Dikkat! Bu yazı, Carry-On hakkında hafif spoiler içermektedir.
Die Hard gibi zamana meydan okuyan bir aksiyon klasiğini anımsatmak cesur bir hamle, ancak pek çok düşük bütçeli dijital yayın filmi bunu yaptı bile. Die Hard’ın bu yeni versiyonu, adeta kendi alt türünü oluşturmuş durumda. Yine de, yeni Netflix aksiyon-gerilim filmi Carry-On, kendini bu kadar bariz bir şekilde Die Hard 2 ile kıyaslayan ilk film olabilir: Hikaye yine bir havaalanında, yine Noel Arifesi’nde geçiyor ve yine ölümcül bir terör tehdidiyle karşı karşıya kalınıyor. Her zamanki gibi, bu tehdidi durdurabilecek tek bir kişi var. Neyse ki, Taron Egerton harika bir Bruce Willis performansı sergiliyor ve Jaume Collet-Serra’nın filmi de oldukça keyifli bir yapım: Hikaye akıcı bir şekilde ilerliyor, güçlü aksiyon sahneleri ve izleyiciyi karakterlere bağlayan akıllı ve sıkı bir senaryoya sahip.
Bu Noel felaketinin kahramanı, yorgun bir sahil polisi değil, Ethan (Egerton). Eskiden polis olma hayalleri kurmuş, ancak şimdi LAX’te metal dedektörlerinin ardında sıkışıp kalmış sıradan bir TSA ajanı. Ethan’ın hamile kız arkadaşı Nora (Sofia Carson) da havaalanında çalışıyor — bu, hikayenin ilerleyen bölümlerinde önemli hale geliyor — ve Ethan’ın azalan hayat enerjisine rağmen ona destek olmaya devam ediyor. Kendini kanıtlamak için Noel Arifesi’nde amirinden (Breaking Bad’den tanıdığımız Dean Norris) çok arzu edilen bagaj tarama görevini üstlenmesini istiyor. Ancak maalesef, bunun için kötü bir gün seçiyor: Endişeli bir yolcu ona unutulmuş gibi görünen bir kulaklık verdiğinde, hattın diğer ucundaki ses (kredilerde yalnızca “Gezgin” olarak anılan ve müthiş bir tehditkarlıkla Jason Bateman tarafından canlandırılıyor), Ethan’a söylenen her şeyi yapmazsa Nora’nın öldürüleceğini bildiriyor.
Ve böylece polis akademisinde başarılı olmayan Ethan, kendini bir anda olayların tam ortasında buluyor. İlk talimatı oldukça basit: Ethan, güvenlikten geçmeyecek bir el çantasının kontrol edilmeden geçmesine izin vermeli. Ancak bu, eğer Ethan’ın önüne sürekli engeller çıkarılmasa ve Bateman’ın tehdit dolu monologları olmasa, heyecan dolu bir hikaye olmazdı. Filmin ortalarına doğru, başka karakterler de şüphelenmeye başlıyor. Bu sırada, Danielle Deadwyler’ın canlandırdığı LAPD dedektifi Elena Cole’un bir alt hikayesi ortaya çıkıyor. Cole, Ethan’ın bıraktığı zekice ipuçları ve Gezgin’in arada yaptığı hatalar sayesinde havaalanında ters giden bir şeyler olduğunu fark ediyor. Bu sırada Egerton, iyi bir aksiyon kahramanının yapması gerektiği gibi, ekran süresinin büyük kısmını koşarak geçiriyor.
Filmde, Die Hard 2’ye doğrudan bir gönderme gibi görünen bir sahne bulunuyor: Ethan, havaalanının derinliklerindeki geniş bagaj sıralama alanında Gezgin’le yüzleşiyor; çok sayıda bagaj telef oluyor ve şanssız yolcuların Noel kazakları olmadan eve dönmek zorunda kalacaklarını düşünerek üzülmeden edemiyorsunuz. (Kimsenin kafasının ezilip ezilmediğini öğrenmek için Carry-On’u izlemeniz gerekecek.) Ancak bu iki film arasındaki en önemli benzerlik, ortak mekanlarının ötesinde, her ikisinin de gösterişten uzak, seyirciyi memnun eden türden yapımlar olması — bu tür filmleri artık pek sık görmüyoruz.
BU İÇERİK İLK OLARAK BRITISH GQ WEB SİTESİNDE YAYINLANMIŞTIR.