Bugün tarih yazılıyor. Yaklaşık iki yıldır laboratuvarlarda süren çalışmalar sonucunda geliştirilen sistemlerle, bugün insan sözleri frekanslar aracılığıyla denizin altındaki canlılara iletilecek. Jeff Hakko bu sayede bu akşam su altında yaşayan canlılara 8 Haziran Dünya Okyanus Günü kapsamında özel bir konuşma yapacak. Hakko’nun yapacağı konuşma sonrasında su altında yaşayan canlıların söyleyecekleri de frekanslar aracılığıyla kendisine geri iletilecek ve sistem tarafından deşifre edilecek. Konuşma sırasında frekansların etkilenmemesi için Jeff Hakko saatler sonra bu konuşmada, İstanbul Boğazı’nın derinliklerinde yalnız olacak ama biz deneme konuşması için onunla boğaza daldık ve dalışın öncesinde kısa bir süreliğine de olsa onunla sohbet etme fırsatı bulduk.
Bebek iskelesinde Jeff ile buluşmamızla tekneye atlamamız bir oluyor. Tekne hızlı bir şekilde boğazda dalışın yapılacağı noktaya doğru çeviriyor dümenini. Kaptan: ‘8 dakika sonra oradayız’ diyor. Bu 8 dakikada Jeff hem dalmak için gerekli kıyafetlerini giyiyor hem de sorularıma cevap veriyor. Benim dalabilmem için de üzerime kıyafetleri giymeme iki kişi yardım ediyor. ‘Her şey 1960’larda Büyükada’da başladı. Tabii o zaman denize bir gazete düştüğünde, 15 metre derindeki sayfanın üzerindeki haber başlığını okuyabiliyordun. Ben bugün torunlarım büyürken balık yiyebilecek mi bilmiyorum’ diyor Jeff deniz tutkusunun ne zaman başladığını sorduğumda. Senenin 8 ayını su altında geçirdiğini söyleyerek devam ediyor: ‘Okyanus ve deniz bana çok şey öğretti ama en çok da çevreye saygılı olmayı, disiplini. Okyanusların ve denizlerin uçsuz bucaksız olmaları korunmaya ihtiyaç duymadıkları anlamına gelmiyor, bir şeyin büyük olması her şeyi yenecek kadar güçlü olması anlamına gelmiyor’. Jeff sözlerle olmasa da duruşuyla ve hayata bakışıyla üstüne basa basa bunu söylüyor, hissediyorum; görünmemesi olmadığı anlamına gelmez, veya görünmesi olduğunu kesinleştirmez.
Konuyu biraz daha açıyor. ‘Okyanuslar ve denizler ‘ben olmazsam sen de olamazsın’ diyor ama biz bu sinyali alamıyoruz. Çevreyi kirletmek kendi vücuduna zehir vermekle aynı şey. Yaşayamazsın. Denizlerin kendini yenilemesi çok zor. Biyoçeşitlilik bozuldu. Suyun güzel gözükmesi yeterli değil, sen göremesen de dengesi çoktan bozulmuş olabilir. Bunu aşabilmemiz için çevre, okyanus ve deniz bilincini çocuk yaşta eğitimin bölünmez bir parçası haline getirmemiz gerekiyor. Bugün Greta gibi çocuklar haykırıyorsa bunun bir sebebi var. Suyun altında karşılaştığım ve çıkardığım oraya ait olmayan tonlarca malzeme oldu, belki de o çıkan ürünlerin bir müzesi yapılmalı’. Jeff’e yardımcı olup müze için bir isim öneriyorum: ‘Ortak Utanç Müzesi’.
‘2 dakika sonra oradayız’ diyor kaptan. Tekne hızla gitmeye devam ederken deneme dalışını yapacağımız yere dalmak için bizi teknedeki yerlerimize geçiriyorlar. Biz suya atladıktan sonra 2 dakika içinde bizi konuşmanın yapılacağı yere götüreceklerini ve benim sadece orada iki dakikam olduğunu söylüyorlar. Oradaki iki dakikadan önce, bu iki dakikada Jeff’ten favori deniz şarkısını ve de bize bugün için önereceği kitap ismini alıyorum: Dario Moreno’dan Denizle Mehtap Sordular Seni ve Asaf Muammer’den İstanbul Balık Kültürü.
Suya dalacağımız alana geliyoruz, teknenin motoru duruyor. Detaylı kontroller ardından her şey tamam. Jeff ile biribirimize bakıyoruz, çıraklar önden dermiş gibi bana göz kırpıp önce benim atlamamı istiyor. Suya atlıyoruz. Suya girdiğim anda suyun altındaki o sessizliği ve suyun içinde sanki dünyada yer çekimi gibi bir kavram yokmuş gibi süzülüşümü hiç unutmayacağımı anlıyorum.
Sonunda suyun altındayız. Envai çeşit canlının arasından geçerek küçük bir su altı istasyonun kurulduğu alana geliyoruz. Görevliler bizi konuşmanın yapılacağı yere doğru yavaş yavaş indiriyorlar. Burada teknik ekipmanı denemek için Jeff’in konuşmasından birkaç cümleyi duyma şansım olacak. Bir sürü teknik ekipman suyun altına uzun ve dikkatli çalışmalar sonunda yerleştirilmiş. Suyun altına yerleştirilmiş ve konuşmadan sonra tekrar yukarı çıkarılacak bu makinaların her biri doğa dostu materyallerden üretilmiş. Kurulan sistem geliştirilen teknik ile dildeki anlamı canlıların hissedebileceği şekilde onlara aktaracakmış. Bu sistemi bir kablo ile Jeff’in regülatörüne bağlıyorlar.
Jeff etrafa baktıktan sonra yavaşça konuşmaya başlıyor: ‘Keşke ne kadar değerli olduğunuzu anlatabilsem burada. Bizi yalnız bırakmamanızı ne kadar gönülden istediğimi. Siz yoksanız biz de yokuz. Sizlerden milyonlarca kez özür dilerim.’ Jeff’in sesi bir yandan da frekanslara deşifre ediliyor ve içimi titretiyor. Hani büyük bir hoparlöre yakın durduğunuzda o sesin dalgaları içinizi titretir ya, aynı öyle. Konuşma akşam olacağı için deniz canlıları toplu halde konuşma mekanına henüz gelmemiş. Ama zaten o bölgede yaşayanlar orada. Jeff ilk cümlelerini söyledikten sonra sessiz olan su altı daha da sessizleşiyor sanki. Frekansları deşifre eden alıcı sadece Jeff’te var dolayısıyla sadece o cevap olarak geri gelen titreşimleri duyabiliyor. ‘Jeff ne diyorlar’ diyorum. ‘Sessizlik var, üzgünler ve çok hırpalandılar’ diyor. Dört beş saniye duruyor ve Jeff devam ediyor. ‘Bir tanesi şöyle diyor; bizi duyan daha çok insana ihtiyaç var, bizim burada olduğumuzu her an görmese de bilen, göremediği bir şeyi sırf göremediği için korumaktan vazgeçmeyen daha çok insana ihtiyacımız var’. ‘Jeff’ diyorum, balıklar, konuşabiliyor mu?
Bu yazı Jeff Hakko ile yapılan söyleşi sırasında kendisinden alınan bilgiler doğrultusunda hazırlanmış olup kurmaca bir hikayedir. Hikayedeki olaylar ve mekanlar gerçeği yansıtmamaktadır.