Siz seçebiliyor musunuz?
Yani bu kadar şey arasından.
Bu kadar hayat, bu kadar meslek, bu kadar yemek varken.
Bu yazı bile.
Burada hangi konuların konuşulacağı bir yana, burada yazdığım her kelime ve yan yana gelince oluşan cümleler mesela.
Tamam bunu yaparken her an öylesine, uzun uzadıya düşünmüyorum belki.
Ve siz de aynı şekilde:
Belirli bir işi yaparken her an onu nasıl yaptığınızı düşünmüyorsunuzdur, veya o işin gerektirdiği seçimler üzerinde her seferinde saatlerce durmuyorsunuzdur.
O seçimler inandığımız şey doğrultusunda, yıllardır hayattan biriktirdiklerinizle, veya sadece o anki o tanımlanamayan hisle kendi kendiliğinden oluyordur bazen.
Bazen yapıyoruz ve oluyor(bazen de olmuyor).
Ve umarım bu yazı ‘en olmayan’ olmaz.
Ya da olsun, konunun hakkını verelim.
‘’Seçtiğimizin cesaretinde’’ bukonu hakkında önemli bir tamlama.
Seçtiğimiz şeyin en iyisi olduğuna inandığımız için değil.
Ama bunu yapmayı seçmemizin arkasında durduğumuzdan.
Peki kullanmayı pek sevdiğimiz, seçim kavramıyla yakından alakalı olan ve bana kalırsa cesareti gerektiren
minimalizm
aslında ne demek?
Bu kavramın illa ki bir sürü tanımı var ama ben iki haftadır minimalizm üzerine yaptığım araştırmayı şöyle özetlerdim:
Gerektiği kadarını işin içine katan. Süslemeden, eklemeden sadece o işi yapmaya yetecek kadarıyla ilerlemek. Eklemek yerine çalışmayanları çıkararak azaltmak, azalmak.
Azalmak her zaman negatif değil, zira az olan, daha fazla konsantrasyonu da getirebiliyor yanında.
Seçtiğimizin cesaretinde dedik çünkü seçebilmek de kararlılık gerektiriyor.
Diğer yandan her seçim bir vazgeçiş de değildir belki, aksine sizi sizin için en iyi olana götüren özgürleştirici bir eylemdir.
Şef Fatih Tutak’ın AMANRUYA’da bir yemek tadımı organize ettiğini duydum.
Yalan yok. Onun ismini de hep duydum ama bir türlü ünlü şefin yemeklerini yiyememiştim.
Onun yemeklerini yiyenler, eleştirmenler, onun mutfağını, sanatını detaylıca yazıyorlar ama ben bu sefer meselenin özüne inmek istedim.
Onun yemeklerini tatmak yerine, o yemeklerin yapılmasını sağlayan süreci ve o sürecin ilk anını tatmak ve sizinle paylaşmak istedim.
Hazırladığı o minimal ama girift tabakların içindeki her bir sebze ve meyveye bakmak.
Bütüne tat veren tekil aktörleri konuşmak.
Her şeyin başladığı yere gitmek ve biraz minimalizmi araştırmak.
Hepimiz o meşhur gastronomik tabakları biliyoruz, belki tattık, tatmadıysak da uzaktan resimlerini gördük ve bunları yiyerek ben doyar mıyım sorunsalı illa ki kulağımıza çalındı. Ya da biz söyledik.
Dolayısıyla onunla bu yola çıkarken minimalizm konuşacağımı biliyordum ama konunun beni ‘seçim’ başlığına böylesine yakınlaştıracağını ve minimalizm’in seçimlerle bu kadar alakalı olduğunu bilmiyordum.
Beraber pazar alışverişini yapmak için Fatih Tutak ile Bodrum Ortakent pazarına gittik.
Biraz önce konuşmaya başladığımız üzere minimal duyulduğu gibi tam anlamıyla küçük anlamına gelmiyor ama ortak noktaları var.
Az olmak, gerektiği kadar olmak tanımlarıyla örtüştürülebilir.
Fatih Tutak ve ekibiyle arabaya binip pazara doğru giderken, pazarda ve pazar sonrasında ondan duyduklarım, öğrendiklerim aklıma gelenler ve araştırma bulgularımı listeliyorum:
Ya ben yanlış arabaya mı bindim. Pazara gidiyorduk sanıyorum. İşler bir anda ciddileşti. Fatih Tutak ve ekibi ellerinde sayfalarca detaylı bir liste, başlıyorlar malzemeleri saymaya. Pazara mı gidiyoruz, ameliyata mı gireceğiz şaşırıyorum. Çok detaylı bir ön hazırlık yapılmış. Her bir yemekte kullanılacak ürünün sahip olması gereken özellikler detaylı bir şekilde listelenmiş. Renginden sahip olması gereken olgunluğa kadar. Sanırım bu minimalizme giriş dersi. Bir şeyi seçebilmek için neyi seçmek istediğini bilmen gerekiyor önce.
Pazara girmemizle Fatih Tutak tek tek bütün tezgahları gezmeye başlıyor. Bütün tezgahları gezmeyi bitirmeden tek bir şey satın almıyor. Önce dikkatlice bakıyor, ardından bazı ürünlere yaklaşıp onları kokluyor. Bazılarının ise tadına bakıyor. ‘İşe birisini almak gibi. Önce CV’ye bakarsın, ardından senin kriterlerine uyuyorsa bir telefon görüşmesi yaparsın, sonra da yüz yüze bir görüşme.’ diyor. ‘Bazen de seni şaşırtırlar, görüntüsünden hiç beklemediğin bir şey çıkar karşına. İyi dinlemen lazım, belki de o sana yeni bir yol açacak, yeni bir fikir verecektir. Elindeki malzeme sana yeni bir şey yaptıracaktır.’ Ders 2: ne istediğini bil ama ana da izin ver, her şeyi bilmemize ve tahmin etmemize zaten imkan yok öyle değil mi?
Pazarda geçirdiğim iki saat sonunda gördüm ki orada en çok kullanılan sözcükler şöyle: ‘Gel abla gel, seçmece bunlar, buyrun bakın tadına’. Ders 3: pazarlama önemli. Şaka bir yana, seçmek için görmek gerekiyor dolayısıyla 'şeyleri' görebileceğimiz bizim için doğru platformları bilmek önemli.
‘Tabağında gördüğün malzemenin tadını alabilmelisin’ - Fatih Tutak. AMAN Venice'de otel müdürüne diğer otellerde kocaman buketler varken neden burada tekil, sade ve az miktarda çiçek olduğunu sorduğumda, ' tek bir çiçeğin kokusunu, var oluşunu algılamak bile zorken neden işleri karıştıralım ki' demişti. Bu da Ders 4 olarak geçsin kayıtlara.
‘İyi ürün her şeyin temelidir’ diyor Fatih Tutak. ‘Bununla birlikte basit bir üründen neler yaratılabileceğini göstermek istiyoruz. İyi yemek yapmak için pahalı malzemeye ihtiyacın yok. İyi malzemeye ihtiyacın var. İyi ürünü de tanımayı öğrenmen lazım. Ve de senin o yemeği yapabilmen için ihtiyacın olan malzemeyi. Diğer taraftan basit salaş demek değil. Annem ile pazara gittiğimizde uzun süre boş boş dolaştığımızı sanıyordum, şimdi nedenini anlıyorum’ Ders 5: Seçim bir süreçtir ve kalıpların ötesini görmen gerekir. Etiketler yanlış seçim yapmana yol açabilir. Pahalı bir ürün illa ki iyi ürün değildir.
Restoran kelimesi Fransa'da doğmuş. İyileştirmek olarak okunabilecek 'restore' den yola çıkılarak. İlk restoranda sadece çorba servis ediliyormuş. Zamanla Fransa restoran kavramını genişletmiş ve de bugünün gastronomik deneyimlerinde bir merkez haline gelmiş.Tadımlardaki o klişe küçük tabakların sebebine bir sürü önerme var ama en çok bahsi geçenler şöyle: az az daha çok şey tattırabilmek, yiyenin beyninde görsel bir imaj yaratmak, insanının aynı şeyi yediği 5 lokmadan sonra tat alma duyularının körelmeye başlaması, tabakta kullanılan ürünlerin az bulunan veya maliyeti yüksek ürünler olması.
Pazardan sonra, güne başladığımız, AMANRUYA’ya dönüyoruz. Ben Fatih Tutak’ın burada gerçekleşecek tadım yemeğine kalmıyorum.
Çünkü işin özünü onunla tatmaya başladım,
ve bence bu onun güzel yemeklerinin tadı kadar değerli,
yakaladığımızda ağzından gitmeyecek tada, minimalizme ve seçim kelimelerine beraber baktık.
Bunun tadı insanın hayatını şekillendirebilecek bir yaklaşım.
Otelin ekibi yine de bir şey yemeden gitmeme izin vermeyeceklerini söylüyor.
Hiçbir şeyin fazla olmadığı bu yerde, otelin şefi Cihan Beyit’e: ‘Ben genelde seçemiyorum, seçilecek çok şey var, bunu bana nasıl bir tabak vererek anlatırdın? diyorum.
Benim için hazırladığı tabakları masaya koyarken şöyle diyor: ‘ Seçmeye cesaret etmek’.
Olduğun gibi olmak.
Seçebilmen için önce duyabilmen gerekiyor sanırım.
Özünü.
Kendini.
Neye ihtiyaç duyduğunu.
Hayattan ve andan ne istediğini.
Ve orası da minimalizm ile alakalı sanırım, yani gözünü boyayan şeyleri kaldırdığında aslında geriye basit bir şey kalıyor.
Ve sanırım bu minimalizm tadımı.