Fotoğraf: Thom Yorke (Getty Images Turkey)
Sayısını hatırlamadığım kadar çeşit çeşit senaryo okudum. Ağzımın suyu aka aka sayısız bilim kurgu, felaket, korku filmi izledim. Bunların en kötüsünü yaşayacağımız aklımın ucundan geçmezdi.
Bu karantina, kapanış, içe dönüş, yeniden doğuş (ya da adını her ne koyduysanız), hepimizi içine çeken ve benim tabirimle bu 'sessiz kaos' elbette ki beni de yerden yere vurdu, vurmaya da devam ediyor.
Hayatımın hiçbir döneminde kendimi temize çekecek bu kadar limitsiz zamanı ne ben yaratabildim ne de buna cesaretim oldu.
Truman Show’daki Truman Burbank gibi hepimiz duvara çarptık. Kaçış yok. Bugüne kadar nelerle geldik, yanımızda iyi kötü neler taşıdık, eksiklerimiz gediklerimiz neler? Hatalarımız, hata mıydı? Kim bilir? Hırslarımız, doğaya karşı bu kadar hoyrat oluşumuz, hesapsızca harcamamız, sınırsızca tüketmemiz… Karşılıksız mı kalacaktı? Ne yazık ki hayatta hiçbir şey karşılıksız değil. Anladık mı? Bizi gerçekten yeni bir dünya düzeni ve bambaşka, yepyeni insanlar mı bekliyor -bilmiyorum- sadece umudumu kaybetmek istemiyorum, bunu biliyorum. Kendim için, sevdiklerim için, hepimiz için umut ediyorum. Hâlâ.
"Sessiz Kaos" süresince baştan başladım, hatırladığım ilk kendimden.
Bir kez daha fark ettim ki iyi ya da kötü her hatıramda bana eşlik eden bir müzik var. Sanki hayatımın bir soundtrack’i gibi. Orijinal kasetlerin olmadığı, boş kaset ve liste verip kendi kasedini yaptığın kasetçiler döneminden, plaklar ve orijinal albümleri walkman ile dinlemeye geçiş, oradan CD Player’lar derken, iPod’lar, iTunes, Spotify vs... Bütün bu dönemlere teker teker geçiş yapmış kuşağın üyelerinden biri olarak hiçbir zaman bana sunulanla yetinmedim, kimsenin ne dinlediğini hiç umursamadan canım kimi istiyorsa, beni her kim etkiliyorsa onun peşinden koştum, koşmaya da devam ediyorum.
Peki, bu uzun dönemde bana kimler eşlik etti?
Queen, The Cure, Depeche Mode, Scorpions, David Bowie, Guns N’Roses, Metallica, George Michael, Madonna, Michael Jackson, Radiohead, Placebo, Muse, The Cranberries, Frank Sinatra, Rolling Stones, Bach, -tabii ki New Kids on the Block asla dinlemedim!- Kiss, Patti Smith, New Order, Chet Baker, Cher, Nine inch Nails, Björk, Prodigy, Pixies, ABBA, Erasure, Eagles, A-HA, Supertramp, Beatles, Jamiroquai, Roxette ve daha kimler kimler…
Aklıma gelenleri sırasız yazdım, belki sizin de tekrar hatırlamanıza yardımı olur; belki unuttuğunuz bir anıyı ya da bir ilk aşkı hatırlatır diye… Anılarımız kadar olduğumuzu düşünüyordum ama şu son yaşadığımız dönem bana bunu düşündürmekten, çok her bir hücremde bunu sonuna kadar hissetmemi ve “Sahip olduklarınla mutlu olmayı artık anlamalısın” demeyi öğretti. Bunu gerçekten başardı.
Her birimiz bambaşka tecrübelerle çıkacağız bu süreçten ama uzun yolda giderken arabanın camını açtığımızda yüzümüze çarpan rüzgârı, bir taşın üstünde oturup gün batımız izlediğimiz o günü, sabah sevdiğimiz insana sarılmanın verdiği huzuru, yolda yürürken bir sokak köpeğinin başını okşamanın hissettirdiği karşılıksız sevgiyi, denize koşarken ayağımızı yakan kumun acısını, okuduğumuz kitapta yüzümüze tokat gibi çarpan o cümlenin hissini hep hatırlamamız gerektiğini düşünüyorum. Ancak o zaman var olabiliriz. Ancak o zaman devam edebiliriz.
80’lerin üzerimdeki etkisini ve değişimini 1997 senesinde konservatuvarda bir hocamın bana hediye ettiği 'Radiohead- Ok Computer' albümüyle yaşadım. O albümden sonra benim için hiçbir şey eskisi gibi olmadı. Sanki dünyaya, kendime, duygularıma, söylemek, anlatmak istediğim sözlere başlangıcımın ifadesini bulmuştum. O günden beri de peşlerini hiç bırakmadım. O zamandan beri araya çok isim girdi. Hepsinin izi kaldı ama hiçbiri Radiohead kadar anlamlı olmadı. Önemli olan kendin için anlamlı olanı yakalamak, peşinden gitmek değil midir?
Onları ilk canlı görüşüm 2000 yılında New York’ta yaşarken için bir arkadaşım sayesinde elde ettiğim KID-A albüm tanıtım konser biletiyle oldu. Bin kişiden az kalabalığa, bir binanın otoparkında yapılan bu özel konser benim için unutulmazlar arasındadır. Sıyrıla sıyrıla sahnenin önüne geçişim ve benim için canlı canlı söyleyen bir Thom Yorke…
Konserden çıktıktan sonra kulağımda yine onlarla, o buz gibi soğuk havada yürüdüğümü, sokakta insanlara baktığımı, elimde kahveyle metroya binip eve dönüşümü, metronun camından yansıyan suratımdaki o aptal gülümsemeyi hiç unutamıyorum.
Eminim... Hepimizin var buna benzer ve çok başka hikâyeleri var. Hepsini teker teker dinlemeyi çok isterim, inanın. Sizden tek istediğim o anları unutmayın ve hepsinden çıkardığınız dersleri bu yaşadığımız olayla noktalayıp yepyeni bir sayfa açın. Yepyeni tertemiz bir sayfa.
Bence yapabiliriz. Gerçekten!
Tanıştığımıza memnun oldum…