Stilin Sessiz Gücü
Dergi Konuları

Stilin Sessiz Gücü: Şov Yapma Çağında Neden Hâlâ ‘Az’, ‘Çok’tur?

Telefonda her ekran kaydırmanın bir podyum, her selfie’nin kurgulanmış bir editoryal çekim olduğu dünyada; stilin ne olduğu, nereye gittiği ve kimin gerçekten buna sahip olduğu sorusu, yalnızca estetik bir cevapla geçiştirilemeyecek kadar önemli hâle geldi. Bugün stil bir performansa dönüştü. Ama paradoksal biçimde, onun gerçek özü hâlâ ‘gösterilmeyen’de saklı.

Stil nedir; gerçekten?..

Stil her zaman modadan fazlası oldu: Moda mevsimlik; stil ise kalıcı. Coco Chanel’in ünlü sözleriyle desteklemek gerekirse: “Moda olan geçer, ama stil baki kalır.” Peki bu söz, trendle kimlik arasındaki sınırın sürekli bulanıklaştığı günümüzde ne anlama geliyor?

Özünde stil, içsel netliğin dışa vurumudur. Sözcüklere ihtiyaç duymadan konuştuğumuz dil; tarihimiz, değerlerimiz, benliğimizin yansıması... Yalnızca neleri sevdiğimizi değil, kim olduğumuzu da gösterir; ve dahası kültürümüzü, yetiştirilme biçimimizi, dünyaya bakış açımızı…

Stilin derin kökleri: kültür, eğitim ve miras

Gerçek stil asla tesadüfi değildir. Nereden geldiğimizle, bizi büyüten kültürle, bize yol gösteren aileyle, içselleştirdiğimiz ritüellerle ve taşıdığımız derslerle şekillenir. Sadelik ve zarafeti önemseyen bir evde yetişen bir erkek, ceketi başkalarını etkilemek için değil, ona doğal geldiği için giyer. Mirasının renklerinden ve dokularından etkilenen bir kadın “trendlere uymak” yerine onları kendi doğallığıyla rafine eder.

Stil bir çeşit kültürel ve kişisel eğitimdir. Zevk ile bilgi arasındaki görünmez bağdır. Ne zaman yükseltmek, ne zaman sadeleşmek gerektiğini bilmenin ince sezgisidir. Zarafetin, çoğu zaman ne giydiğinizle değil, nasıl ve neden giyindiğinizle olan ilgisini bilmektir.

İtibarın düşüşü: markalar köklerini unuttuğu zaman…

Stildeki bu kriz, aslında bireylerin ötesinde bir yere dayanıyor. Bir zamanlar sade zarafetin tanımı olan markaların bugünkü hâllerinden açıkça belli. Otomotiv sektörüne bakın: BMW, Mercedes-Benz, hatta Rolls-Royce ve Range Rover… Bir zamanlar ölçülülük ve rafine mühendislik ile özdeşleşen bu isimler bugün abartılı, agresif ve gösterişli tasarımlara yöneliyor.

Aşırı büyütülmüş ızgaralar, fazladan ışıklandırmalar ve abartılı oranlar… Artık arabalar incelik ve zarafeti ifade etmek için değil; daha ilk kilometre kat edilmeden, görsel olarak yolu domine etmek için üretiliyor. Öz bir tasarım yerine görünürlüğe indirgenmiş bir anlayış.

Aynı şey moda için de geçerli. Birçok köklü atölye, bir zamanlar sadelik ve savoir-faire üzerine kurulu olan kimliğinden uzaklaşarak sahne gösterilerine kapıldı. Amaç artık zamana direnen giysiler yaratmak değil, trend olacak anlar üretmek. Logolar büyüdü, siluetler gürültülü bir şekilde şişti. Giysiler artık kişiliği yansıtmaktansa, imaj yansıtmak için giyiliyor. Bu değişim, daha geniş bir kültürel kaygının yansıması: görünmez olma korkusu. Ve bu kadar göze çarpma çabası içinde, ‘ait olma’nın bir soyağacına, bir hikayeye, bir amaca dayanan gücünü unutmuş durumdayız.

Lifestyle kültü: sahneyi stil alınca…

Artık tanık olduğumuz şey stilin performansı değil. Yaşam tarzımızı sahneliyoruz. Sosyal medya ile gündelik hayat bir teşhir alanına döndü: Özenle hazırlanmış kahvaltı masaları, tasarım spor kıyafetleri, loş ışıklı tatiller, “doğal” diye sunulan ama aslında kurgulanmış anlar.

Kıyafetler zevkleri yansıttığı gibi statüyü de belirliyor. Araba, ev, saat, otel… Hepsi aynı arzu dolu moodboard’un parçaları hâline geldi. Artık iyi yaşamak yeterli değil; iyi yaşadığını sürekli göstermek zaruri. Fakat bu görünürlüğün de bir bedeli var: onay bağımlılığı. Beğenilerin getirdiği dopamin patlamasına, toplumdaki algıyı yönetmeye duyulan ihtiyaç... İnsanlar ne kendileri için giyiniyor, ne de kendileri için yaşıyor. Hedef: görülmek. Sonuç: stilin düzleşmesi. Tahmin edilebilir olması. Pazara teslim olması. Algoritmaların dikte ettiği kalıplara sıkışmış olması. Bir zamanlar kişisel ifadenin alametifarikası olan özgünlük, yerini ruhsuz bir ‘trendlere uyum mecburiyeti’ne bıraktı.

Göstermemenin zarafeti

Bu görüntü ve performans bolluğunda asıl devrim ise gizlilik. Gerçek stilin paylaşılmaya ihtiyacı yoktur. Vintage arabasını her zaman kusursuz durumda tutan ama asla fotoğrafını sosyal medyaya yüklemeyen adam, çoğu zaman mat kamuflajla kaplanmış son model arabasını her sürüşte kayda alan adamdan daha şıktır.

Aynı durum moda için de geçerli. Kusursuz dikilmiş, logosuz lacivert bir takım elbisenin kimin imzasını taşıdığını bilmenize gerek yoktur. Annesinden kalan mantosunu giyen kadın, tasarımcısını fotoğrafına etiketlemek zorunda değildir.

Gerçek stil, dışa vurulmuş bir mahremiyettir. Saklı tutabilme yetisidir. Zamansızlığı trendlere, yani özü, gürültüye tercih edebilme seçimidir.

Sonuç: ’iç’e dönüş

Stil, en üstün tabiriyle asla başkalarını etkilemek için değildir. Giyiminiz ve kim olduğunuz arasındaki uyumdur. Stil, kendini bilmekten, köklerini tanımaktan ve gerçekten önemli olana hakim olmaktan doğar. Bu yüzden bunu arıyorsanız, görünürlük peşinde koşmayın. Özgünlük peşinde koşun. Modada ne var diye sormayın; kendinize neye sahip olduğunuzu sorun. Kültürünüze, ailenize, değerlerinize bakın. Kaliteyi seçin. Sadelikten yana olun. Bazen de sessizliği tercih edin. Gerçek bir ruhu olan stilin geleceği, en yüksek sesle bağıranlarda değil, sessiz bir inançla bunu yaşayanlardadır. Köklerini gururla, eğitimini tevazuyla, seçimlerini özgüvenle taşıyanların üstünde…

Kimliğiniz yalnızca paylaşabildikleriniz üzerine kuruluysa, paylaşmayı bıraktığınızda geriye sizden ne kalır?

Nitekim odadaki en şık kişi en gösterişli kıyafetlere, en gürültülü arabaya ya da en çok takipçiye sahip olan değildir. Hiçbir şey kanıtlamak zorunda olmayan kişidir. Ve işte bugün, bu en nadir lükslerden biridir.

İZLE
Ekim Sayısı Kapak Yıldızı: Selahattin Paşalı
İLGİLİ İÇERİKLER
İlgili Başlıklar
Daha Fazlası