Gerçek size ne çağrıştırıyor? Peki geçtiğimiz 10 yıl?
Gökyüzünün bize hissettirdikleri farklı. Işığın düşündürdükleri...
Bir dergiden beklentilerimiz neden aynı olsun?
GQ dergisinin Türkiye’de geçirdiği 10 seneye ithafen Derya Gürsel’in kavramsal çerçevesini kurguladığı, küratörlüğünü Şanel Şan Sevinç’in üstlendiği Richard Mille desteği ile hazırlanan Aura sergisinde bellek, kültür, değişim, hafıza, hatıralar, çağrışımlar ve tüm bunları yöneten beynimiz merkeze oturuyor.
Deneyimlerini benzer soyut ifade biçimlerinden hareketle dönüştüren 14 kavramsal sanatçı;
Ali Abayoğlu
Ali İbrahim Öcal
Bünyamin Aydın
Burcu Aksoy
Gökhan Deniz
Güler Güçlü
Güneş Özmen
Harun Antakyal
Helin Bereket
Horasan
Mohammad Ahmed:
Murat Saygıner
Sait Mingü
Yağmur Çalış
Eylül ayında gerçekleşecek bu özel sergi için bir araya geliyor.
Projenin son ayağında ise beynimizin gerçeklikle fiziksel ve duygusal ilişkisini daha iyi anlayabilmek adına sergiden açık artırma ile elde edilecek gelir Paris Brain Institute içerisinde devam eden epilepsi çalışmalarına bağışlanacak.
Yarattıklarımıza ve hissettiklerimize birlikte bakmak ve hissetmek için...
Sonbaharda buluşmak üzere.
Güneş Özmen
Yaşamın döngüsü içinde varoluşumuzu kanıtlamak istercesine köklerimizden, yaradılışımızdan gelen hafızayla günümüzü şekillendiriyoruz. Belki bir anı, bir duygu ya da resimde ortaya çıkan bir formdan bahsederken bile, bilinç akışımızda kalmış, yer etmiş duygular ortaya çıkıyor. Eserlerimin temelini oluşturan doğa; geçmişin günümüze izdüşümleri. Doğanın hafızalarımızda biçimsel ve renksel bıraktığı izler, duygularımızla harmanlanarak şekilleniyor. Doğadan parçalar koparırcasına tuvallerin üzerinde formlar şekilleniyor; daha coşkulu, daha derin ifade biçimiyle izleyiciyi içine çekiyor... Doğa, 20 yıllık sanat yolculuğumda her zaman üretimimin merkezinde oldu. Doğaya olan hayranlığım, işleyişindeki sonsuz sürekliliğinden geliyor. Eserimi üretim anlarım, genellikle ani duygu değişimlerim ve kendi doğamın hareketliliği ile boğuştuğum anlar. Sonuç olarak; doğanın bu sonsuz döngüsü, hareketliliği ve hafızası, duygularımın ve fırçamın bir parçası olarak ortaya çıkıyor. Bugün yeni bir çağa, kendi doğamızı yarattığımız bir dijital çağa giriyoruz. Metaverse, doğanın kendisi kadar karmaşık ve muhtemelen biraz daha fazlası olmaya hazır bir ortam. Ancak duyguların bu yerde fark edilmesi olası değil. Bu nedenle, Metaverse’ün yeni dünyasında soyut dışavurumculuğun, soyutlamanın önemli bir yere sahip olduğuna tüm kalbimle inanıyorum. Bu sanal dünyaya biraz olsun içsellik katma çabasıyla bu dünyaya adım attım.
Ali Abayoğlu
Aura temalı bu serginin kapsadığı kavramlar arasında yer alan hafıza ve hatıralar, yaşam ve ölüme dair düşünceleri de beraberinde getirdi. Bazı türleriyle yaşama meydan okuyan deniz anası heykellerimle sergiye katılmak istedim.
Bilinçsiz bilinç içgüdülerimizi tarif eder; esasında bilinç bizim fren sistemimizdir. Bir amacı olup tamamen bilinçsiz dolaşan, kökleri insanlık tarihinden çok daha öncelere giden bu gizemli yaratıklar beni her zaman çok etkilemiştir. Saydam görünüşleri, ölümcül oluşları, ilkel yapıları, neon renkleri içermeleri gibi özellikleri bulunan ve 650 milyon yıldır gezegenimizi paylaştığımız bu canlıları keşfetmeye değer buluyorum.
Bütün deniz canlıları gibi hürriyeti tarif eden, diğer deniz canlılarından ayrı olarak yüzgeçleri ve ayakları olmadığı halde dünya denizlerini dolaşan bu etkileyici yaratıkları tasvir etmek benim için kaçınılmazdı. Kadim bir tür olup, yüzyıllar boyunca mistik bir havaya sahip olan, parlayan, yarı saydam gövdeleri okyanus yüzeyinde yıldızları taklit ederken ışıltılı dokungaçlarından zehir veren bu yaratıklarda güzellik ve tehlike iç içe bulunuyor.
Horasan
Yaratmak ve üretmek yani olmayan bir gerçekliği yeni bir gerçekliğe dönüştürmek; aslında yaşamın bize projeksiyon gibi yansıttığı her şeyden beslenerek, insana ait bir yapıt dünyaya getirmek karmaşık bir üretim sürecidir. Üretilen eserde ne zaman, neyin tetiklendiğinin çoğu zaman sanatçı da farkına varmaz. Ama ortaya çıkan eserin aura’sı ve imajı bize onun hakkında ipuçları verir. Üretildiği coğrafyada geçmişin izleri ve beraber yürünen bir çağ; benim eserlerim kendi yaşadığım çağın birçok iziyle kesişir. Burada, daha önce üretilmiş işlerin enerjisi, bilgisi, geçmişimden gelen anıların tortuları ve geleceği kurmanın heyecanı çokçadır. Tüm üretimlerde ve tasarımlarda bu gerçekliği yadsıyamayız. Aslında “ben” dediğimiz şeyin, ötekiyle var olduğunda gizlidir her şey. Sihir bu bileşimin enerjisinin açığa çıkmasıyla oluşur. Ortaya çıkan işin ömrü ise yine ötekinin algısında kilitlidir. Eserin yaşama tutunmasını, farklı kültürleri ve coğrafyaları aşmasını o işin aura’sında arayabiliriz. Aura; ışık, enerji, duygu ve yaşadığın zamanın ruhunu yakalamaktan oluşur.
Gökhan Deniz
Doğanın farkına varmak ve sesini duymak için önce gürültünün durması beklenmelidir. Son dönem çalışmalarımda bu gürültünün nedeni olan ve dengeyi bozan insanı kompozisyonun içinden çıkardım. Düzlem üzerindeki hareketi, figürden boşluğa kaydırıp her şeye tanık, masum ve günahsız olan doğa ile baş başa kaldım. Ona teslim oldum. İç dünyamla da karşılaşmamı hızlandıran “Peyzaj Serisi” olarak adlandırdığım bu üretimler bir ressam olarak temsili terk etme ve dolayısıyla benzetmeden öte zihinsel bir aktiviteye geçiş sürecime de etki etti. Doğa, kendi gerçekliğinden kaçan insanın tek sığınacağı yer sanırım. Davetini esirgemeyen, tüm olanlara tanık ve tek masum olan. Bizi gizleyip saklayan, içe dönmemize izin veren ve kucaklayan vicdanın gerçek aynası. Bu resimleri üretirken bir tür kaybolma duygusu yaşadım. İzleyiciyi, karşılaşmadığımız ama içinde olmak isteyeceğimiz bir doğa parçasının içine çekmek istiyorum.
Bu peyzajlar, doğadan kopmak istemeden ve doğayla uyumlu olmak gerekliliğini öngören resimler. Daha önceki sessizlik davetini sadeleştirmeye çalıştım. İnsan kendini bulmak, kim olduğunu anlamak ve ne olmadığını görmek ister. Neyle yaşadığını ve ne olmadan yaşayamayacağını keşfetmek için. Birey olmak için. GQ dergisi, on yıldır değişim ve dönüşümü yansıtırken kişisel ve toplumsal hafızayı da tuttu. İç dünyamızın temsiliyetini bu bellek üzerinden “Aura” sergisi ile gösteriyor. Kişinin kendi kendine kalma özgürlüğü ile bulacağı gerçek aura’sı, doğada çok daha yalın bir biçimde ortaya çıkacaktır.
Yağmur Çalış
İçinde taşıdıklarım adlı bu eserim bir kadın ve onu kollarıyla kapsayan bir mürekkep balığı formundan oluşur. Mürekkep balığı kadını esir tutan bir canavar mı yoksa onu koruyan bir kahraman mı? Kadın tutsak mı yoksa halinden memnun ve güvende mi?
Bu çalışma izleyicide nasıl bir etki bırakır bilemiyorum. Eseri üretirken sonuç değil süreç odaklıydım. Düşünce ve duygu kavramları üzerinden yola çıktım. Yani aura’mızın temelini oluşturan bu iki kavram üzerinden. Duygularımız düşüncelerimizi etkiler ve düşüncelerimiz yeni duygular oluşturur. Kendimize bir gerçeklik yaratır ve dünyayı bunun üzerinden yorumlarız. Üzüleceklerimizi de sevineceklerimizi de bu gerçeklik algımız belirler. Temelde bizi biz yapan ve diğerlerinden farklı kılan şey de budur.
Harun Antakyalı
Pandemi nedeniyle uzun zamandır bir araya gelmeler dahi kısıtlanmışken, farklı disiplinlerdeki sanatçılar ile “Aura”sı güçlü bir sergiyi oluşturmaya çalışmak ve bu sürecin zorlukları, heyecanı, sergiyi bellekte kalıcı kılma çabası, vizyoner bir ekip ile gerçekleştiriliyor olması beni heyecanlandırdı. Sokakta olduğumuz, birlikte olduğumuz anılarımızı hatırlattı.
Sokağı biliyorum, dünyanın tüm metropollerinin sokaklarında kendime yaşam alanı yaratabilirim. Bu yaşam alanlarını yarattığım her yerde bedenimin olması gerekmiyor. Görmezden gelinen birçok şeyi izleyiciye fark ettirerek her yerde olabilirim. Büyük kentlerin duvarlarındaki küçük detaylarda kendimi saklayabilir, tüm kenti de kapsayabilirim. İzleyicinin işlerimle tanışması sonrası algıda seçiciliği sayesinde devamlı onunla olacağımı biliyorum. Kent insanlarına kentsel imgeler fark ettirmeye çalışıyorum. Kentin belleğinde yolculuklar yapacak yol arkadaşları arıyorum.
Çalışmalarımın her noktası dokunuşlarımla oluşuyor. Endüstriyel üretimlere karşı değilim fakat kendi üretimlerimde her şeyin elimden çıkmasına özen gösteriyorum. Tekrarı olmayan parçaları bir araya getirmek onları tek tek tasarlayıp uygulamak ve bu parçalardan büyük yüzeyler oluşturmak farklı ses, renk ve teknikleri bir araya getirerek o iş üzerindeki son sözü (belki de ilk sözü) söylemek. İşte bu benim.
Ali İbrahim Öcal
Giriştiğim farklı deneyleri, “eş zamanlı üretim modeli” içinde ele alan bir sanatçıyım. Resim, fotoğraf, heykel, yerleştirme, video ve doğa kökenli nesneler gibi farklı teknik ve malzemeleri bir arada kullanarak oluşturduğum imgesel evrenin en belirleyici özelliği multi-disipliner bir örgüye sahip olması. Bu anlatım/üretim biçiminin oluşturduğu “her yerdelik” duygusunun, yapıtlarıma özgürleştirici bir alan açtığına inanıyorum. GQ’dan gelen sergi davetini okuyunca birkaç senedir üzerine çalıştığım hatıra, hatırlama ve kayıt gibi kavramlarla ilgilenen üç farklı seriyi önermem gerektiğini düşündüm.
Bunlardan ilki medyumu cyanotype olan Deniz Manzaraları Serisi. Hiroshi Sugimoto’nun Seascapes serisine gönderme yapan, sakinliği, derinliği ve geçirgenliği ile zihnimdeki deniz manzaralarını gösterdiğim eser serisi. Medyumunun en önemli özelliği olan kopyalanabilirliğinin aksine biricik üretilen işlerde, güneş ışığı, geliştirdiğim teknikle imgeyi kağıda tek seferliğine kaydeder. Gerçek boyutunun yüzlerce kat büyüklüğünde, doğal formunu referans alarak ürettiğim Hatırlama Dikeni isimli seramik iş ise sivri, tehditkar ve kırılgan yapısıyla öne çıkmaktadır. Doğada, bize temas ederek kendini hatırlatan, canımızı acıtan bir diken gibi bu heykel de sergilendiği mekanda bize bir şeyleri hatırlatmak istemektedir. “Doğa buradadır.”
Dijital müdahaleleri dışarıda bırakarak ürettiğim Ufuk Yanığı video dizisi ise gerçekleşme ihtimali çok düşük olan bir “fantezi”yi görselleştirir. Videoyu oluşturan temel imgelem, olanaksız bir durumu gerçekleştirme arzumun görüntüsüdür. Hafızamda derin yaralar açan bir deneyimin ardından ortaya çıkan eser özetle, “ufuk çizgisini yakmak”tadır.
Burcu Aksoy
Tinsel anlamda canlıların bedeninden yayıldığı farzedilen elektromanyetik ışınımla oluşan ve istisnalar dışında görülemeyen alana aura, elektromanyetik ışınımın insan gözüyle algılanan sınırlı aralığına ışık diyorsak, bir fotografik görüntünün oluşumuna ve onu sanat haline de getirebilen insan zihnine dair söylenecek epey şey var demektir.
Objektifin gördüğünün dışında kalan, yaratıcısının kendisinden başkasının tahayyül edemeyeceği görüntüyü oluşturmayı seçtiğimi söylerim fotografik işlerim için. Zihnin biricikliğini, kişiselliğini kastederim bununla. Algının ve duyuların biricikliğini. Onca ortak özelliklerine rağmen, her bir insanın bir diğerinden farklı olan fizyolojik yapısının eşsizliği ve böylece yaşamı anlamlandırmaya dair olasılıkların niceliği ve niteliği ilgilendirir beni.
İster psikiyatrinin, ister psikanalizin, ister nöropsikiyatrinin, ister nörolojinin alanına giren sebeplerle oluşmuş olsun, insan zihninin değişimleri, dönüşümleri dikkat çekicidir. Bozulmamış olanlar kadar, bozulan zaman - mekan algılarının, bozulan duyuların da yaşamsal ve sanatsal yaratıda itici güç oluşunu önemserim. Somut ve soyut olanı anlamlandırmak, tekrar tekrar tanımlamak zihnin bu devinimleri sayesinde.
Güler Güçlü
Gri ve soğuk bir yapı malzemesi olan betonun “inşa etmek” anlamındaki kavramsal katkısıyla, figürlerin gözleri ve düşüncelerini örten ya da yerini alan, uzuvları haline gelmiş kaba ve sert geometrik kütlelerle, düşünce kanalı olan kafayı ağırlık ile örtmenin yanı sıra işlevini gerçekleştiremeyen yani göremeyen ve görüş üretemeyen bir formda, doğasından uzaklaşmış, geliştirdiği bütün iletişim teknolojileri ve yeni dillere rağmen kendisiyle ve de çevresiyle iletişim kuramayan günümüz insanını, günümüz yaşantısını, yapay doğamız olan kenti ve kentliyi, herhangi bir insan grubu ya da cinsiyet bağlamından uzak, saf insan vurgusuyla ele alıyorum.
Bu bağlamda genel olarak bedene, kafaya olan formal ve kavramsal yaklaşımımla GQ dergisi ile yapacak olduğumuz “Aura” başlıklı sergimizin de kavramsal alt başlıkları olan bellek, kültür, değişim, hafıza, hatıralar gibi zihinsel işlevlerin gerçekleşemediği ya da bir tür anomiye uğradığı bir sunuş planlıyorum.
Sait Mingu
Çalışmalarımı geleneksel sanat teknikleri ve teknolojinin olanaklarını birbirine katarak hayata geçiriyorum. El ile ürettiğim çizim ve boyamaları teknolojinin imkanları ile aynı arayüzde buluşturup, illüstratif unsurları konvansiyonel pentür ve kağıt üzerine uygulamalar ile harmanlıyorum. Böylece geleneksel teknikler ile yeni medya altyapısını bütünleşik kullanarak kendime ait bir anlatım dili yakalamaya çalışıyorum. Eserlerimi kurgularken geçmişimden, belleğimden, hatta zaman zaman ailemin hatıralarından imgeler yerleştiriyorum. Örnek vermem gerekirse; anneannemin babaannesinden kalan bir sehpa ya da dedemden kalan bir cep saati resmimin içinde yer alabiliyor. İzleyici bunu bilmese bile, benim kişisel yolculuğumda bu hatıraları ölümsüzleştirmiş olduğumu bilmek hoşuma gidiyor.