Fotoğraf: Arif Akdenizli
Yiyecek ve içecek ürünleri üzerine etkinlikler düzenleyen, gastronomi deneyimi üzerine kurulu ‘Yeme İçme İşleri’ isimli bir şirketimiz var. Türkiye’deki birçok alkollü içecek firmasıyla çalışıyoruz. Su someliyesi olma fikri Türk Tuborg’da eğitim ve deneysel pazarlama müdürü olan bira someliyesi Çağdaş Öngen’in “Sen neden su someliyesi olmuyorsun?’’ demesiyle ve hepimizin o an, buna gülmesiyle ortaya çıktı. Yeme İçme İşleri’nin kendini sürekli geliştirmesi gereken dinamik bir yapısı var. Araştırmaya başlayınca Almanya’da bu eğitimi veren Doemens Akademisi’nden haberdar oldum ve eğitim almaya gittim. Şu an dünyada bu konuda en geçerli kurum burası.
İnsanların ve hatta hayvanların içeceği suyun kalitesini anlamalarına önayak olur. Bir restorana gittiğin zaman hangi şarapla hangi suyu içmen gerektiğini veya hangi yemeğin içinde hangi suyun kullanılacağını belirler, yani gastronomik açıdan suyu inceler. Su someliyesi temelde ‘iyi, kötü, kaliteli veya kalitesiz suyun ne olduğunu’ insanlara anlatmayı ve onları eğitmeyi amaçlar.
“Su kültürü için elçilik yapıyoruz” diyebiliriz. Önce insanları su içmeye teşvik etmek lazım, bunun için de suyu biraz daha ‘seksi’ kılabilmek gerekiyor; biraz daha havalı bir şekilde suyun kaybettiği imajını ona geri kazandırmaya çalışıyoruz. Çoğumuz gazlı içeceklerle büyüdük. Bu tür içeceklerin devamlı tüketilmesinin çok da sağlıklı olmadığı gerçeğini biliyoruz. Bu gerçekle karşı karşıya kalınca suyun farklı şekillerde, iyi bir kahvenin veya çayın içinde nasıl daha keyifli tüketilebileceğini insanlara anlatmak da amaçlarımız arasında.
En temel gıda maddesi su, çünkü besleyici yönü çok fazla. Üç-dört gün su içmediğin zaman ölüyorsun, bu çok net. Vücudun büyük bir kısmı sudan oluşuyor. Su içmek zaten bir ihtiyaç olduğu için su içmeyi öğretmekten çok, asıl amacımız net olarak herkesin günde ortalama iki buçuk litre su içmesini sağlamak. İşin bir sağlık tarafı var öncelikle, bir de tat tarafı var. Biz sağlık tarafına çok girmemeye dikkat ediyoruz, orada doktorlarla beraber çalışmamız gerekiyor; biraz daha gastronomik tarafta yer alıyoruz.
Bu, ülkeden ülkeye göre göre değişen bir şey aslında. Almanya’da veya İsveç’te yaşasak çeşme suyunu içebiliyor olurduk. Bunun en temel sebebi suyun kalitesi değil, Türkiye’deki şehirleşme ve devamında gelen altyapısal sorunlar. Türkiye’deki çoğu boru hattı ve sistemi eski, paslı; kesinlikle değiştirilmesi gereken altyapılar. Yeni yapılmış bir apartmanda yaşasanız bile şehirleşme kaynaklı sıkıntılar devam edebiliyor. Örneğin senin yeni apartmanına gelen su belki eski bir boru hattından geçerek geliyor. Bu durum mesela Çamlıhemşin’de veya Bursa’nın herhangi bir bölgesinde geçerli olmayabilir. Ancak özellikle İstanbul’da bu geçerli. Şehirleşmeden kaynaklanan bu tür sıkıntılar bir günde değişebilecek şeyler de değil.