hoult) uzak ve seçkin bir restorana davet edilir. Ancak ünlü şef Slowik’in (Ralph Fiennes) konukları için hazırladığı görkemli menü, tatsız ve kanlı sürprizler barındırmaktadır.
Çocukken çok yakın arkadaş olan Lily (Anya Taylor-Joy) ve Amanda (Olivia Cooke), yıllar süren sessizlikten sonra Connecticut’ta bir banliyöde yeniden bir araya gelir. Zamanla ikili, cinayet içeren bir plan yapar. “Thoroughbreds”, genç ve ayrıcalıklı insanların sorunlarını ele alan, oldukça sıra dışı ve rahatsız edici bir film; öyle ki bu sorunlar şiddetle patlak veriyor.
Jane Austen’in romanından uyarlanan bu yeni versiyonda Anya Taylor-Joy, zengin bir çöpçatan olan Emma Woodhouse’u canlandırıyor. Emma, özgüveninin, güzelliğinin ve toplumsal statüsünün fazlasıyla farkında ve hiçbir erkeğin kendisine denk olamayacağına inanıyor. Bu yüzden zamanını ve enerjisini başkalarının aşk hayatına adamayı tercih ediyor; özellikle yakın arkadaşı Harriet’in (Mia Goth) gönül işlerine yön vermeye çalışıyor. Ancak sonunda kendisi aşık olunca, bu kendinden emin ve gururlu genç kadın tamamen hazırlıksız yakalanıyor.
M. Night Shyamalan imzalı bu korku filmi, insan zihninin karanlık derinliklerine yapılan etkileyici bir yolculuk: Bir alışveriş merkezine yaptıkları gezide Casey (Anya Taylor-Joy), Claire (Haley Lu Richardson) ve Marcia (Jessica Sula) adlı üç arkadaş, bir adam tarafından bayıltılıp kaçırılır. Üç genç kız, izole bir yeraltı odasında kapalı tutulurken, onları kaçıran kişinin dissosiyatif kimlik bozukluğu yaşadığını dehşet içinde fark ederler: Adamın zihni, küçük bir çocuktan yaşlı bir kadına, bir psikopata kadar uzanan 24 farklı kişiliğe bölünmüştür. Özgürlüklerini geri kazanmakta kararlı olan kızlardan biri, bu karmaşık kişilikler içindeki katili zekasıyla alt etmeye çalışır.
Anya Taylor-Joy, cesur Casey rolüyle Londra Film Eleştirmenleri Birliği tarafından “En İyi Britanyalı Çıkış Yapan Oyuncu” dalında ödüle aday gösterildi. James McAvoy’un rol aldığı diğer ürkütücü filmleri de burada tanıtıyoruz.
Edgar Wright’ın zaman yolculuğu temalı psikolojik gerilim filmi, yalnızca oyuncu kadrosuyla (Anya Taylor-Joy, Thomasin McKenzie) değil, aynı zamanda 60’ların büyüleyici atmosferi ve zekice kurgulanmış finaliyle de hayranlık uyandırıyor. Filmin sonunda verilen kadınlar arası dayanışmaya dair güçlü mesaj ise onu daha da anlamlı kılıyor.
“Last Night in Soho”, rüyalarında gizemli bir şekilde 1960’lı yıllara yolculuk yapabilen, yükselmekte olan genç bir moda tasarımcısını (McKenzie) konu alıyor. Orada, büyüleyici bir şarkıcıyla (Taylor-Joy) karşılaşır. Ancak bu ışıltılı dünya göründüğü gibi değildir: Geçmişin rüyaları kısa süre içinde çatlamaya ve çok daha karanlık bir şeye dönüşmeye başlar.
Bu mini diziyle Anya Taylor-Joy’un ismi dünya çapında tanındı: Walter Tevis’in aynı adlı romanından uyarlanan yapım, yayınlandığı ilk ayda 62 milyon Netflix abonesi tarafından izlendi.
Dizi, 1950’li yıllarda dünyanın en iyi satranç oyuncusu olma hayalini kuran yetim Beth Harmon’un (Anya Taylor-Joy) hikayesini anlatıyor. Ancak bu olağanüstü yetenekli genç kadının önünde yalnızca cinsiyetine yönelik önyargılar değil, aynı zamanda ciddi psikolojik sorunlar da engel olarak duruyor.
Eleştirmenlere göre “Peaky Blinders”, yalnızca Anya Taylor-Joy’un en iyi dizilerinden biri değil, aynı zamanda Netflix’in en başarılı yapımlarından biri olarak kabul ediliyor. Bu tarihî suç dramasında, Thomas Shelby’nin (Cillian Murphy) ve onun Shelby klanının iki dünya savaşı arasındaki dönemde Birmingham’daki güç yükselişi konu ediliyor. Ancak Peaky Blinders çetesinin mafya yapısı içinde işler hiç de sorunsuz ilerlemiyor. Örgüt, liderinin arkasında tam anlamıyla birleşmiş değil ve gangsterlerin şehirdeki faaliyetlerini cezasız sürdürmeleri de pek kolay değil. Zira rakipler pusuda bekliyor ve yasaların eli de giderek uzanıyor. Anya Taylor-Joy, dizinin beşinci ve altıncı sezonlarında yer alıyor. Karakteri, Polly’nin uzun süredir kayıp olan oğlu Michael’ın (Finn Cole) eşi olarak karşımıza çıkıyor.
Zengin bir tüccarla evlenmesi, genç Nella Oortman’ın hayatını kökten değiştirir: Kocasıyla birlikte Amsterdam’a taşınır, ancak hareketli ticaret şehrine uyum sağlamakta zorlanır — üstelik eşinin sevgisini de henüz kazanamamıştır.
Üç bölümden oluşan bu mini dizi, görsel olarak adeta bir Vermeer tablosu gibi sahnelenmiş ve göz alıcı bir şekilde tasarlanmıştır. Zorlukların kalbi nasıl büyüttüğünü ve sevgiyi nasıl besleyebileceğini anlatan etkileyici bir hikâye sunar.
BU İÇERİK İLK OLARAK GQ GERMANY WEB SİTESİNDE YAYINLANMIŞTIR.