Ev Doğduğun Yer midir?
Dergi Konuları

Ev Doğduğun Yer midir?

Emmy adaylığı bulunan, gazeteci Ahmed Shibab Eldin'in Ailesi Filistinli. ABD’de doğdu. Mısır’da, Avusturya’da yaşadı. Dünyanın 60 farklı ülkesinde bulundu, çalıştı. Dünya medyasında yaptığı “saha işi gazetecilik” işleriyle tanınan Eldin, bugün Ortadoğu’da yaşananlar ışığında değişen “ev hissine” dair düşüncelerini GQ Türkiye için yazdı.

Aslen nerelisin?

Dünyanın neresinde olursanız olun, yeni tanıştığınız biri sohbetinizin yaklaşık 15’inci dakikasına doğru size bu soruyu yöneltir. Nerede doğduğunuz, hangi ülkenin pasaportunu taşıdığınız ya da hangi şehirde ne kadar yaşadığınız değildir size sorulan. Taşıdığınız “ev hissinden” bahsetmeniz istenir aslında.

Birkaç dakikalığına bu dünya üzerinde şu ana kadar bıraktığınız köklerin toplamını size hatırlatan bu soruyu yanıtlamak, dünya dinamiklerinin yeniden değiştiği, politik çıkarların hiç olmadığı kadar çakıştığı bu dönemde hem duygusal hem fiziksel olarak ağır.

Dürüst olmam gerekirse şu an bu soruyu nasıl cevaplayacağımı tam olarak bilmiyorum. Hiçbir zaman da bilemedim. “Ev” neresi? Doğduğun ve olduğun yer mi? Yoksa sonuna kadar savunucu olacağın bir alan mı?

ahmed_shibab

ABD’de doğmama rağmen, aslında Filistinliyim. Annem ve babam doğma büyüme Filistinli. Nereli olduğum sorusuna çok düşünmeden hızlıca yanıt verdiğim zamanlarda ağzımdan hep “Filistin” çıktı. Dünyanın neresinde olursam olayım Filistin yemeği yediğinde, içimin “ev” ruhuyla dolduğunu hissettim, beni “doyuran” her zaman Filistin yemeği oldu. 17 yaşına kadar hayata gözümü açtığım ülkede tam zamanlı yaşamadım. Akademisyen babamın peşinde, hayatımın büyük bir bölümü Mısır’da geçti. Hayatın, insan karakterini hamur gibi yoğurup bir şekle soktuğu o ergenlik döneminde, liseyi Avusturya’da okudum. Evsizlik benim evim oldu. “Aslen nerelisin?” sorusuna verdiğim cevabı, karakterim gibi, hayat gibi yoğurdum durdum. Doğu-Batı kültürleri ve şehirleri arasında mekik dokumak, yüzü Batı’ya dönük yaşayan her Ortadoğulu gibi hayatımın özeti oldu. Mısır’da yaşarken her yaz ailece Amerika’ya, Avrupa’ya seyahat etmemiz, bir çoğuna göre ayrıcalıktı. Oysa benim için “ev” demek buydu. Mısır’da sokakta dolaşırken suratıma çarpan “ev” hissine başka hiçbir yerde tanık olmadım. Hafıza, insanı aynı zamanda hem rahatlatma hem korkutma özelliğine sahip nadir güçlü kaynaklardandır. Mısır sokaklarından yükselen ağır çöp kokularının evde olduğumu hatırlatırken bir yandan “kayıp bir ruh” gibi hissettirmesini ancak böyle açıklayabilirim.

ahmed_shibab

Avusturya’da geçen 3 yılın ardından üniversite eğitimi için Boston’a gittim. 11 Eylül sonrasıydı ve Amerikan pasaportuna rağmen bir yabancıdan daha yabancıydım. Kendimi hiç olmadığım kadar Avusturyalı hissederken, gözler Arap Müslüman kimliğimin üzerindeydi. Arap dünyası ve İslam kültürünün farkında olmak zorundaydım. Umurumda olmasa bile Bostan’dakiler beni bir bakıma bu şekilde algılıyordu. Gerçekliği belirleyen algıdır. Bir Avusturyalı gibi düşündüğümü, yaşadığımı ve hareket ettiğimi zannediyordum. Orada kendimi evimde hissetmiştim, her ne kadar yabancı olduğumu unutmasam da.

Boston’daki o ilk senenin sonunda anlamıştım: Yaşadığımız şehirlerin toplamı kadarız bu hayatta. Sadece bizim değil, kanından bir parça taşıdığımız aile fertlerimizin doğup büyüdüğü, yaşadığı, aşık olduğu, hayal kırıklıkları topladığı o ülkeler de bizim hayatımıza dahil. İşim beni 60 ülkeye götürdü. Uzun süre New York’ta yaşadım. Kısa ya da uzun, yaşadığım her sokağı, mahalleyi evimin içine kattım.

ahmed_shibab

İşim gereği insanlara hayatlarıyla ilgili sorular soruyorum. Dünya liderleri, sokak kahramanları, ünlü düşünürler, sanatçılar, hayatın içinden ‘sıradan’ görünümlü insanlar… Sorularımla yüzlerini okumaya ve onları anlamaya çalışıyorum. Empati kurarak onlara yardım eli uzatır gibi yöneltiyorum sorularımı. Belki de kaderin cilvesi, hayatta soru sormaktan en çok çekindiğim, hikayelerini yeteri kadar deşemediğim ve bu yüzden yardım edemediğimi düşündüğüm iki insan var: Annem ve babam. Sebebi de, sanırım, yaşadıkları travma. Annem Filistin’i 1967’de terk etti, Akka’da doğdu ve daha sonra şu an İsrail’de olan Hayfa’nın dışında küçük bir köye taşındı. Lübnan’a yerleşti, orada üniversiteye gitti. Bir süre Ürdün’de yaşadı ve Kuveyt’e gitti, babamla da orada tanıştı. Babam ülkeyi 1948’de terk etti. İsrail kurulmadan önce doğmasına rağmen babası Kuveyt devlet olmadan önce eğitim sistemini kurmak için Kuveyt’e taşındı. Dedem buralarda daha devlet kurulmadan önce yaşadı. Filistin’de yaşarken ülke İngiliz mandasıydı. Dedemin izinden giden, akademiyi ve eğitim sistemlerini hayat yolu seçen babam, hayatı boyunca Filistin’den Mısır’a, Sina’dan Tel Aviv’e kadar birçok yerde yaşadı. Bilmiyorum, belki de “nerelisin” diye sorduğunda “Bilmem, çölün orada ve daha sonra devlet olan bir yerde” demeliyim bir dahakine… Ailemin bugüne kadarki yolculuğu, çoğu zaman gazeteciliğin önüne geçti; Filistin hikayesini farklı bir gözle görmemi ve başka bir misyon üstlenmemi sağladı.

Acı çeken acıtır, canı yanan can yakabilir

Şu an tüm kaynaklarımı, enerjimi ve mesaimi bölgede yaşanan insan hikayelerini, olabildiği kadar tarafsız ve objektif bir şekilde, tüm dünyayla paylaşmaya çalışıyorum. Her seferinde karmaşık duygu tünellerinin içinden geçiyorum. Bölgeyle ve insanlarla olan ilişkimden, aile bağlarımdan ve annem ile babama hala soramadığım sorulardan alıyorum gücümü. Bölgeye dair düzgün bir terminoloji kullanmayı bildiğimden, nüansları sezebildiğimden ve aslen Filistinli olmama rağmen ayrıcalıklı olduğumdan bir sorumluluk duygusu var üzerimde.

Doğup büyüdüğü ve bugüne kadar yaşadığı ülke aynı olan bir insan bile kendisini kendi evinde “oralı gibi” hissetmiyor artık. Yaşanan iç savaşlar, politik çatışmalar, zorunlu göçler, evinden olan insanlar, olmayan evini yanında taşımaya çalışan toplumlar bize bir gerçeği hatırlatmalı: Dünya üzerindeki politik ve coğrafi çatışmalar hiç bitmedi, bitmeyecek. Ülkelerin adı değişti, değişmeye devam edecek. Bu esnada, ortak bir duygu, birbirimizi daha iyi anlamamız adına daha da önem kazanacak: “Can evi” duygusu. İsrail-Filistin bölgesinde yaşananları takip ederken “can evinizden vurulmuş” gibi hissetmek için nereli olduğunuzun ya da meselenin hangi tarafında durduğunuzun bir önemi yok. İnsanlık namına hepimizin çıkaracağı ders çok: Tarihin farklı dönemlerinde, özellikle dünya savaşları sırasında, evlerinden olan insanlar, o an yaşadığı acıyı ve kökünden koparılma hissini, belki farkında bile olmadan, başkalarına yaşatıyor. Acı çeken acıtıyor, canı yanan ‘devam edebilmek’ için tek çareyi başka canlar yakmakta buluyor, insanlığın karanlık tarihi çağlar boyunca böyle ilerliyor.

Birisi bizim canımızı yaktığında eğer orayı iyileştiremezsek, içimizdeki o acıyı derinlemesine anlamazsak bazen ona benzer şeyleri başkalarına yaşatmamız da muhtemel hale geliyor. Bugün yaşanan çatışmalar da bununla alakalı. Bitmek tükenmek bilmeyen bir şiddet zincirinin içine girdiğimizi hissediyorum. Bu olaylar bana hem hüsrana uğramış hem de bir yandan da umutlu hissettiriyor.

Politik analizlere ve ajandalara hiç başvurmadan insanı bir yerden, objektif bir açıdan şu cümleyi kurabiliriz: İsrail’de yapılan propaganda artık çalışmıyor. Evinden olan insanların yaşadığı zulüm karşısında herkes tek duyguda buluşabilir. İnsan, doğası gereği, en doğal ihtiyacını özgürlüğünü ve evini istiyor her şeyden önce. Doğdukları yerde olmanın hayalini kuruyor. Filistin’den daha sadece 7 günlükken ayrılmış annemin bir gün tekrar oraya dönme hayalini, “evi” olan her insan beraberinde yaşıyor aslında. Dünyada yaşanan karmaşayı buradan okumak gerekiyor.

"Ben Türküm. Amerikalıyım. Kuveytliyim. Filistinliyim. Ulus devlet düşüncesi bir gerçek ve var olan bir şey, biliyorum. Ve dünyada sınırlar da var ama ben bir yandan belirli bir ülkeden olduğumu düşünmüyorum çünkü dünyanın birçok kısmında varım."

 Bu yazı #GQyaz21'de yayınlanmıştır. 

İZLE
Deniz Tortum’dan Belirsizlik Çağında Hayatı Olumlama
İlgili Başlıklar
Daha Fazlası