Sınırlar
Geçen gün bir arkadaşımla birlikteydim; biri evine çat kapı gidiyormuş ve çok kızıyor evine çat kapı gidildiği için. “Eve çat katı gitmek saygısızlıktır insan bir önceden arar.” diyor. Ve o noktada sınır koymanın ne kadar önemli olduğunu fark ettim çünkü o kişiye sorduğum zaman “Çat kapı evine gelenin anlamasını beklerim” diyor ama hiçbir zaman bunun onun için bir sınır olduğu iletişimini kurmamış.
Karşıdaki insan kendi evine çat kapı gelinmesini seviyorsa o zaman aynısını başkasına da gösterebilir ama biz bunun iletişimini açık ve şefkatli bir bir biçimde bulabilirsek gayet o zaman karşımızdaki insana bir sorumluluk vermiş oluyoruz. “Benim sınırım bu arkadaşım bunu aşma.” sorumluluğu vermiş oluyoruz, bizde rahatlıyoruz karşımızdaki insan da aslında gıcığımıza dokunmuyoruz diyerekten dedim ki sınırlar konuşalım.
Hayat enerjimizi en fazla tüketen şeylerden biri; hayır demek isterken evet deyişimiz! Evet demek isterken de hayır deyip susmaktan kaynaklanıyor. Dolayısıyla ilişkisel olarak yaşadığımız çatışmaların çoğu da zaten sınır aşımından dolayı oluyor.
Biz kendi sağlıklı sınırlarımızı koymalı ve karşımızdaki insanların sınırlarına da saygı göstermeliyiz.
Ben zaten kendi ihtiyacımı bilmiyorsam ve o sınırı da çizemiyorsam benim uymadığım sınıra karşımdaki insanın uymasını talep etmek karşımdaki insana yapılmış bir haksızlık gibi geliyor.
Hatırlıyorum ben hiçbir erkek arkadaşımın hiçbir sınırına saygı göstermezdim; zaten çok net bir biçimde çizemezlerdi ama minik minik bilirdim ve söylemediği sürece sürekli çocukları manipüle ederdim.
Bir şekilde hatta fark ettirmeden uyguladığım minik strateijler vardı istediğimin olması yönünde. Bunlar kötü niyetle yapılmış şeyler değil. Ben sınır çizemezken aslında karşımdaki insanlarında sınır çizemediğini, çizseler bile onlara saygı göstermediğimi fark ettim. Bir şekilde bunun sağlıklı bir ilişki olması için bu sınırların olması gerektiğini canı gönülden inanıyorum ve hissediyorum.
Bu sınırları koyabilmek için önce kendi sınırlarımızı bilmemiz lazım yani kendimizi tanımamız lazım.
Eskiden çok tatlı bir insanken; yani dışarıya aşırı tatlı ve coolluğu verirken aslında içeriden bir şeylere alınırdım, öfkelenirdim; içten içe alınırdım, kızardım insanlara ama dışarıdan rahat ve cool dururdum.
Bugün çok daha şefkatli ilişkiler kuruyorum, insanları çok daha az eleştiriyorum ve çok daha ciddi sınırlar koyuyorum.
Dışarıdan nasıl gözüküyor bilmiyorum ama sınırlarım olduğu için onları çizebildiğim için kendimi çok daha derin tanıyabildiğim için çok daha güçlü hissediyorum ve karşımdaki insana da sorumluluk veriyorum. Bu da aslında karşımdaki insanın da işine gelmeli. Ben o sınırı çizebildiğim için onu aşmadığı sürece zaten ilişkimizde herhangi bir kopukluk ya da aksaklık olmuyor. Aslında olumlu bir benlik kavramı oluşturabilmemiz için insanlarla sınır koyabilmek çok önemli.
“Ben nelerden hoşlanıyorum, insanlar ne yaptığında tahammülüm yok, bana nasıl davranılmasını istiyorum.” diye sorular sormaya başladım kendime ve bu soruları sordukça zaten yavaş yavaş çıkmaya başladı bu sınırlar.
Kişisel sınırları belirlemek.
İnsanın içsel yolculuğu olmalı. Ben kendimle sağlıklı bir benlik kavramı geliştireceğim ki o yüzden kendimi bileceğim tanıyacağım ne istediğimi istemediğimi bileceğim ki sınırlarımı bileyim ve kendimi açıklıkla kendimi ifade edebileyim; kullanım kılavuzumu vereyim, o sınırları geçmezseniz de arkadaşlığımızla bir problem olmayacağını da açıkça belirteyim.
Varsayım yapmak, acaba böyle yapmazsak bu kız sever mi sevmez mi diye zaten kafasında yirmi bin tane kendiyle ilgili düşünceleri var, birde benimle ilgili varsayımlar yaparak beni anlamaya çalışmasın. Ben açıkça kendi sınırlarımı çizeyim iki tarafı da rahatlatayım diye bir düşüncem var şu anda.
Neymiş bu kişisel sınır diyecek olursak şayet başkalarının bize nasıl davranması istediğimize dair tercihimizi, ihtiyaçlarımızı, arzularımızı belirttiğimiz bir duruş bence ve bu fiziksel ve duygusal olaraktan ikiye ayrılıyor. Fiziksel sınır bir tık adı üstünde zaten somut olan sınırlar; ittirme kaktırma tarzı bir şey de olabilir taciz şiddet gibi daha sert durumlar da olabilir ya da bunların hiçbiri de olmayabilir. Mesela küçükken izinsiz bir şekilde odana girmiştir annen, gelmiştir günlüğünü okumuştur. Kardeşin gelmiştir telefonunu karıştırmıştır. Aslında bunlar da fiziksel sınır aşımına giriyor. Duygusal durum aşımı dediğimiz de daha sözel sınır aşımı. Mesela fazla soru sormak karşındaki insana bu aşımı yaptırabilir veya karşımdaki insan konuşmak istemezken zorluyor olabilirsin bir şeye ki ben bunu çok fazla yapardım.Ben kendi üzerimde ilk çalışmaya başladığım zaman etrafında benim kadar derin kendini kazımayan insanlarla konuşurken “Bunları yapıyorsun çünkü böyle bir travman var.” gibi bir şeyler söylerdim ve şu an geriye dönüp baktığımda ne kadar büyük bir sınır aşımı olduğunu fark ediyorum.
Herkes kendi zamanında zaten bir şeyleri öğreniyor zamanı geldiğinde o taraflarını açıyor bakıyor deşiyor vs. belki açıyor beğenmiyor kapatıyor buraya ben sonra bakacağım diyor başka tarafına dönüyor. Ben karşımdakini sırf haklı çıkmak için deştiğim zaten onun korkunç derecede alanına girmiş oluyorum ve belki de daha büyük bir travma veriyorum karşımdaki insana. O yüzden çok önemli karşımdaki insanın sınırlarını bilmek aşmamak benim için daha önemli oluyor.
Çocukluktan gelen sınır algısı.
Ben sınır çizemezken eskiden altında şu da varmış: “Ben hiç sınır çizemezsem iyi insan olurum, beni severler, kabul görürüm, ne mutlu güzel güzel yaşarım” diyerek uyumlu olmak için sınır çizmiyordum. Birilerini mutlu edemezsen diye korkuyordum sınır çizersem, en büyük derdimizde birileriyle bağ kurmak olduğu için altında korktuğum şey aslında “Ben o sınırları çizersem yalnızlaşırım” gibi bir kısım varmış, bunu sonradan fark ediyorum tabii ki.
Çizmiyordum o sınırı ondan sonra işte gıcık olduğum bir işi yaptıkları zaman nasıl anlamaz gibi içimden kavga ediyordum ve kendime yabancılaşıyordum belli bir noktadan sonra. Çünkü benim ailemden gelen bir koduma göre birine hayır demek sanki onu cezalandırmak gibi geliyordu. O yüzden de her söylenene evet diyeyim herkesin her söylediğini yapayım gibi bir sevgi alma metodum vardı karşıdan ve hayırın tonlaması o kadar önemli ki aslında yani birine “hayır” diyeceğin zaman onun “Hayır! Bu benim sınırım.” Diye kavgayla söylemek var bir de şiddetsiz iletişim metoduyla söylemek var.
Aslında “hayır” kelimesi tek bir cümle kadar değerlidir. Hayır dersen hayırdır zaten o. Ben o hayır demeye korkuyordum. Bir noktada ve çok mu sert olurum diye bir moda girerdim. Halbuki “Hayır şu an konuşmak istemiyorum.” diyebiliyorum artık. Mesela karşımdaki insana ve eğer hayır derken sert değilsen o zaman zaten sıkıntı yok ama hayır derken karşındaki insana söyleyişin öfkeli ve sert çıkıyorsa demek ki bununla hala daha aşağıdan bir öfke var ve bu öfkenin altında deştikçe deştikçe ne çıkabilir benim için yeni bir öğrenme oluyor onun için şu anki algımda benim için sınır koymak cezalandırmak değil. Birine hayır demek kötü bir şey demek değil ve çocuklukta öğretildi. Şu anda görüyorum ki çocukluktan gelen sağlıklı bir sınır algım yokmuş meğer.
Sınırlarımız değişebilir.
Bu sınırlar mütemadiyen değişiyor çünkü biz zaten değişip dönüşüyoruz o yüzden bir kere sınırımı koydum şimdi arkama yaslanırım bundan sonra diye bir şey değil.
Bu sınırlar genişleyebilir, daralabilir. Bunları hep karşımızdaki insanla paylaşmak ilişki kontratlarımızı sık sık yenilemek gerekiyor olabilir. İnsanlarla ilişkileri suistimal edilmiş gibi kullanılmış gibi hissetmemiz sebebi aslında sınırlar koyamamış olmamız ve insanlara sorumluluk yüklemekten olan korkumuz.
Biz kendimiz, ve başkalarını olduğu gibi kabul ettikçe daha şefkatli olmaya başlıyoruz aslında ve bizi kandırdıklarında, bizden faydalandıklarında insanları kabul etmenin zorlaştığını biliyorum hakikaten. Ama gerçekten kendimizi şefkatli olmak istiyorsak işe sınırlar koyarak ve insanlara sorumluluk vererek başlamamız gerekiyor. Bu anlattıklarım, böyle konuşurken bu bilgileri oradan buradan edinirken vesaire böyle dinliyoruz hepsini biliyoruz ama işi biliyorsanız pratiğe dökünce oluyor.
Bu podcast sonrası birazcık yaz, çizin, düşünün üstüne. Çünkü bilmek yetmiyor bir şeyleri. Dönüşüm dediğiniz şey bilmekle değil bildiğiniz şeyleri hissetmekle, alan açmakla başlıyor. Şimdi bugün konuştuğumuz şeyler, ailemizden gelen minik travmalar; travma dediğimiz şey illa çok büyük bir şey olması gerekmiyor. Travma dediğin tamamlanmamış döngü demek. Bri benim sınırımı aştı ve ben çok kızdım ve ben onu ifade edemedim ve hala düşündükçe sinirleniyorsam yeterince açık bir şekilde kendimi ifade edemediğimi ve bu sistemin içinden atamadığımı öğrenmiş bulunuyoruz. Ve asıl dönüşüm dediğiniz şey de o bilgi üzerine çalıştığımız zaman gerçekleşiyor. O yüzden bize düşen şey burada sinirlendiğimiz, kızdığımız, alındığımız şeyleri karşımızdaki insanla şefkatli bir şekilde şiddetsiz iletişimle paylaşmak ve karşımızdakine sorumluluk vermek.
Sınırlarımızı belirleyebilmek için 3 soru.
Bu söyledilerim size mantıklı geliyorsa ve nereden başlayacağınızı bilemiyorsanız birazdan vereceğim soruları yanıtlayarak başlayabilir bence:
1)Etrafta yapılmasını istemediğin 5 şeyi yaz
Yani bunlar daha genel şeyler. Yalan söylenmesini, milletin arkasından konuşulmasını, telefonların açılmasını sevmiyorum vs. gibi
2)Bana karşı yapılmasını hoşlanmadığın 5 şey ve bunları en çok yapan kişiler kimler?
3)Kendimi nasıl ifade etmek isterdim?
Bunu yazmak da çok güzel olur. İfade ederken de önce gözlem yaparak, sonra ne hissettiğimi paylaşarak ondan sonra ihtiyacımın ne olduğunu bahsederek ve karşımdaki insan kendimi zenginleştirebilmek için, benim için ne yapılabilir diye açıkça yazıp sonra bunların iletişimini kurmaya başladık mı bence bu sınırlar tatlı tatlı çizilmeye başlayacak.