aktinin çoğu kalabalık setlerde geçerken, bir o kadar da yalnızlığına düşkünsün; “ben” mi “biz” mi?
Özel hayatımda çok yakın bir zamanda ‘Biz’ demeyi azalttım. Çünkü ‘ben’ olmayınca ‘biz’in bir anlamı kalmıyormuş, onu anladım. Ama eğer konu yaptığım iş ise, her zaman ‘biz’dir bu sorunun cevabı.
Herkesi dahil hissettiren, oyun arkadaşlarını ve ekibini arkada bırakmayan bir yaklaşımın var. Bunu çocukluğuna dayandırabilir miyiz? Nasıl “büyütüldün”?
Orta hâlli bir aileydik, babam çok çalışırdı. O dönemde iki çocuk birden büyütmek kolay değildi. Babam o kadar yoğunluğuna rağmen güler yüzünü bizden hiç eksik etmezdi. Gülmeyi babamdan öğrendim. Annem de evin gizli komutanı ama aynı zamanda benim meleğim; bütün duygusallığımı da annemden almışım.
Küçük yaşta çalışmaya başladım. Birçok işte çalıştım. Kendi paramı kazanmak, güçlü ve dolu bir çocukluk geçirmemi sağladı. Aslında hiçbir şeyin o kadar da zor ve uzak olmadığını küçük yaşta anlamıştım. Hayatım hakkında kararlarımı verebilmeye küçük yaşlarda başladım. Kısacası, çok şükür, herkesin birbirine saygı duyduğu bir ailede, sevgiyle büyütüldüm.
Ritüellerle aran nasıl? Var mıdır?
Tabii ki ritüellerim var, kendime ayırdığım zamanları çok seviyorum çünkü.
Sence oyunculuk his mi, içgüdü mü, reaksiyon mu, yoksa öğrenilen bir şey mi?
Bence oyunculuk bu saydıklarının hepsi ve daha fazlası; duygun/hissin olmazsa okuduğunu aktaramazsın, içgüdün olmazsa sıkıştığında aradığını bulamazsın. Reaksiyon, bu meslekte tiyatro sahnesindeki alkış demek benim için. Alkışı duyduğun an doyarsın. Yani reaksiyon yoksa huzur da yok.
Sorunun öğrenme kısmına gelirsek de, ben bir oyuncu olarak öğrenmenin sonunu göremiyorum.
Eylül itibarıyla gelecek Aytaç Şaşmaz rüzgarında hangi roller sana daha yakın? Karakterlere benzemekten ziyade, o karakterlerin neleri daha iyi yapmalarını, değiştirmelerini isterdin, hayalî olmasalardı?
Kaosun Anatomisi’ndeki Ozan karakteri, sevdiklerine zarar geldiğinde, sonunda ölüm dahi olsa korkmadan davasının peşinden gidebilen onurlu bir adam. Yaşadığı dönüşüm çok sert ve acı dolu. Ozan’a diyecek pek bir lafım yok. Yaşadıklarını yaşamak istemezdim sadece; bence kimse istemezdi.
Sevdiğim Sensin’deki karakterimin adı Erkan. Onun hayattaki yolu, ‘kurtarıcı olmak’. Kimin yükü kime fazla geliyorsa “Ver ben taşıyayım” demekten hiç çekinmez. Ona “Kendini bu kadar yorma, değmez. Bir gün anlayacaksın” derdim.
Mavi Kuş filmindeki Burak ise dansçı; sokak sanatçısı. Çağdaş dans yapıyor. Özgürlüğüne düşkün ve şahsına münhasır bir karakter. Onunla ortak özelliğimiz: İkimiz de bir gün uçmak istiyoruz! Burak’a bir tavsiye versem, “Kimsenin hayalini zamanından önce gerçekleştirme” derdim.
Lefter filminde Metin Oktay’ı canlandırdım. Çok güzel bir hikayenin içinde bir efsaneyi canlandırmak benim için keyifli ve heyecanlıydı. Gençliğine benzerliğim beni de çok şaşırtmıştı.
Bir rol için aldığın en büyük risk neydi?
Hatıran Yeter’deki Baha karakteri, küçük yaşta geçirdiği ateşli hastalık yüzünden sağır bir bireydi. En büyük risk bu karakteri canlandırmaktaydı, çünkü sağır bireylerin sesi olmak ve bilmeyen, farkındalığı olmayan insanlara onlar hakkında bir parça da olsa bilinç ve duyarlılık aşılama potansiyeli olan bir hikayeydi.
Sesimi kullanmadan işaret dilini kullanarak, sağır bireylerin sesi olabileceğimizi düşünüyordum. Bunun için de, iş başlamadan evvel günlük 6-8 saat işaret dili eğitimi aldım. Bunun yanında, hazırlık süreci dahil film çekim takvimi bitesiye kadar hayatımdaki kimseyle konuşmama kararı aldım. Çünkü ancak o zaman sağır bireylerin gözünden bakabileceğimi düşündüm.
Sette de bir tek yönetmen ile iletişime geçiyordum. Yönetmenimiz Ömer Hoca’nın bu yöndeki direktifi ve ekibin de işe olan saygısı ve inancı sayesinde oluştu bu ortam. Uzun bir dönem çevremdeki ve setteki kimseyle bire bir iletişime girmedim ve konuşmadım. Yaklaşık 3 aya yakın sürdü.
Kendimden bu kadar uzaklaşmak, film bittiğinde kendi hayatıma adapte olabilmek konusunda beni çok zorlamıştı.
Tiyatroyla tanışana kadar, yapmak istediğin şeyin şarkıcılık olması bize senle ilgili ne söylüyor? Ya da, şunu diyebilir miyiz? Yeteneğin vardı, bir şeyler üretmeyi seviyordun; fakat başka karakterleri oynamak, şarkı söyleyip müzik yazmaktan daha çekici geldi.
Şiirler yazıyordum, bunları seslendiriyordum kendimce. Şarkı söylemeyi çok seviyorum. Kendimi özgürce, kendimce ifade edebildiğim yerlerdi bunlar. Şan dersleri almaya, gitar çalmaya başlamıştım. Sonra bir gün, lise-1’de edebiyat öğretmenim Tülay Hoca tarafından tiyatro oyununa davet edildim ve lisenin ilk yıllarında tiyatroya başladım. Hazırlık süreci çok değerli ama sahneye çıktığım o ilk an, aslında daha önce aradığım hissin bu olduğunu anladım: ‘Bir aktör sahnede her şey olabilir.’
Kendi içsel savaşlarının yolunu açtığına inandığını söylemişsin. Şu anki en büyük savaşın nedir?
Aslında içsel savaşlar, hayatta verdiğimiz en gerçek ve sert kararlardan oluşuyor. Benim bahsettiğim savaş bu. Bazen gerçekler yanı başımızda durur ama göremeyiz, kabul etmekte zorlanırız. Şu anki en büyük savaşım, ‘yeni ben’ arayışımı tamamlayıp kendimi yeniden yenebilmek.
DEVAMI GQ TÜRKİYE BİZ/SİZ SAYISINDA RAFLARDA.