SON ZAMANLARDA Hoyeon bir şeylerin değiştiğini, yaşamın yepyeni bir vektörde hızla ilerlediğini ve belki de bir daha asla aynı olmayacağını görebiliyor. Sürekli büyüyen Instagram hesabına bakıp son üç haftada neredeyse 15 milyon yeni takipçisi olduğunu fark ettiğinde duyduğu his buydu mesela. Tam bu sırada, yani 2021 sonbaharında, Netflix’te yayınlanan Squid Game, platformun en fazla izlenen dizisi olma yolunda emin adımlarla ilerliyordu. Kore dizisinin yeni yıldızı Hoyeon ise—o dönemki adıyla Jung Ho-Yeon—ancak tarihin bu tuhaf döneminde görülebilecek bir hızla şöhrete kavuşmanın getirdiği dönüşümü yaşıyordu. Squid Game’in kadrosuna dahil olana dek genç modelin oyunculuk deneyimi yoktu. Ve bir anda dünya çapında bir megastar olmuştu.
Beklenen değişim dalgası geçtiğimiz yaz, yönetmen Alfonso Cuarón’un Apple TV+ için çektiği ve Cate Blanchett’ın rol aldığı yeni dizisi Disclaimer’ın setinin bulunduğu Kuzey Londra’ya vardığında hissedildi. Hoyeon son derece önemli bir yan rol için seçilmişti ve hâlâ ustalaşmakta olduğu İngilizce dilinde ilk sahnelerini çekecekti. Bu taşıması zor bir yüktü. Devasa bir sesli çekim stüdyosunda, kovandaki arılar gibi her yöne koşuşturan çekim ekibiyle birlikte çalışıyordu. Kariyer anlamında artık büyük sularda yüzdüğünün ispatını baktığı her yerde görebiliyordu. Fakat Hoyeon’un dikkatini yakalayan—ileriye doğru ciddi bir adım attığını hissettiren—şey dışarıda park hâlindeydi. “Oyuncu karavanları,” diyor. “Kore’de gördüğümüz bir şey değil. Ama İngiltere ve Amerika’da, oyuncuların hazırlanabilmesi için daha fazla kişisel alan sağlayan bu muhteşem sisteme sahipsiniz.” Squid Game’in çıkışından bu yana Hoyeon için kişisel alan, neredeyse karşılaması imkânsız bir değere sahip oldu. Dizinin kültürel bir fenomene dönüşmekte olduğu baş döndüren o ilk günlerde—ilk 28 günde 1,65 milyar saatten fazla izlenme oranı yakaladı—senaryolar kapısında birikmeye başlamıştı ve etki sahibi Hollywood menajerlerinden bir ordu, müşterisi olmaya ikna etmek için rekabet ediyordu. Bunları ödüller izledi: Screen Actors Guild Award’da “Drama Dalında En İyi Kadın Oyuncu” ödülünü kazanarak İngilizce dilinde olmayan bir televizyon dizisinde bu ödülü kazanan ilk kadın oyuncu oldu. Ardından zamanını ayırması gereken birçok başka taleple birlikte, her hareketini yakından izleyen, dünyanın dört bir yanındaki hayran kitleleri geldi. Demem o ki, evet, çekimler arasında kullanabileceği sessiz bir karavan, dikkate değer bir lüks.
Pek sık bulamadığı sükunet anlarındaysa Hoyeon’un düşünecek çok şeyi oluyordu. Mesela: Ne tür bir kariyer istiyor? Nasıl bir yıldız olmak istiyor? Ününü kazandığı, bir anda popüler kültürün merkezi hâline gelen memleketi Güney Kore’de mi kalmalı? Yoksa batıya dönüp hayallerini Hollywood’da mı kovalamalı? Hayal edebileceğiniz her fırsat birdenbire erişilebilir olduğunda seçim yapmak güçleşebilir. 28 yaşındaki, Hoyeon beklentinin ağırlığını hissetse de ânın olasılıklarının ona daha büyük oranda enerji verdiğini söylüyor. “Bu açıdan baskı hissediyorum” diyor, “Ama bir Korelinin [batılı bir] toplumda böylesi bir fırsata sahip olabilmesi çok ender görülen bir durum. Bunu boşa harcamak istemiyorum.”
YAKINLARDA BİR PAZAR günü West Hollywood’da öğle yemeği için buluştuğumuzda Hoyeon ile yanımıza, çoğunlukla pasif bir gözlemci olarak kalacak bir mütercim tercüman geldi: Hoyeon’un İngilizcesi, aldığı özel dersler ve Disclaimer çekimlerinde geçirdiği zaman sayesinde hızlı bir ivmeyle gelişiyor. Yorgun göründüğü için özür diledi. Jet lag yaşadığını söyledi. Üç gün evvel Los Angeles’a varmadan önce bir moda kampanyasının çekimleri için New York’taymış; ondan önce de doğduğu, büyüdüğü ve artık—az biraz—yaşadığı Seul’deymiş. “Köklerimin nerede olduğunu söylemek zor,” diyor iç çekerek.
Uzun zamandır da böyle. Hoyeon mankenliğe 16 yaşında başladı ve anne-babası eczacı olması için ona yalvarsa da uzun bir süre bu yolda devam etti. Yaşamındaki birçok yetişkin—teyzeler, amcalar, aile dostları—1,80 cm uzunluğundaki esnek vücudunun moda dünyası için biçilmiş kaftan olduğu yönünde ısrar etse de Hoyeon, aşırı rekabetçi ruhunun verdiği ivmenin yanı sıra finansal özgürlüğünü yakalama isteğiyle, mesleğine olağanüstü bir hızda alıştı. Bunu izleyen birkaç yıl boyunca dünyanın dört bir yanına gitti: 20’li yaşlarının başında bir süre New York’ta yaşadı; Londra, Paris ve Milano’da defilelerde boy gösterdi. Geçtiğimiz 18 ay boyunca Hoyeon’un takvimi giderek yoğunlaştı. Evvelsi yıl Los Angeles’ta çokça vakit geçirdi. Bir yandan Emmy, Globes ve birçok diğer önemli törende aday gösterilirken diğer yandan oyunculuk kariyerindeki gelecek hamlelerini planladı. Hiç de şaşırtıcı olmayan bir biçimde, Hoyeon’un yeni işindeki başarısı ile birlikte, bir önceki mesleğinde verdiği hizmete gösterilen talep de iki katına çıktı. O artık Louis Vuitton, Adidas ve Lancôme’un küresel elçisi. Profesyonel yükümlülüklerini düşününce insanın başı dönüyor.
Dolayısıyla Hoyeon’un geçtiğimiz ekim ayında, şimdilik ana üssü kabul ettiği Seul’de yeni bir daire için kira sözleşmesi imzalaması dikkate değer. Güney Kore’nin başkenti uzun zaman boyunca, potansiyelini gerçekleştirebilmek için terk etmek zorunda olduğu bir yer kalmış. Bugünse sığındığı yer. Yakın dönemde bir ayını geçirmiş; Squid Game’in prömiyerinden bu yana çıktığı ilk gerçek tatil— pek bir şey yapmamanın keyfini sürmüş. Geç uyanmış. Pilatese gitmiş. Televizyon izlemiş; çoğunlukla Cup Noodles hüpletirken anime dizisi Attack on Titan’ı izlemiş. “Çok sağlıklıydım,” diyor. “Cup Noodles hariç herhâlde,” diyorum. “Cup Noodles sağlıklı ki!” Sonra açıklıyor: “Psikolojik anlamda!” Tek başına geçirdiği vakit sınırlarını belirlemek anlamında faydalı olmuş. “Hayır demekte hep zorlandım,” diyor ve bu zorluğun Squid Game ile gelen şöhretinin ardından daha da perçinlendiğini söylüyor. “Geçtiğimiz yıl hayatımın en görkemli senesiydi. Aynı zamanda, fiziksel ve psikolojik anlamda, hayatımın en zor dönemiydi.”
Profesyonel yükümlülüklerinin fırsatına ek olarak telefonu—uzaktan da olsa—tanıdığı insanlardan gelen yüzlerce kısa ve özel mesajla dolup taşıyor; hepsi onu yemeğe, bir şeyler içmeye, başarısını kutlamak için bir yere davet ediyor. “Başta ‘Evet, onlarla buluşmalıyım, bunun için minnettar olmalıyım’ diye düşünüyordum. ‘Hayır dersem bu kişiyi incitmiş olur muyum? Kötü hisseder mi? İyi biri olmadığımı düşünürler mi? Değiştiğimi düşünürler mi?’” Artık akıllıca kararlar verme sorumluluğunu, başkalarını mutlu etmek için hissettiği yükümlülükle dengelemeye gayret ediyor. Tüm hayatı boyunca baş ettiği bir tansiyon bu; başkalarına karşı evlada yaraşır bir saygı ve hürmet göstermek. “Kore toplumunda,” diye açıklıyor Hoyeon, “genç insanlar daima nazik olmalıdır. Daha kırılgan bir konumdalar. [Mankenliğe] başladığımda herkes benden büyüktü ve ben sürekli setteki daha büyük insanların sevgisini kazanmaya çalışıyordum. Bu türden bir şahsiyet hâlâ içimde sanırım.”
Hoyeon’un modellik işinin bir parçası olan o boş saatler—bitmek bilmeyen uçuşlar, yollarda geçen yalnız geceler, bir sonraki iş için evde uzun bekleyişler—sayesinde farkında olmadan sinefile dönüşmüş. “O dönem çok vaktim vardı, ben de her şeyi izlerdim,” diyor. Fargo en sevdiği filmlerden olmuş; Eternal Sunshine of the Spotless Mind ve Children of Men de öyle. Marvel filmlerini, animasyon filmleri, komedileri, bilim-kurguları art arda izlemiş. “Belirli bir zevkim yoktu,” diyor omuz silkerek. “Hâlâ yok.” Filmleri birer birer yuttuğu yılların ardından Hoyeon, oyunculuğun keşfetmesi keyifli bir yol olabileceğini, bu hislerin aslında içinde hep dolanıp durduğunu, demlendiğini ifade etmeye başlıyor. “Oyunculuk mükemmel bir iş gibi göründü,” diyor. “İfade etmemem gerektiğini düşündüğüm duygulara sahiptim. Fakat oyunculukta, her türlü şeyi ifade edebiliyorsunuz. Stresimi, öfkemi, üzüntümü ifade etmek istedim. Oyunculuğu bir tür ruhsal terapi olarak görüyorum.”
Birkaç oyunculuk dersine yazılmış ve Kore’deki mankenlik ajansıyla sözleşmesi 2020 Ocak’ta sona erdiğinde şans verip Seul’de bir oyunculuk ajansına yazılmış. Yalnızca iki hafta sonra menajeri, Hoyeon’a ilk seçmesini ayarlamış. Netflix’in geliştirmekte olduğu, Squid Game adında bir diziymiş.
MESELE ŞU Kİ Squid Game söz konusu olduğunda Hoyeon’un anlattıklarına güvenmek zor. Bugün bile, tüm o altın heykelciklerden, eleştirmenlerin övgülerinden ve YouTube hayranlarının fotoğraflarını o korkunç Chainsmokers şarkısıyla kurguladığı videolara rağmen, donuk bir ifadeyle yüzünüze bakıp performansının ona göre ne kadar kötü olduğunu anlatabiliyor. Kendisini ekranda izlerken hâlâ çok utanıyor. Dizinin yaratıcısı, yazarı ve yönetmeni Hwang Dong-hyuk’a zaman zaman mesaj atıp onu bu role kabul ederek hata yaptığını söylermiş.
Hoyeon ile çalışanlarsa farklı bir hikâye anlatıyor. Ekibinin bildiği adıyla “Yönetmen Hwang”ın Hoyeon’u (ailesini bir araya getirmek için hayatını riske atan, sokakta yetişmiş Kuzey Koreli bir ilticacı ve dizinin en önemli üç karakterinden biri) Kang Sae-byeok rolü için kabul etmesinin asıl nedeni seçme kaydının etkileyici olmasıymış. Bu kaydı üç gün boyunca, New York’taki dairesinde özene bezene tamamlamış. “Amazon ormanlarında bir jaguar gibiydi,” diyor Hwang e-postasında. “Yüz yüze tanıştığımızda Sae-byeok rolü için mükemmel olduğuna tamamen ikna olmuştum. Tüm vücuduyla taşıdığı dövüşçü aurası, hafif cinsiyetsiz sesi ve tüm duygularını göstermiyormuş gibi hissettiren gözleri—tam olarak aradığım şeydi.”
Prodüksiyona başladıktan kısa bir süre sonra, aşkın birinin yükselişine tanıklık ettiğini fark etmiş. Yüzlerce yarışmacının şaşırtıcı biçimde vurularak elendiği ve dizinin kalbini oluşturan yarışmanın kötücül doğasının ortaya çıktığı “Red Light, Green Light” pilot bölümünün çekimleri sürüyormuş. “Bu ölçekte bir sette bu kadar çok oyuncuyla birlikte çalışmak, deneyimsiz bir oyuncu için zor bir işti,” diye anımsıyor Hwang. “Oyunun sonunda, çatı arenanın üzerine kapanırken Hoyeon’un gökyüzüne baktığı sahneyi hâlâ hatırlıyorum. O sahnede beni büyülemişti. O kadar tazeydi ki, gördüğünüz hiçbir şeye benzemiyordu ve yüzü, sizi doğrudan içeri çekiyordu.”
Hwang olan biteni monitörden izlerken yanında dizinin diğer bir yıldızı Lee Jung-jae varmış; özel bir şeye tanıklık ettikleri konusunda Hwang ile hemfikirdi. “İlk andan itibaren Sae-byeok’tu” diye yazıyor Lee bir e-postasında.
Bu gayet anlaşılır; hele ki Hoyeon’un role hazırlanmak için harcadığı çaba düşünülürse. Sae-byeok’un aksanını oturtabilmek için Kuzey Koreli gerçek ilticacılarla vakit geçirmiş, rolün fizikselliğini yansıtabilmek için dövüş sanatları eğitimi almış ve karakterin gözünden günlük tutmuş. “[Sae-byeok] babasının ölümünden bahsettiğinde,” diye anımsıyor Hoyeon, “onun bakış açısından notlar yazdım: Bina neye benziyordu? Nasıl kokuyordu? Silah sesleri nasıl duyuluyordu?” Fakat her şeyden öte Hoyeon, Sae-byeok ile paylaştığı ortak duygulara odaklandı. “Yapayalnız,” diyor Hoyeon. “O dönemde New York’ta yaşıyordum; burada doğmamış ya da büyümemiştim. O da Güney Kore’deydi; doğmadığı, büyümediği bir yerde. Bu onu yalnız bir karakter yapıyor ve öz-savunma mekanizmalarını tetikliyor—etrafındaki insanlara pek güvenmiyor ve ortamı okuma konusunda çok becerikli.” Cate Blanchett da Hoyeon’un detaylara gösterdiği bu özeni Disclaimer setinde fark etmiş; ayrıca, yılların deneyimli oyuncusu gibi, tüm hazırlığı bir kenara bırakıp baştan başlamaya duyduğu heves de dikkatini çekmiş. “O kadar iyi hazırlanmıştı ki... Karakterini tam da Alfonso’nun sayfada tasvir ettiği gibi oynuyordu,” diyor Blanchett. “Fakat sıklıkla, yazar-yönetmenlerde alışık olduğumuz biçimde, hikâyeyi bir yönde yazmıştı ve karaktere dair bambaşka bir bakış açısı vardı. Hoyeon’un, Alfonso’nun karakterden istediği bu değişimlerle baş edişini izlemek, karaktere getirdiği tüm fikirleri bir yandan entegre etmeye çalışırken ona dair bakış açısını tamamen değiştirmesini görmek olağanüstüydü. 12 yaşından bu yana oyunculuk yapıyor derdim. 12 yaşında, değil mi?”
Sae-byeok’un karakter gelişimi, Squid Game’in duygusal çekirdeğini oluşturarak diziyi şaşırtıcı dönemeçler ve çok şiddetli aksiyon sahnelerinin serbest bir kolajından ziyade etkileyici bir sanat eserine dönüştürüyor. Ve bu yolculuğa ruh katan şey de Hoyeon’un ölçülü, tesir bırakan performansı. Hoyeon’un Sae-byeok performansı olmadan Squid Game’in bu kadar büyük bir küresel fenomene dönüşmesinin mümkün olmadığını söylersek abartmış olmayız.
Fakat diziyle ne kadar gurur duysa da Hoyeon, kendini eleştirmenin bir yolunu bulmayı başarıyor; duygularına daha çok hakim olabilmeyi istediğini söylüyor. “Vücut bir makine gibi,” diyor. “Robot gibiyiz; kontrol edebiliriz. Bugünlerde o kontrolü bulmaya çalışıyorum.” Nihayet sormak durumunda kalıyor: Kendisine bu kadar yüklenmesinin nedeni gerçekten böyle düşünmesi mi yoksa hırslı ve mücadeleci kalabilmek için değersiz hissetmeye mi ihtiyaç duyuyor?
“Kore’de bir deyiş vardır: Pirinç olgunlaştıkça başını eğer,” diyor. “[Başarılı bile olsanız] mütevazı kalabilmenin önemini anlatır. Bu değersizlik hissine eğilmeye devam eden bir yanım var çünkü ancak bu şekilde iyileşip büyüyebileceğimi biliyorum. Öte yandan, oyuncu olarak, rol yapmada ne kadar iyi ya da yetenekli olduğunuzu ölçmek gerçekten çok zor çünkü başkasının hayatını canlandırmak ve bunu o hayatı benimseyerek, insanları ikna edecek gerçekçilikte yapmak bizim işimiz. Bunu mükemmelen yapabileceğim bir noktaya gelebileceğimi sanmıyorum ve bir de daima taşıyacağım bir özgüvensizlik var zira bir karakteri tümüyle anlayabileceğimi sanmıyorum. Ama beni oyunculuğa çeken de bu.”
ÖĞLE YEMEĞİNİN ARDINDAN arabayla birkaç dakika uzaklıktaki bir lisenin otoparkında kurulmuş bir bit pazarına gidiyoruz. Hoyeon bugünlerde pek kıyafet alışverişi yapmıyor ama stilisti bu pazarı ona çok önceden söylemiş ve bayağıdır gelmek istiyormuş.
Eski Star Wars oyuncakları ve yırtık jean ceketlerle dolu tozlu tezgâhların arasından kıvrılıyoruz, ta ki üzerinde neon yeşili bir daktilonun durduğu ufak metal bir masanın arkasında oturan yaşlı bir kadını görene dek. İsmi Lily, öyle diyor, ve bize istediğimiz her konuda anında şiir yazabileceğini söylüyor. “Hadi, deneyelim,” diyor Hoyeon. Lily, Hoyeon’a dönüp “Aklında bir konu var mı?” diye soruyor. Hoyeon düşünmeden cevap veriyor ve kedisinin ne kadar süre yaşayacağını soruyor. “Kedin ne kadar mı yaşayacak?” diye tekrar ediyor Lily, biraz şaşırarak. Ardından gülümsüyor. “Bu komutu sevdim.” Bir an düşünüyor, başını sallıyor ve yazmaya başlıyor. Birkaç dakika sonra Hoyeon’a küçük bir not kartı veriyor:
bazen, geceler hüzünlüyken, kedimin öldüğünde kaç yaşında olacağını düşünürüm.
belki 8, 11, 23?
Yaşın bir önemi olmadığına kanaat getirdim çünkü yaşı kaç olursa olsun
yıkılacağım ve kedimin haberi bile olmayacak.
Hoyeon’un gözleri doluyor; incecik siyah güneş gözlüklerinin kenarından görebiliyorum. Lily’ye içtenlikle teşekkür edip şiiri cebine koyuyor ve uzaklaşıyoruz. Ağlamak onun için yeniymiş, öyle diyor. “Normalde duygusal olarak çok yükselip düşmem. Hislerimi kontrol edebilirim.” Kore’de büyümenin etkileri, diyor. “Bir şeyleri saklamaya alıştım; hislerimi, düşüncelerimi...” Fakat geçtiğimiz yıl boyunca duygularının farklı biçimlerde yükseldiğini fark etmiş. Röportaj yaparken, otel odasında yalnızken, arkadaşlarıyla telefonda konuşurken kendisini ağlarken bulmuş. “Tüm bu değişim,” diyor. “Bence biraz fazla geldi.”
Tam da bu sebepten iki kedisi—ve bu dünyadaki ömürleri—onun için birinci sırada geliyor. Erkek arkadaşı, Koreli oyuncu Lee Dong-hwi; 2020’de Squid Game çekimleri sürerken, isminin hakkını veren ilk kedisi Sae-byeok’u kurtarmış. İkinci kedileri Mora’yı bir yıl sonra sahiplenmişler. “Hiçbir zaman başkalarına bağımlı biri olmadım,” diyor. “Ama geçtiğimiz yıl, hayatımdaki değerli şeyleri daha çok takdir edebilmeye başladım.” Kedilerinin en sevdiği yanıysa ondan pek bir şey talep etmemeleri. “Yalnızca orada olmaları bile yeter” diyor, “benimle vakit geçirmeleri ve daima yanımda olmaları—bunun için minnettarım.”
2021 EYLÜL’DE Squid Game’in yayınlanmasından birkaç hafta sonra, bitmek bilmeyen Banana Republic indirim kodları gibi, Hoyeon’un gelen kutusu da senaryolarla dolup taşmaya başladı. Squid Game’in çekimleri ile prömiyeri arasındaki 10 aylık boşluk sırasında Hoyeon, Kore’de birkaç seçmeye katılmış ve ona göre, hepsinde “başarısız olmuş.” Şimdiyse, birdenbire, gerek kendi ülkesinden gerek yurt dışından çok büyük teklifler almaya başlamıştı. “Kafam çok karışmıştı,” diye kabul ediyor. “O kadar çok senaryo okudum ve o kadar fazla yönetmenle tanıştım ki. Ama bir şeyleri seçecek bir standardım da yoktu; benim için hangi rollerin iyi, hangi karakterlerin ilginç olduğunu bilmiyordum. Her şey ilginçti.” Özetlemek gerekirse, seçmeye katılmasını gerektiren iki projenin peşinden gitti; bu rolleri alırsa hak ettiği için almak istiyordu. İkisini de aldı: İlk olarak Disclaimer’daki rolü, ardından Lily-Rose Depp ile birlikte yer alacağı ve yapımı sürmekte olan A24 filmi The Governesses’dan bir rol.
Her iki projenin de İngilizce yapımlar olması tesadüf değil. “Kendimi zorlamayı seviyorum,” diyor Hoyeon. “Aynı anda hem İngilizceyi iyi konuşmaya hem de rol yapmaya çalışmak çok zordu—belki de gereğinden fazla zordu. Ama kendimi sınırlarda tutmaya dair bir tutkum var.” Bu çabayı geleceğine yaptığı bir yatırım olarak görüyor: “Kendimi geliştirmeye devam edeceğim ki 40 ya da 50 yaşıma geldiğimde, daha akıcı İngilizce konuşabileyim ve daha çok fırsata ulaşabileyim.”
Cate Blanchett’tan dinlemek gerekirse, bu kapıların açılması için Hoyeon’un pek de uzun süre beklemesine gerek kalmayacak. “Benden Kore’ye gitmemi isteseydiniz,” diyor Blanchett, “hele ki daha önce Korece bir yapımda yer almamış biri olarak, bu kadar sakin kalamazdım. İnsan olarak ona hemen âşık oluyorsunuz ama performans anlamında da manyetik bir enerjiye sahip. Bir tür hiddete erişimi var; hem fiziksel hem psikolojik bir hiddet bu. Fakat yine de tatlı ve meraklı bir yanı da var. Gerçekten hayran kaldım.”
SEUL ŞEHRİ dağlarla kaplı—sarp, ağaçlarla kaplı bu kütleler, şehri spagetti tabağındaki köfteler gibi kesiyor. Hoyeon büyürken bu dağlardan nefret edermiş. “Babamın kendi tırmanış kulübü vardı ve kız kardeşlerimle beni onunla birlikte dağa tırmanmaya zorlardı,” diye anımsıyor. “Kalabalıktan önce varmak için sabahın köründe uyandırırdı ve bundan nefret ederdim.” Fakat son zamanlarda bakış açısı değişmiş. Taşındığı dairesi—sakin ve inzivada, büyük bir kompleksin arkasında saklı—kentin daha alçak tepelerinden birine hakim, muhteşem bir panorama sunuyor. Söylediğine göre dağlar “Seul’ü bu kadar sevmesinin nedenlerinden biri” hâline gelmiş. “Doğada olmanın getirdiği enerjiyi takdir etmeye başladım. Yaşadığım yer kentin keşmekeşinden biraz daha uzakta kalıyor ve burayı çok seviyorum. Ruhsal huzuru bulabildiğim bir yer.”
2022’nin büyük bir bölümünde Hoyeon, Los Angeles’a yerleşip yerleşmeyeceğinden emin değilmiş; kariyerinin ilerleyebileceği en doğru yer—hatta tek yer—olduğuna iknaymış. Ama artık, özellikle filmlerin nerede ve nasıl yapıldığı konusunda bazı fikirlerinin geri kafalı olduğunu fark etmiş. “Sanki geçmişte, Amerikan rüyası diyebileceğimiz belirli bir fikir vardı,” diyor. “Ama artık iyi bir hikâyenin, nerede yapılırsa yapılsın, her yerde başarı yakalayacağı bir dönemde yaşıyoruz. Ben de böyle bir zamanda yaşadığım için kendimi şanslı görüyorum.” Hoyeon çok sayıda yeni seçeneği keşfediyor. Seul’de yaşayıp Hollywood’da rol almaya devam edebilir. İngilizce televizyon dizilerinde yer alıp Korece dilinde filmler çekmeye devam edebilir. En beğenilen oyuncular arasına girebilir ve aynı zamanda dünyaca ünlü bir manken olabilir—ikincisinin “tekrar eğlenceli olduğunu” söylüyor. “Sınırlar dağılmaya başlıyor,” diyor. “Yok oluyorlar. Bunun üzerine ne kadar düşünsem de hep kendi yolumu çizmem gerektiği sonucuna varıyorum. Şu andaki oyunculuğumla—Kore’den gelmiş biri olarak ve mevcut İngilizce becerilerimle—bu koşullarda yapabileceğim rolleri oynamak istiyorum. Benim için neyin mümkün olduğunu görmek istiyorum. Bu benim yolum ve kendim için çizmeliyim.”
Güney Kore’de kalma ve—çok küçük bir kısmını saymak gerekirse Parasite’tan Bong Joon- ho, Burning’den Lee Chang-dong ve Decision to Leave’den Park Chan-wook’un aralarında bulunduğu—auteur’lerinin altın çağının keyfini sürme fikri onu giderek heyecanlandırıyor. “Squid Game, Korece dilinde filmler ve televizyon dizileri yapsam bile, diyor Hoyeon, “iyi oldukları sürece küresel olabilirler.” Hoyeon—hiç olmadığı kadar—kendi tercihlerine göre yaşıyor. Meslektaşlarının, hayranlarının, sevdiklerinin değil kendisini gerçekten mutlu kılan şeylerin peşinden koşuyor ve artık nerede veya kim olması gerektiği konusunda endişelenmiyor. “Bir defasında biri bana oyunculuğun hayata çok benzediğini söylemişti,” diyor Hoyeon. “Asla tamamlanmış hissedemeyeceğin ama öyle hissetmek için süregelen ve bitmeyen bir mücadeleye giriştiğin bir alan demişti. Ben de bu hedefe doğru ilerlemek için elimden gelenin en iyisini yapacağım; mükemmele asla ulaşamayacağımı bilsem bile.”